22 Şubat 2011 Salı

!f 10, izlenim 3: "ahlaksız" nasihatler



öyle bir sahne topluluğu düşünün ki, josephin baker 70’lerde paris sahnelerine dönüş yaptığında “öldüğümde, benim yerime bu tiyatroya dzi croquettes’i çıkarın” diyerek onları adres gösteriyor. ve kaderin cilvesi bakın ki; baker, şovunun birinci haftasında kalp krizi geçirip sahnede vefat ediyor ve tiyatronun sahibi baker'in vasiyetini yerine getirip dzi croquettes'i sahneye çıkartıyor.

“geyler ölmez, pırıltıya dönüşürler”, “aşk herkesi fetheder”, “ne erkek ne kadın. insan!”

!f’te gösterilen aynı adlı belgesel filme konu olan “dzi croquettes” adlı kadın kılığında sahneye çıkan erkek sanatçılardan kurulu kabare topluluğunun sloganları saymakla bitmeyecek kadar çok ve etkileyici. özgür ve fütursuzlar!
70’lerin başında brezilya’da başlayıp, dikta rejimi tarafından yasaklanınca Portekiz üzerinden fransa’ya göç eden topluluğun serüvenini anlatıyor film. günümüz brezilyası’nın oyuncusuyla, yapımcısıyla, yönetmeniyle, şarkıcısıyla, kostümcüsüyle en önemli sahne ve müzik insanları anlatıyorlar dzi croquettes'in hikayesini; hepsi aynı heyecanla, aynı hayranlıkla, aynı duygusallıkla, aynı inanmışlıkla; belli ki “dzi croquettes” cinsellik ve hayat konusunda olduğu kadar yaratıcılık konusunda da avangarde, devrimci, özgürlükçü yaklaşımıyla bir dönemin brezilya sahne sanatlarına damgasını vurmuş. ve hatta dünya sahne sanatlarına bile dense iddia olmaz.

her zamanki çoşkulu haliyle liza minelli de anlatıyor dzi croquettes ilgili anılarını; zira paris’e sığındıklarında sanat çevresinden bütün tanıdıklarını toplayıp “dzi croquettes”in şovunu seyrettirerek onları ünlü yapan liza minelli.
rivayet o ki, maurice bejart daha brezilya’dalarken defalarca en ön sıradan izlemiş onları. yalan değildir; belgeseldeki sahne şovu görüntülerinde koreografiler o kadar benzersiz ve topluluğun bütün üyelerinin dans teknikleri o kadar yüksek ki, büyülenmemek imkansız. zaten topluluğun “baba”sı (koreografik beyni) brezilya’dan önce broadway’i kasıp kavurmuş new york doğumlu bir sanatçı: lenni dale.

zamanında bir aile gibi bir arada, aynı evde yaşayan 13 erkekten kurulu topluluktan günümüzde yaşayan beşi de hala için için yanan heyecanlarıyla aktarıyorlar o günleri. “bir aile gibi” tabiri yaşantılarını anlatmak için kullanılan bir alegori değil, gerçekten bir aile gibiymişler; toplulukta hepsinin bir aile ferdi pozisyonu varmış; anne “wagner”, baba “lennie”, kızlar, kuzenler, teyzeler… tabii, tahmin edilmesi güç değil; ensest bir aile. kendileri de saklamıyorlar zaten; zira hayat felsefeleri bunun üzerine kurulu: tabuları yıkmak ve özgürleşmek!

benzersiz dzi croquettes’i perdeye taşıyan yönetmen tatiana issa, yetmişlerin sonunda topluluğun teknik ekibinde çalışan bir elemanın o zamanlar yedi yaşında olan kızıymış. 2009 yapımı belgesel iki yıl zarfında dünya üzerinde sayısız ödül almış; geç de olsa, iyi ki bize de uğradı. bu insancıl ve eğlenceli belgeselle bizleri buluşturdukları için !f’çilere yürek dolusu teşekkürler…



“ne kadın ne erkek, insan!” diyen bir filmle hiçbir şey yarışamaz diye düşünürken, hemen sonraki “biyolojik şartlanmalarını terk et” demez mi! böyle asi, sıra dışı ve “gayriahlaki” sloganları olan iki filmi arka arkaya seyretmek ancak planlayarak olur, ama ben planlamış da değildim; “üç”e (drei) konusunu okumadan, sırf tom tykwer’in son filmi olduğu için bilet almıştım.

hoş, çözümü üçlü ilişkide gören veya üçlü ilişkiyi konu edinen filmler yapılmadı değil daha önce; tom tkywer’inkinin farkı, kahramanlarının [almanların sevdiği tabirle “protagonistlerinin”] 40 yaş üzeri ve çocuklu olmaları.
“üç” enfes bir çağdaş dans sekansı ile açılıyor; zaten koreografi her şeyi anlatıyor. gerisi ise tkywer’in ustalığı. iyi ki eski huylarından da vazgeçmemiş; biçimsel denemeler filme tazelik katıyorlar.

“üç”ün altyazısı üzerinde, ancak kırpılmadan vizyona girebilir mi emin değilim. aslında ülkemdeki çoğunluğun kafa yapısına kalsa, filmi toptan sansürlemeleri gerekir, zira anafikri “sakıncalı”.

belki “winterschlaefer” (kış uykusundakiler) kadar hipnotik, “koş lola koş” kadar dinamik, “heaven” (cennet) kadar ulvi değil ama tykwer’in eski formunu kazandığını muştulaması açısından kaydadeğer bir film “üç”.
kaçırmamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder