©Mehmet Kerem Özel
Alman tiyatro yönetmeni Thorsten Lensing'in adını, geçtiğimiz yazki Salzburg Festivali programına bakıncaya kadar duymamıştım. Salzburg Festivali ilk bakışta klasik müzik ve opera gösteriyle öne çıkıyormuş gibi gözükse de, festivalin 102 yıl önce ilk defa gerçekleştirildiğinden beridir önemli bir özelliği de Almanca konuşulan ülke tiyatrolarının önde gelen veya ileriye dönük tanınacak olan yazar ve yönetmenlerini programına alıyor olmasıdır. Başka bir deyişle, Salzburg Festivali her yaz az sayıda da olsa, Almanca konuşulan ülkelerdeki tiyatro sanatının, tabiriri caizse "creme de la creme" örneklerini dünya tiyatro camiasına sunar. 1920 yılındaki ilk festivalin programında sadece, Max Reinhardt’ın Salzburg Katedrali’nin önündeki meydanda sahnelemesiyle tiyatro sanatında metin-mekan ilişkisi açısından tarihe geçen, Hugo von Hoffmanstahl’in “Jedermann” oyunu vardır. 1970’lerden itibaren Thomas Bernhard’ın oyunlarının Claus Peymann rejisiyle dünya prömiyerleri, Peter Stein, Frank Castorf, Martin Kusej, Michael Thalheimer, Thomas Ostermeier, Milo Rau gibi önemli tiyatro yönetmenlerinin yapıtları festivalin tiyatro ayağının önemli gösterileri olmuştur. Ayrıca festivale Ingmar Bergman, Giorgio Strehler, Andrzej Wajda, Deborah Warner, Luc Bondy, Peter Sellars, Robert Wilson, Simon McBurney ve Ivo van Hove gibi dünya tiyatrosunun önemli isimleri de davet edilmişlerdir. Dolayısıyla daha önce adını sanını duymadığım Lensing bende ciddi bir merak uyandırdı. Hakkında biraz araştırma yapınca ona olan ilgim daha da arttı ve bunlar beni onun yapıtları ve sanatı hakkında daha da merak ettirdi. Tabii ki şu sıralar canlı olarak seyredebileceğim tek yapıtı, yukarıda yazdığım gibi geçtiğimiz yaz Salzburg'da prömiyer yapmış ve güz boyunca Avrupa sahnelerini turlamakta olan "Verrückt nach Trost" (Teselliye delicesine) idi. Kendime oyunu bu ayın başında Berlin’de izleme şansı yarattım.
©Mehmet Kerem Özel
Oyun hakkındaki izlenimlerime geçmeden önce, benim gibi onu tanımayanlar olabilir diye, kısaca Lensing'in kendisini anlatmak istiyorum.
Lensing 1969 doğumlu ve 1994’ten beridir toplamda 16 yapıt sahneye koymuş.
Bence onun en ilginç özelliği bu kadar yıldır hiçbir ödenekli kurumla bağlantısının olmaması. Almanca konuşulan ülkelerdeki tiyatro dünyasına biraz aşinaysanız, Lensing gibi önemli tiyatro insanlarının genel sanat yönetmenleri olarak ödenekli tiyatro kurumlarının başlarına getirildiklerini, o kurumların her şeylerinden sorumlu oldukları gibi her şeyleri hakkında söz sahibi de olduklarını, ayrıca her yıl iki-üç de yapıt ürettiklerini biliyorsunuzdur. Lensing ise bırakın bu kadar yıldır ödenekli bir kurumun başına geçmeyi, herhangi bir kurum bünyesinde çalışmak yerine, kendi yapımlarını her seferinde farklı yapımcılarla (genellikle festivaller ve bağımsız kurumlarla) işbirliği ile finanse eden bir sanatçı. Örneğin "Verrückt nach Trost", içlerinde Salzburg Festivali ve Berlin-Sophiensaele’nin bulunduğu sekiz kurumun ortak yapımı.
Lensing her 2-3 yılda bir, bir yapıt üretiyor; Çehov’un “Vişne Bahçesi”, “Vanya Dayı”sı ve Shakespeare’in “Kral Lear”i gibi doğrudan tiyatro için yazılmış ve ünlü oyunların yanı sıra, özellikle son yıllarda edebiyat uyarlamaları sahnelemiş. Lensing’in, Dostoyevski'nin "Karamazof Kardeşler" ve David Foster Wallace'ın "Infinite Jest" uyarlamaları ile aldığı ödüller ve Almanca konuşulan ülke tiyatroları için en prestijli etkinlik olarak kabul edilen Berliner Theatertreffen'e davet edilmişliği var.
Ve Lensing’in, birlikte çalışmaktan keyif aldığı ve uzun zamandır birlikte çalıştığı oyuncular var. Bunlar arasında, bu son yapıtının kadrosunda da bulunan Ursina Lardi (ki kendisi aynı zamanda bir Schaubühne oyuncusu) ve Devid Striesow gibi Almanca konuşulan ülke tiyatro ve sinemasının kalburüstü sanatçılarını sayabilirim.
©Armin Smailovic
Gelelim oyuna:
Lensing'in ilk defa bizzat kaleme aldığı bir metinden sahnelediği "Verrückt nach Trost"; yarım saat arayla ayrılan 1.5 saatlik iki bölümde, biri kız diğeri erkek iki kardeşi, Charlotte ile Felix'i, çocukluklarından (10'lu yaşlarından) yetişkinliklerine, parçalardan oluşan bir yapıya sahip ve de rüyalar alemi ile iç içe geçen bir anlatıda takip ediyor.
Kardeşler ilk bölümde birlikteler; kumsaldalar, denizden yeni çıkıyorlar ve ebeveynlerini taklit oyunu oynuyorlar. Bu oyun sırasında bir çok şeyi öğreniyoruz; en önemli ikisi: Ebeveynlerinin ölmüş olması ve Felix'in dokunma hissinin olmaması. Bir zaman sonra denizden bir dalgıç karaya vuruyor ve hikayeye dahil oluyor. Bir noktada, kardeşler başlarını havlulara yaslayıp uykuya daldıklarında, anlatı çok yumuşak ve belli belirsiz bir geçişle Felix'in rüyasına evriliyor.
İkinci bölümde ise Charlotte ile Felix’in başlarından geçenleri ayrı ayrı izliyoruz, çünkü hayat onları ayrı yollara sürüklemiş.
Sahnenin en gerisinde boydan boya, insan yüksekliğini aşan demir bir boru var. Sahne tasarımı, aynı zamanda mimar olan Gordian Blumenthal’e ait. Devasa boru ilk bölümde denizi, dalgaları temsil ediyor gibi, ama aynı zamanda bir tehdit unsuru da. Bende, her an önündeki hayatları (insanları ve canlıları) ezip geçecekmiş duygusu yaratıyor. Ama Lensing daha iyimser. Yine de, ara sonrasında boruyu bir parça öne yerleştirilmiş buluyoruz, böylece kardeşlerin yetişkinliklerini anlatan ikinci bölümdeki oyun alanı daraltılmış oluyor. İkinci bölümün son çeyreğinde, yani kardeşler artık ölüme çok yaklaştıklarında ise, bu sefer oyun sürerken boruyu sabit tutan takozlar bizzat iki oyuncu tarafından sökülüp, boru iyice öne sürülüyor. Böylece oyun alanı daracık kalıyor, anlatının duygusu daha da yoğunlaşıyor: Bakımevinde ölümü bekleyen yaşlı Charlotte bir merdivenin en üst basamağına çıkıp doğrudan seyircilerin gözlerinin içine bakarak, seyircileri adres göstererek, seyircilerin hayatlarından olası örnekler vererek bahsettikten sonra her seferinde, endişelenmeyin vurgusuyla "Hepimizin günahları bağışlanacak" diyor. Artık anlatı seyircileri de kapsıyor, oyun alanı seyredenlerin de alanı, duygu bütün.
©Armin Smailovic
"Verrückt nach Trost"ta Ursuna Lardi ile Devid Striesow başroldeler. Charlotte ile Felix'i onlar canlandırıyorlar. 10’lu yaş hallerini oynayış şekilleri tam bir ustalık gösterisi; ne yapmacık konuşma var, ne çocuksu mimikler. Jestlerle, özellikle beden dilleriyle 10’lu yaş çocuğu oluyorlar ikisi de. Lardi oyunun son çeyreğinde ölüme merdiven dayamış, ve bizzat bir merdivenin üzerine çıkıp hepimize yukardan baktığı yaşlı Charlotte'ta da aynı çizgiyi devam ettiriyor, yaşlı bir insanmış gibi yapmıyor, yaşlılığı canlandırıyor. Striesow'un ise, ikinci bölümde sadece havanın farklı hallerini arka arkaya sıraladığı bir sahnesi var ki, bazı oyuncular için derler ya telefon rehberini okusa bile etki yaratır diye, aynı öyle, müthiş inceliklerle örülü. Velhasıl ikisi de müthiş ölçülü oyunculuk gösterileri sergiliyorlar. Ayrıca Lardi'nin, onu daha önce canlı olarak üç farklı Schaubühne yapımında seyretmiş biri olarak, her bir oyunda farklı oyunculuğu, ses tonu ve vurgusuyla ve her şeyden önemlisi ölçülülüğü ve sakinliğiyle beni her seferinde büyülediğini belirtmeliyim.
Diğer iki oyuncu, Andre Jung ile Sebastian Blomberg ise, özellikle ilk bölümdeki rüya sahnesinde ilki maymun, ikincisi kaplumbağa rolünde muhteşemler. Jung ile Blomberg maymun ile kaplumbağayı canlandırırken hiç replikleri yok, sadece beden dilleriyle o hayvanlara bürünüyorlar. Lardi ise ikinci bölümdeki bir parçada bir ahtapotu canlandırırken şöyle soruyor: “Bir ahtapotun ortalama ömrü sadece dört yılsa, dokuz beyni ve üç kalbinin olması ne işe yarar ki!”
©Armin Smailovic
Lensing "Verrückt nach Trost"ta, ahtapota sordurduğu bu sorudan da anlaşılacağı üzere, sadece insanların değil hayvanların da teselliye delicesine muhtaç olduklarını, hüzün dolu ve her an ölümü hatırlatan, ama aynı zamanda her anında güldürerek rahatlatan bir tarzda anlatıyor; ne müzik, ne de göze çarpan, kendini fark ettiren bir ışık tasarımı kullanıyor, bunların yerine özlemlere, korkulara ve ilişkilere dair olan hikayesine, ince ince işlediği oyunculuklara ve gittikçe yoğunlaştırdığı mekan duygusuna odaklanmış bir anlatı ortaya koyuyor. "Verrückt nach Trost" konuşkan, duygusal, komik ve etkili.
©Mehmet Kerem Özel