15 Haziran 2019 Cumartesi

ivo van hove'den bir diptik: kül ve kan - I -

oyunu afişi

hayranı olduğum tiyatro yönetmeni ivo van hove'nin üç yıl önce visconti'nin "lanetliler"ini tiyatroya uyarlayacağını öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. van hove yıllardır başında olduğu toneelgroep amsterdam (yeni adı: international theater amsterdam) topluluğu ile sinema uyarlamaları yapıyor. van hove'dan ilk defa seyrettiğim oyun da bir film uyarlamasıydı ve visconti'dendi: "rocco ve kardeşleri". (o zamanki yazımı merak edenler tıklayabilirler)

ivo van hove bu sefer "lanetliler"i kendi topluluğuyla değil, ilk defa çalıştığı comedie française'le sahneleyecekti. hem de, fransız tiyatrosunun bu en köklü kurumu bu yapımla, fransa'da düzenlenmekte olan dünya tiyatrosunun en prestijli festivali avignon’a 23 yıllık bir aradan sonra tekrar davet edilmişti.
"lanetliler" 2016 yılı temmuz'unda avignon festivali'nin prestij mekanı papalar sarayı avlusu'nda dünya prömiyerini yaptı, bir sonraki yıl fransa'nın tiyatro ödülleri "moliere"de en iyi yapım, en iyi yönetmen dahil bir çok ödül kazandı.

avignon papalar sarayı avlusu'ndaki gösterimden


van hove, comedie-française ile 2019 baharında tekrar bir araya geldi ve iktidar, şiddet ve kötülük temaları üzerine, "lanetliler" ile birlikte bir diptik (yanyana ve birbiriyle ilişkili iki resim) oluşturma niyetiyle euripides'ten "electre/oreste"i sahneledi.
2019 haziranının ilk pazar günü comedie-française'in tarihi sahnesi richelieu'de matine-suare bu iki yapımı seyrettim; o gün külle ve kanla yıkandım.
kül ile başlıyorum:

"les damnes", comédie-française, richelieu, 02.06.2019 (fotoğraf: mehmet kerem özel)

luchino visconti’nin 1969 tarihli “la caduta degli dei / die götterdaemmerung / the damned” (lanetliler) filmini yıllar önce seyrettiğimde pek bir şey anlamamıştım. yakın zamanda seyrettiğimde ise senaryosuna hayran kalmış ancak '60’lar estetiğindeki abartılı oyunculuklarını, abartılı renklerini, garip şekilde hareketli kadrajlarını (ve dirk bogarde ile helmut berger’in terli alınlarını) sevmemiştim. "lanetliler", visconti'nin içinde yetiştiği için çok iyi bildiği yüksek burjuva-aristokrat ailelerin iktidar ile olan ilişkilerini müthiş bir gözlemle mercek altına alsa da, bana göre bir "visconti başyapıtı" değil.

filmin afişi

van hove’nin uyarlaması ise bana göre visconti’nin filmini, en güçlü tarafına yani hikayesine dokunmadan, fazlalıklarından soymuş, günümüz estetiğiyle sadeleştirmiş ve keskinleştirmiş. hikayenin anafikri de bu sayede zamanından bağımsızlaşarak evrenselleşmiş.
açıkcası, filmi seyrederken kuramadığım bazı bağlantılar, aklıma gelmeyen bazı yorumlar van hove'nin uyarlamasını seyrederken sanki bir aydınlanma yaşamışcasına zihnimde belirdi. sanırım bunda en büyük rol, van hove'nin hikayedeki hayli kompleks iktidar ilişkilerini ve protagonistlerin çok katmanlı ruh hallerini canlı video görüntüleri kullanarak sarih hale getirmiş olması.
biz seyirciler protagonistlere sahnenin üzerinde bulundukları konumlara göre önden (ve tabii ki tek yönden) bakıyoruz ama bir yandan da, iki kameramanın ya sahnedeki aynı kişi konfigrasyonunu ya da sahnenin iki yanında kalan kör kısımlardaki kişilerin başka açılardan kaydettikleri canlı görüntüleri sahnenin en arkasındaki büyük ekrandan izliyoruz. bu sayede hikaye derinlik kazanıyor; gerek protagonistlerin arasındaki ilişkiler gerekse de protagonistlerin kendi iç dünyaları hakkında görünen çıplak durumlar ile bunların ardındaki saklı durumlar çok belirgin bir şekilde ortaya serilmiş oluyor.






 oyundan sahneler

peki, "lanetliler"in hikayesi, derdi ve benim van hove'nin uyarlamasını seyrettikten sonra yaptığım çıkarımlar neler?
von essenbek ailesi, soyadındaki “von” ekinden de anlaşılacağı üzere almanya'nın soylu, aristokrat, köklü bir ailesidir ve zenginliğini çelik endüstrisine borçlu bir hanedandır. hikaye baba baron joachim von essenbek'in, şirketin yeni yöneticisini de açıklayacağı 80. yaşgünü yemeğinde başlar. baron joachim von essenbek'in bir oğlu ve bir kızı vardır. oğlu konstantin von essenbeck kaba, düz ve yüzeysel bir adamdır, derdi sadece güç ve paradır, müzikle uğraşan oğlu günther'i küçümser, ilerleyen zamanda nazilerin polis teşkilatında görev alacaktır.
baronun kızı sophia von essenbeck ise duldur; şirketin yönetimindeki hırslı ve sınıf atlamak isteyen frederich bruckmann ile ilişkisi vardır. sophie ile frederich şirketi ele geçirmek için, ailenin uzak kuzenlerinden wolf von aschenbach'la birlik olur. wolf ilerleyen zamanda nazi ordusunda ss subayı olacaktır.
konstantin ile sophie-frederich-aschenbach üçlüsü rakiptirler. akşam yemeğinde baron kendisinden sonraki şirket yöneticisi olarak konstantin'i seçtiğini açıklar.
aynı akşam yemeğine davet edilmiş, hatta baron'un malikhanesinde kalan şirketin müdür yardımcısı herbert thalman ise komünisttir ve hikayenin başladığı akşam yemeği sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kalacaktır. çünkü aynı gece baron von essenbek yatağında onun silahından çıkan mermilerle öldürülmüş olarak bulunur, ancak cinayeti planlayıp, işleyip onun üzerine atan sophie-frederisch-aschenbach üçlüsüdür. herbert'in karısı elizabeth ise yurtdışına kaçmış kocasına karşılık ülke içinde önce rehin tutulup, ilerleyen zamanda dachau’da yakılacaktır.

essenbeck'lerin hikayesi nazi almanyası tarihinin köşe başlarıyla paralel ilerler. komünist müdür yardımcısının kaçtığı, baronun öldürüldüğü, kapitalist sağ görüşün şirket yönetimine geldiği akşam yemeği sırasında berlin'de reichstag (millet meclisi) yangını gerçekleşmektedir; yani almanya'da solcu ve komünist avının başladığı ve ülkenin bütünüyle sağ ve faşist görüşe teslim olmasına neden olan (ve aslında aşırı sağın tam da bütün bunlar olsun diye gizliden gizliye kendisinin düzenlediği) o tarihi olay.
bilindiği gibi başa geçtiği ilk yıllarda hitler rakipsiz değildi. aynı, şirketin yönetimine oynayan rakipler gibi, almanya'da da polis teşkilatının palazlanmasıyla aşırı sağın içinden hitler'e karşı bir hareket çıkmış; ülkede polis-asker kıskacında kanlı bir iktidar savaşı hüküm sürmüştü. hitler kendi safından çıkan bu karşı hareketin önünü "uzun bıçaklar gecesi"nde, polis teşkilatının önde gelenlerini bir kamp toplantısı gecesinde katlettirerek aldı. hitler ancak bundan sonra rakipsiz ve tek güç olarak almanya'nın başına geçebildi.

şirketin başında olması dışında, polis teşkilatının da üst düzey yönetiminde bulunan konstantin von essenbeck o "uzun bıcaklar gecesi"nde ordu yanlısı frederich-aschenbach ikilisi tarafından öldürülür. nasıl, hitler devleti bütünüyle ele geçirmişse, şirketi de böylece sophie-frederich-aschenbach üçlüsü ele geçirmiş olur. ancak şirketin başına bu üçünden biri değil, sophie'nin kukla gibi yönettiğini düşündüğü oğlu martin von essenbeck geçmiştir, çünkü konstantin öldükten sonra baron von essenbeck'in tek resmi varisi odur.
martin'i, hikayenin başındaki yaşgünü yemeğinden itibaren takip ederiz zaten; politikayla ve şirket yönetimiyle ilgilenmeyen, ancak hem pedofil hem de annesiyle ensest ilişkisi olan sorunlu bir kişidir. ruhsal olarak sağlıklı olmayan birisi şirketin başına geçmiştir, aynı, ruhsal olarak sağlıklı olmayan hitler'in bir ülkenin başına geçmesi gibi. sanki von essenbeck ailesi almanya'yı temsil etmektedir. hitler'in ülkeyi ve giderek dünyayı cehenneme sürüklemesi gibi martin de içinde bulunduğu hanedanı vahşi bir sona doğru götürecektir.

new york - park avenue armory'deki gösterimden 

yapıma geri dönersem:
ivo van hove canlı ve kayıttan verilen beyazperde görüntülerini, yukarıda bahsettiğim amacın dışında, oyunun bir çok sahnesinde başka etkiler yaratmak için de kullanıyor, bu sayede oyun katmanlar kazanıyor.
şöyle ki, hikayede her bir cinayet gerçekleştiğinde figüran, makyöz, oyuncu bütün ekip sahneye gelip belli bir düzende ve yüzleri bize dönük olarak duruyor, bir süre bizi seyrediyorlar. bu sekansın başında bir anda oditoryumun ışıkları da gözümüzü alacak aydınlıkta açılıyor. bir kameraman sahneden seyircileri çekiyor ve o görüntüler perdeye yansıtılıyor. bu sahneler her defasında; iktidar uğruna şiddetin, ölümün ve vahşetin nazi almanyasıyla sınırlı kalmadığını, coğrafya ve zamanlar ötesinde, hele de bugünde ve şimdide aynı keskinliğiyle var olduğunu yüzümüze tokat gibi çarpıyor.
bu sekanslarda tam ışıklar yanarken, fabrikalarda vardiya düdüğü gibi keskin ve tiz bir sesin mekanı doldurması ve sahnenin en önündeki aksamdan buhar fışkırması da yine seyirciyi kendine getiriyor. ses ile buhar demir-çelik fabrikalarına gönderme yaptığı gibi, toplama kamplarındaki fırınları da çağrıştırıyor. zaten, yine bu sekansların bir parçası olarak, cinayete kurban gitmiş olan karakterin külleri küçük bir kapta getirilip, sahnenin önündeki o buhar çıkan yerde durmakta olan büyük kaba dökülüyor. ölüler arttıkça kabın içindeki küller de çoğalıyor.

uzun bıçaklar gecesi sekansı

van hove'nin "lanetliler" yapımıyla söylenecek çok şey var. her bir sahnesi, her bir mizanseni, her bir sahne düzeni, her bir canlı/kayıt görüntüleri düşünülmüş, tasarlanmış, anlamlı ve etkililer.
iki sahneden daha, kısa kısa bahsedersem:
- van hove'nin hayat ve iş arkadaşı sahne ve ışık tasarımcısı jan versweyveld sahnenin tam ortasına denk gelen büyük dikdörtgen oyun alanının zeminini portakal rengine boyamış. oyun alanının iki yanında yan alanlar var: sağ taarfta siyah renkli, arkalıksız divanlar ve makyaj masaları dizili, solda oyunun başında kapakları açık halde duran siyah tabutlar dizili.
oyun başlarken daha çok sol taraf yoğun; giyinen, makyaj yapan oyuncular, onlara yardım eden sahne görevlileri, kanepelerde zaman geçiren protagonistler, vs... oyun ilerledikçe, ve her bir cinayetle birlikte, ölen kişi figüranlar tarafından eşlik edilerek tabutlardan birine törensi bir edayla götürülüyor, yatırılıyor ve tabutun kapağı kişinin üzerine kapatılıyor. oyun alanında oyun devam ederken, bir süre tabutun içinden verilen canlı (veya önceden kaydedilmiş olabilir) görüntülerde havasız/nefessiz kalmakta olan protagonisti izliyoruz beyazperdede.
sahnede mekansal düzenleme açısından yaşam ile ölümün iki zıt uçta olduğu bir çizgisellik var, ya da yaşamdan ölüme giden bir çizgisellik. hatta belki de şunu bile düşündürüyor bu sahne düzeni: baştaki törensi yaşgünü yemeği aslında o masada oturanların çoğunun cenaze yemeği/töreni de mi aynı zamanda.
- sahnenin arkasındaki beyazperdede sadece sahne üzerinden kaydedilmiş canlı görüntüler yayınlanmıyor. o yüzey sahnelere bağlı olarak farklı anlamlar kuran ya da sahnenin atmosferini kuvvetlendiren estetik bir öğe olarak kullanılıyor. bazen mevcut bir görüntü donduruluyor ve uzun bir süre o şekilde bırakılıyor, bazen canlı görüntüler üzerinde oynanarak (renk ve doku olarak deforme edilerek) yansıtılıyor, bazen grafik görseller kullanılıyor, bazense önceden çekilmiş görüntüler sahne üzerindeki hareketle/durumla senkronize şekilde oynatılıyor. bu son bahsettiğimin en etkili kullanıldığı sahne "uzun bıçaklar gecesi" sekansı. konstantin ile yakın arkadaşını sahne üzerinde bizzat canlı bir şekilde seyrederken, beyazperdedeki görüntüde o ikisinin de içinde bulunduğu onlarca polisi kuşbakışı görüyoruz. "görüntüde neden kuşbakışı çekilmişler ki, çok da ifadeli bir açı değil" diye düşünüyorum, sorumun cevabını almak için sekansın sonunu beklemeliyim: o polislerin her biri, askerler tarafından hunharca vurulduğunda yerde kanlar içinde yatar hallerinin görseli esas, ivo van hove'nin bizlere göstermek istediği: saf vahşetin görüntüsü!

küllerle bedenini sıvayan martin von essenbeck (christophe montenez)

"lanetliler"de sadece reji, sahne, ışık, kostüm ve müzik tasarımları değil oyunculuklar da mükemmeldi. bütün oyuncular göz dolduruyordu; kısa da olsa baron rolünde didier sandre ve elizabeth'de adeline d'hermy, sophie'de elsa lepoivre ve konstantin'de denis podalydes çok iyilerdi, ancak martin'i oynayan christophe montenez herkesten bir adım öndeydi, o çok çok iyiydi.
bu genç aktör aynı gün suarede de orestes'i canlandırdı, çünkü van hove martin ile orestes arasında kurduğu paralelliği bu rollerde aynı oyuncu oynatarak da pekiştirmek istemiş. montenez o gün bence müthiş bir performansla böyle ağır bir yükün altından başarıyla kalktı, gün sonunda bütünüyle tükenmiş olmalı.

sanırım uzun zamandır her öğesiyle bu kadar kusursuz, rafine ve etkili bir tiyatro yapımı seyretmemiştim. oyunun gittikçe artan gerilimli sürecinde sahnenin önündeki büyük kabın içine dökülen külleri, oyunun son sekansında başından aşağıya boca eden ve o küllerle çırılçıplak bedenini sıvayan martin'in görüntüsü uzun süre zihnimden çıkmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder