fotoğraflar: mehmet kerem özel, 27.01.2019, amsterdam stadsschouwbourg rabozaal
amsterdam'da, milo rau'ya ayrılmış brandhaarden festivalinde ikinci günüm. matinede (gündüz 15:00'te yani) rau'nun berlin schaubühne'yle 2017'den beri sahnelediği "lenin"i seyredeceğim. başrolde ursina lardi'nin oynadığını biliyorum ve heyecanlıyım. lardi'ye, bir kaç yıl önce schaubühne'de ostermeier rejisiyle "die kleinen füchse/the little foxes"da seyrettiğimden beri hayranım.
salona girdiğimde, tipik milo rau tarzında yine perdesi açık bir sahneyle karşılaşıyorum; ortada bir ev dekoru, dekorun tam üstünde kocaman bir beyazperde, sağda askılıklara dizili kıyafetler ve duvarın dibine dizilmiş sandalyelerde oturan, dolaşan, giyinen oyuncular, solda bir makyaj masası, aynası seyirciye dönük.
ursina lardi bize arkası dönük makyaj yapıyor. yanında, kıyafetinden anladığım kadarıyla, oyunun makyözü, ya da makyozünün asistanı var, ona yardım ediyor. lardi ile asistan bir ara dönüp seyircilere bakıyorlar, tanıdık yüzler arıyor gibiler.
oyun başladığında ortadaki ev kendi ekseni etrafında dönmeye başlıyor ve böylece çeperinden bakan biz seyircilere içinden veya cephesinden dört-beş ayrı mekanını gösteriyor. mekanlar içeriden birbirlerine bağlanıyorlar.
iki saatlik oyun boyunca; ev devamlı dönecek, bazen biraz daha hızlı ama genel olarak aynı yavaş hızda, iki kameraman evin mekanları arasında, bazen de dışarıda durarak evde gerçekleşen olayları kaydedecekler ve bizler anında yapılan montajla yukarıdaki beyazperdeye yansıtılan görüntüleri seyredeceğiz. aşağıda sahnede olanları hiç izlemeseniz, sadece yukarıdaki perdeye baksanız, kendinizi bir sinemada film seyrediyor zannedebilirsiniz; dekor içinde oyuncuların ve kameramanların dolaşımı, ışık değerleri ve kadrajlar o kadar hatasız, çapaksız bir matematikle çözülmüş ki.
ancak doğrusu bu mükemmeliyet beni etkilemiyor. çünkü bundan çok daha kompleks sahne dekorlarında, çok daha kalabalık oyuncu kadrosuyla ve yine sadece iki kameramanla yapılanını seyrettim ve burada ve o seyrettiklerimde; tiyatro sahnesinde biçim üzerinden yapılmış bir zorlama, bir hüner gösterisi olarak görülebilecek bu durum (yani canlı kayıtla ve canlı montajla tiyatro sahnesi üzerinde sinema tadında film çekebilme), içerikle de birebir örtüştükleri için bana anlamlı gelmişti. az çok rene pollesh'in başlattığı (ve çok iyi bir örneği olmasa da, 2010'daki tiyatro festivali sayesinde istanbullu seyircilerin de deneyimleme şansına erdiği ""cinecitta aperta"da) ve özellikle frank castorf'un (örneğin volksbühne'deki son işi 6 saatlik "faust"ta) ifrata kaçarak sömürdüğü bu furyanın bana göre biçim-içerik bağlamında en sağlam iki örneği: ivo van hove'nin "roman tragedies"i ve fc bergman'ın "JR"ı.
burada ise benim için, schaubühne oyuncu ve teknisyenlerinin sahnede canlı olarak, sanki post-prodüksiyonu bitmiş bir film kadar mükemmel bir çekim yapılabilme maharetini göstermelerinin neredeyse hiç bir ilginçliği, albenisi, anlamı yok. tek, sona doğru bütün oyuncuların sadece rusça konuşmaya başlamalarıyla birlikte filmin siyah-beyaza dönmesi ve görüntülere sanki 1920-30'lardan kalma, eskimiş bir film efektinin hakim olması dışında, o da herhalde reji masasında çok basit bir filtre ile yapılabiliyor.
peki ne anlatıyor, 13 yaşında troçki'nin "genç lenin" kitabını okumuş, ileriki yaşlarında rusça öğrenmiş, 90'lı yıllarda rusya'da protestolar organize etmiş ve şu anda rusya'ya girişi yasaklı, kendini marksist olarak tanımlayan milo rau'nun "lenin"i: lenin'in rusya kırsalındaki çiftlik evindeki son günlerini. troçki orada, stalin orada. iki saat boyunca karakterler arasında bir sürü siyasi, kültürel, toplumsal ve "insani" tartışma oluyor. ve açıkçası konuya biraz yabancı (yani bu tarihi figürler hakkında okumamış, onları yüzeysel bilen) biri olarak bu tartışmalardan çok bir anlam çıkardığım söylenemez. rau'nun "lenin"ini; bütün o dönemi, o tarihi figürleri, felsefelerini ve aralarındaki iktidar savaşını derinlemesine bilenler için müthiş bir beyin fırtınası olabilir, ama benim için değildi.
fotoğraflar: thomas aurin
benim için rau'nun "lenin"inin en ilginç tarafı rau'nun lenin'i bir kadın oyuncuya oynatması, bununla da kalmayıp; lenin'i oynayan sarışın, saçları açık, güzel bir kadın olan ursina lardi'nin makyajla (yani kelleştirilmiş saçları ve yaşlandırılmış yüzüyle) lenin'e bürünmeden önceki oyunun ilk yarısında; o "sarışın, saçları açık, güzel bir kadın olan" lenin'in doktorundan ve hizmetindeki askerden ciddi anlamda (yani erkek egemen dünyada kadına reva görülen anlamda) kötü muamele görmesiydi.
doktorun lenin'in "kıçına" bir iğne yapışı, bunu yapmak için onu bir soyuşu, hizmetindeki askerin lenin'i yatağında bir ters çevirişi var ki, bu kadar hoyratça olabilirdi! işte o anlarda benim gibi lenin'i çok az tanıyor olsanız dahi, onun güç dengelerinin tekrar belirlendiği tekinsiz ve saptırılmış bir ortamda stalin tarafından savunmasız ve yapayalnız bırakıldığını çok açık ve net bir şekilde anlıyorsunuz. rau bunu yabancılaşmanızı sağlayarak başarıyor; lenin diye hitap edilip kötü davranılan figürü "sarışın, saçları açık ve güzel bir kadına" oynatarak.
ne zaman güzel ursina lardi makyajla yaşlı lenin'e dönüşüyor, oyun sepya renkli tarihi bir dramaya yelken açıyor.
halbuki, milo rau'nun ursina lardi ile schaubühne'de bir önceki işbirliği "mitleid. die geschichte des maschinengewehrs" hakkında ayşe draz'ın enfes yazısını tekrar okuyarak amsterdam'a gelmiş, bir akşam önceki "lam gods"dan çok etkilenmiştim; ne beklentilerim vardı bu oyundan!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder