25 Eylül 2019 Çarşamba

Philippe Quesne ve eğlence parkları

 




Fotoğraflar: Martin Argyroglo

Philippe Quesne’nin 2018'in son aylarında prömiyer yapan yeni işi “Crash Park - La vie d’une ile” (Kaza Parkı - Bir Adanın Hayatı)'nı 2019'un haziran ayında Amsterdam'da seyretme imkanım oldu; bu sayede daha önce hiç bir işini seyretmediğim bir sanatçıyı tanımış oldum.

Aslen sahne tasarımcısı olan 1970 doğumlu Quesne, Vivarium Studio isimli disiplinlerarası işler üreten topluluğun kurucusu ve 2014 yılından beri Fransa’nın ödenekli tiyatro kurumlarından Theatre Nanterre-Amandiers’in başında. Ünlü Prag Quadriennale'de bu yıl Fransa'yı temsil eden, Münchner Kammerspiele'de "Caspar Western Friedrich" (2016) ve "Farm fatale" (2019) adlı iki oyun sahneleyen Quesne'in üretiminde mekan çok önemli bir yere sahip. Quesne bir oyunu hazırlanma sürecinde önce bağlamı belirliyor, mekanı tasarlıyormuş, ki bunlar her zaman sorunları olan mekanlar oluyormuş, daha sonra insanları bu mekanın içine bırakıyor ve kendi deyişiyle "bu mekanın içinde insanların nasıl hayatta kalacaklarını, mutlu olacaklarını veya başlarına nelerin geleceğini gözlemliyor"muş. Bu anlamda Quesne'nin önceki işlerinden en çarpıcı olanlanı: karlarla kaplı bir dağ başında geçen "La Melancolie des Dragons" (2008) ve bir bataklıkta geçen "Swamp Club" (2013).

“Crash Park" ise bir uçak kazasından sonra denizin ortasında ıssız bir adaya ulaşan bir grup insanın başından geçenleri anlatıyor. “Issız ada”, “sıfırdan başlamak” ve “ütopya” denince akla gelebilecek neredeyse bütün klasik ve popüler edebi ve felsefi referanslar gösteri sırasında bir şekilde anılıyor. Ancak Quesne ilginç bir şekilde, yapıtının gidişatını bunların hiçbirinin herhangi sıradan bir seyircide uyandıracağı çağrışımlarla örtüştürmüyor. Kazazedeler ne William Golding'in ünlü romanı “Sineklerin Tanrısı”nda olduğu gibi iktidar savaşına girip birbirlerini katlediyorlar, ne  roman tarihinin kilometretaşlarından Daniel Defoe'nun “Robinson Crusoe” gibi ölüm kalım savaşı veriyorlar, ne de çok seyredilen TV dizisi “Lost”ta olduğu gibi hayatta kalmak için çözümler üretiyorlar. “Mavi Göl” filminde olduğu gibi cinsellik veya erotizm de içermeyen “Crash Park”ta sanki bir grup naif insan bir süreliğine bir eğlence parkına bırakılmışlar ve orada dertsiz tasasız eğlenerek zaman geçiriyorlar.

Gösteri her ne kadar insanlığın tarih boyunca (evet, yapıt çok usta ve basit bir-iki trükle çağlar arasında dolaşıyor) dünya üzerinde ayak bastığı her yeri her anlamda (ticari, ekolojik, sosyolojik) kirletmesi üzerine düşünmemizi sağlasa da, insankızı ve -oğlunun kendi psikolojisi ve hayatta kalma içgüdüsü söz konusu olduğunda Quesne’nin bakışı müthiş iyimser ve safiyane düzeyde ütopik. Quesne’nin sahne estetiği ise tam da öykündüğü B-tipi Hollywood macera filmleri ve eğlence parkları gibi yapay ve çapaklı.

"Crash Park"tan maalesef çok fazla etkilenmedim; Quesne'nin dünyası ve ironisi bana biraz yabancı sanırım. Ancak üzerini çizecek, bir daha başka bir işini seyretmeyecek kadar da uzak değilim ona. Hele de gösteri sonrasındaki soru-cevap'taki alçakgönüllü tavrı, espri anlayışı, tiyatroya ve hayata hümanist bakışı cezbetti beni. Örneğin; "önceden resim yapardım, çizgi roman çizerdim, ancak bunlar tekil olarak, tek başınıza yapılan şeyler, tiyatroda ise bir grupla çalışmanız, insanlarla işbirliği içinde olmanız gerekir, bu yüzden tiyatro yapıyorum." diyor olması.




Philippe Quesne "Crash Park"tan yola çıkarak 2019 Lyon Bienali'ne yaptığı "Crash Park Circus" adlı yerleştirmeyi 2020'nin ilkbaharında Nanterre-Amandiers'de tekrarlayacakmış. Merkezinde oyundaki dönen adanın olduğu ve sunumların, konserlerin ve performansların gerçekleşeceği "Crash Park Circus", deneyimlemek için insanın içini gıdıklamıyor değil doğrusu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder