25 Şubat 2019 Pazartesi

milo rau eskizleri -III- "empire"


fotoğraflar: ilki oyun başlamadan önce, ikincisi oyun bittikten sonra. 
mehmet kerem özel, 30.01.2019, amsterdam stadsschouwbourg


yarı aydınlık bir sahne. ortada, yakınına bomba düşmüş gibi harap iki katlı bir evin balkonlu cephesi. sağ arkada, sandalyelere yerleşen dört kişi. eleni karandriou’nun angelopoulos filmlerinden tanıdık müziği.
salonun kapıları açılıp seyircilerin, koltuklarına yerleşirken karşılaştığı, -belki şöyle formüle etmek daha doğru: “içine girdiği”- ortam bu.

salon ışıkları kararıp, sahne ışıkları bütünüyle yandığında arkada oturan dört kişi bir ucundan itip, yani el birliğiyle dekoru döndürüyorlar. karşımıza bir tarafında karyola, diğer tarafında kahvaltı masası ve sandalyeler olan dağınık (yaşayan) bir mutfak dekoru çıkıyor.

sonraki iki saat boyunca o dört kişi monologlar halinde, bize değil, kenarda duran kameraya dönük konuşuyorlar. kameranın o sırada konuşan kişinin bütünüyle yüzünü kadrajlayan görüntüsü canlı olarak sahnenin üst kısmındaki beyazperdeye siyah-beyaz olarak yansıtılıyor. kameranın arkasında bir teknisyen yok, dört kişiden o sırada konuşmayanlardan biri kamerayı yönlendiriyor. yani sahnede o dört kişinin (ve oyunun başında sağdaki reji masasına geçen görevli) dışında kimse yok; onlar da adeta o küçücük oda-mutfağa sığınmışlar.

peki kim onlar ve ne anlatıyorlar kameraya? biri suriyeli kürt (ramo ali), biri suriyeli arap (rami khalaf), biri yunan (akillas karazissis), biri romanyalı (maia morgenstern) dört kişi onlar ve başlarından geçen, yani “yaşanmış ve gerçek” (olduğunu düşündüğümüz) hikayelerini dinliyoruz her birinin kendi ağzından.
iki saat boyunca hiç diyalog yok (her ne kadar monologlar birbirleriyle “konuşuyor” olsalar da). dördü de kendi dilinde anlatıyor yaşadıklarını. çok ender birbirlerinin anlattıklarına tepki gösteriyorlar mesela gülüyorlar veya basit bir hayret nidası çıkarıyorlar. çok çok ender (ama akşamın en kritik anlarında) biz seyircilere dönüp bakıyorlar. dördü de avrupa’nın kıyısındaki veya yakın komşusu ülkelerde doğmuş büyümüş, dördünün de ülkesinde diktatörler hüküm sürmüş/sürüyor, dördü de hayatlarının bir döneminde veya halen vatanlarını (veya yaşadıkları şehirleri) terk etmek, göç etmek zorunda kalmışlar. dördü de amatör-profesyonel, bir şekilde tiyatroya/sinemaya bulaşmışlar ve halen oyunculuk yapıyorlar.
oyun sonrasındaki soru-cevap seansından öğreniyorum ki; dördü de bu yapım için yönetmenin onlarla yaptığı oyunculuk seçmelerinden/tanışma sohbetinden kabul almışlar (yani yönetmenin bağlı olduğu tiyatro kurumunun sabit oyuncuları değiller).





"empire" (imparatorluk) milo rau’nun "the europe trilogy" (avrupa üçlemesi)’nin son halkası. rau avrupa’nın ve yakın çevresinin günümüzdeki sosyolojisini birincil elden tanıklarla ortaya serdiği üçlemesinin ilkini çehov, ikincisini shakespeare, bu üçüncüsünü de euripides ile ilişkilendirmiş. dolayısıyla, vatanını terk etmek zorunda bırakılan “medea”nın izi “empire”daki dört kişide sürülmeye devam ediliyor.

rau bu sefer, “hate radio”da, “la reprise”de, “lam gods”da, hele de ertesi akşam seyredeceğim “five easy pieces”de tabiri caizse “canavar” gibi kullandığı, seyirciyi bıçaksırtı ve ikircikli bir durumda havada sallandıran gerçek-yanılsama trüklerinin hiç birine tenezzül etmiyor. bütünüyle düz ve yalın bir mizanseni var “empire”ın.
rau dramaturjik olarak dört hayatın örtüştüğü kilit noktaları (örneğin baba figürünü) titizlikle öne çıkarmak dışında, seyirci manipüle etmek için sadece beyazperde kullanıyor; sahneden canlı kaydedilip siyah-beyaz yansıtılan görüntülerin arasına, anlatılarda sözü geçen (maia morgenstern'in rol aldığı theo angelopoulos'un "ulis'in bakışı" filminden lenin'in heykelinin mavnada taşındı sahne, rami khalaf'ın öldürülmüş abisini teşhis etmek için teker teker baktığı baas rejiminin işkenceyle katlettiği 12000 insanın yüz fotoğrafı, ramo ali'nin suriye-türkiye sınırındaki mezarlıkta ölmüş babasını ziyaret etmesi gibi) bazı konuların görüntülerini sıkıştırıyor.

avrupa’nın kıyısında acılarla, ölümlerle, işkencelerle, terk etmelerle, yeniden başlangıçlarla, yüzleşmelerle, zorluklarla dolu dört hayat. ama kesinlikle olağandışı değil; belki avrupalı seyirci için öyle ama benim gibi tam da bu coğrafyada yaşayan biri için olmadığı kesin; çünkü anlatılanlar bu coğrafyada yaşayan çoğumuzun veya yakınlarımızın başına gelmiş/geliyor/gelecek olması olası şeyler. bu coğrafya ki “trajedi”nin anavatanı; homeros’dan beridir..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder