©Kenneth Morton
Bu yıl 5. yaşını kutlayan ve 16-23 Eylül 2023 tarihleri arasında gerçekleşmiş olan İstanbul Fringe Festival’de, Türkiye'den ve dünyadan tiyatro, dans, performans disiplinlerinde üretilen yenilikçi ve alternatif gösterilerin seyircilerle buluştu ve ayrıca atölyeler ve paneller düzenlendi.
Bu haftaki konuğumuz The How Theatre New York'ta yerleşik uluslararası bir hareket, oyuncu ve müzisyen topluluğu. The How'un misyonu; seyircilerin ve sanatçıların çok çeşitli bakış açıları, biçimlerle ve hikayelerle meydan okuyabilecekleri bir yer yaratmak. Topluluğun üyeleri dünyanın duygusal sıcaklığını alıp fiziksel formda tezahür ettirmeye ve gelenekleri yıkmaya inanıyorlar. Tiyatral denemeler yapmayı, müzisyenleri çalışmalarına dahil etmeyi seven The How Theatre topluluğunun festivalde sundukları My Favorite Person (Favori İnsanım), erkek ile kadın arasındaki ilişki dinamiklerini mekân, şekil ve ses kullanarak araştıran iki kişilik bir hareket tiyatrosu gösterisiydi. Şimdi sıra gösterinin yönetmeni Polina Ionina ile yaptığımız sohbette.
Performansın özü sizce nedir?
Performansın özü mevcudiyettir. Ancak mevcutsak, o zaman en hakikatli özümüze inme şansımız olur. Performans dışında bunu gerçekten yapma şansımız ne zaman? Günlük yaşamda bu kadar savunmasız olmakta zorlanıyoruz. Bir performansta mevcut olmaya izin vermek, seyirci ile sanatçı arasında yakın bir bağ yaratır. Bu alanda da sihir gerçekleşir. Bu alanda gerçek benliğimizi gösterebilir ve birbirimizi gerçekten görebiliriz. Birbirimize ilham verebileceğimiz ve birbirimizin varlığını kutlayabileceğimiz yer burasıdır.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Kesinlikle. Sanat insanın dünyaya bakış açısını değiştirme gücüne sahip. Küçük bir kızken ilk izlediğim performansı, bir dans gösterisini hatırlıyorum. Tiyatroya tek kişi olarak girdiğimi ve tiyatrodan tamamen yeni, gördüklerimle sonsuza kadar değişmiş bir şekilde çıktığımı hatırlıyorum. Herhangi bir sanatın, birinin bakış açısını değiştirme ve bazen de hayatını değiştirme gücü var. Sanatın bu dönüştürücü gücünün, sanat eserini çevreleyen enerjiyle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bir şekilde izleyicilere ve gösteride çalışan insanlara aktarılıyor veya onlar tarafından solunuyor.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Bir yapıt üzerinde çalışırken en çok birlikte çalıştığım insanlardan, yani ekibimden ilham alıyorum. Bana sonsuz ilham veriyorlar. Her bireyin kendine özgü yetenekleri olduğuna yürekten inanıyorum ve bu eşsiz "armağanlarla" iş birliği yapmak en büyük mutluluklarımdan biri.
Pandeminin ortasında My Favroite Person’ı yaratmaya karar verdiğimde, daha önce hiç birlikte çalışmamış olmalarına rağmen Tana Sirois ve David Lawrence Glover ile çalışmam gerektiğini biliyordum. İlk defa ilk provamızda birlikte hareket ettiler. Odanın enerjisi eşsizdi. Onları doğaçlarken gördüğümde sanki bir şey alev almış gibiydi. Sanatlarının niteliğini zaten biliyordum ama ilk etkileşimlerini görünce bunun başka bir seviyede olduğunu anladım. Doğal olarak sundukları kırılganlık, dürüstlük, bağlılık ve güven, her yönetmen için gerçekten bir hediye. Tana'nın hareketlerinde hassasiyet ve ham bir duygu var, David'de ise tarif edilmesi zor bir samimiyet ve neşe. Bu projedeki yönetmen yardımcım Veronika Vozniak'ın benim göremediğim şeyleri görme yeteneği çok keskin. Mekânı ve hareketi saf bir şekilde görüyor. Tana, David ve Veronika'nın bu yapıtta işbirlikçilerim olduğu ve bu gösteriyi birlikte geliştirebildiğimiz için kesinlikle minnettarım. Onlarla sonsuz bir saf ilham söz konusu. Onlara derinden saygı ve hayranlık duyuyorum. Ayrıca Dimitrios Papaioannou, Ivan Viripaev, Dada Masilo, Anais Maviel ve başkalarının çalışmalarından da inanılmaz derecede ilham alıyorum.
Rüyalarla özel bir ilişkim var. Uyanık olmakla uykuda olmak arasında benim için birçok "işin" gerçekleştiği bir boşluk var. Çoğu zaman bu görüntüler veya fikirler uykuya dalmadan hemen önce aklıma geliyorlar. Ve çok daha sonradan tekrar ortaya çıkarak bana adeta bir deja vu yaşıyormuşum gibi hissettiriyorlar. Bu anların oldukça büyülü bir yanı var.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Hazır olduğunda yapıtın başlığını kendisinin seçtiğini hissediyorum. My Favroite Person ismi aslında çok yakın bir arkadaşımın konserini izlerken birdenbire aklıma geldi. Adeta bu başlık aklıma düştü ve onu kafamdan çıkaramadım. Diğer bazı yapıtlar önce bir başlıkla başlıyor ve sonradan fikir geliyor. Her gösteri için her zaman farklı.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
İşlerimde beni herhangi bir sanatçı veya kişiden daha çok, içinde bulunduğum ortam etkiliyor. Almatı, Kazakistan'da doğdum ve annem tarafından kendi hayatımı yaratmam konusunda çok teşvik edildim. Gençken yalnız geçirdiğim çok zaman oldu, bir nevi kendi halime bırakılmıştım. O zamanlar yapmayı en çok sevdiğim şey, içinde bulunduğum ortamı gözlemlemekti. Bir sürü çiçek, meyve ağacı ve ahududu çalılarıyla dolu inanılmaz bir bahçemiz vardı. O bahçedeki her ayrıntıyı gözlemledim. Her yaprağı, her taşı, kedi ve köpeğimizin her alışkanlığını biliyordum. Bunun, nerede olduğumu gözlemlememde ve belki de bunu yaptıklarıma yansıtmamda büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Tabii ben de her çocuk gibi o bahçede pek çok hikaye uydurmaya başladım. Onları da yazdım (her ne kadar nasıl yazacağımı henüz bilmesem de). Bu yüzden annem eve geldiğinde karalayan benle karşılaşırdı. O zamandan beri, içinde bulunduğum ortamın, yerini, hayal gücüme bırakmasına izin verdim. Çimlerin nasıl hareket ettiğini izlemek veya yanından geçen bir kişinin bir tutam saçı kulağının arkasına atmak için elini nasıl kaldırdığını görmek her zaman heyecan verici ve bu basit, gündelik anların işlerini gerçekten etkileyebileceğini bilmek de.
Sohbetin devamını okumak için tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder