5 Aralık 2010 Pazar

ölü doğa / ilyas odman


(fotoğraflar: ebru satır)

hani tek bir çalgı için yazılmış bir beste sonradan orkestraya uyarlanır ya, ilyas odman'ın yeni yapıtı "ölü doğa" da, “bugün hiç bir şey” adlı etkileyici solosunun sekiz kişilik bir topluluğa uyarlanmış şekli gibiydi.

orkestra uyarlamaları ustaca ve yaratıcı bir şekilde yapıldığında, solo yapıtın tek sesliliğine farklı çalgıların seslerini, tonlarını, duygularını katarlar, bunlarla çoğalırlar, çokseslileşirler.
solo yapıtın vurguları artar, altını çizdikleri daha da belirginleşir ve kalabalıklaştığı için -kaçınılmaz olarak- görkemleşir, gürleşir.
örneğin ravel'in sarmallanan "la valse"ini orkestradan dinlemek farklı, bambaşka bir deneyim sağlarken dinleyiciye, mussorgsky'nin "bir sergiden tabloları"nı solo piyanodan dinlemek hiçbir şey kaybettirmez, hatta bence solo piyano versiyonu daha etkileyicidir.

"ölü doğa", hafızam beni yanıltmıyorsa, "bugün hiç bir şey"in izleğini olduğu gibi takip ediyor. “bugün hiç bir şey”de odman'ın tek başına olduğu, anlattığı ve şarkısını söylediği, unuttuğu zaman seyirci tarafından hatırlatılan "çok basit" hikayeyi "ölü doğa"da sekiz performansçının her biri teker teker oluyorlar, anlatıyorlar ve unuttukları anlarda seyirci tarafından hatırlatıldıklarında olmaya ve anlatmaya devam ediyorlar.
soloda tek bir müzik parçası, sadece sezen aksu'nun "istanbul hatırası", kullanılıyorken, "ölü doğa"da performansçı sayısı artmasıyla birlikte kullanılan müzik parçaları da artmış. ancak şarkıların ortak noktası değişmemiş: hüzün ve sezen aksu.

"bugün hiç bir şey" aşkı -ve sevgiliyi- kaybetmek, yalnız kalmak, acıyla başa çıkmak üzerine ne kadar iç acıtıcı, hatta kanırtıcı, hüzünlü ve; performansçının bedenini ve benliğini sonuna kadar zorladığı gibi -kendini kaptıran- seyirciyi de tüketen bir yapıttıysa, "ölü doğa" da aynı etkiye sahip.
hatta bu sefer -kişi sayısının çoğalmasıyla- olunan ve anlatılan hikayeye her bir performansçının kendi yorumunu, vurgusunu, mimiğini, "kendisi"ni katmasıyla acı ve burkulma daha da katmerleniyor.

ilyas odman'ın guillermo del toro'dan alıntıladığı gibi "..bir hayalet nedir ki, sürekli kendini tekrar eden bir trajedi, bir acı anı belki de", ama özünde, "bugün hiç bir şey"de anlatılana artı ne kattı "ölü doğa"? artı bir şey katması da gerekir mi?
yine de; sahnedeki o acı, o tükenmişlik, o kendini acıtma hali, o yalnızlık tek bir bedende/ruhta daha samimi, daha sahici, daha cisimleşmiş, daha güçlü ve daha kişiye özel değil miydi!
böyle çoğaltılınca, evet etkisi arttı ama yoğunluğu da aynı oranda arttı mı?
emin değilim..

bu kalabalık versiyonda bir tek durum amacına ulaşmış gibiydi (talimhane tiyatrosu, 30 kasım 2010 salı gösteriminde): sahnedekilerin arka arkaya hikayeyi unuttukları ve seyircilerden arka arkaya hatırlatma sözcüklerinin geldiği; sanatçı-seyirci, sahne-salon ayrımının silindiği; "hepimizin tek bir hikaye olduğumuz" o an!

...

ilyas odman çok şanslı. ona, en az onun kendi performansındaki gibi kendilerini tüketecek, fiziken ve ruhen acıtacak kadar inanmış, "kendilerini adamış" sekiz pırıl pırıl genç öğrencisi var. bence, her sanatçıya kısmet olmaz bu kadar inançlı mürit. adlarını sıralamdan edemeyeceğim: yağmur gurur, merve şen, eylem ikizler, nurşah akarçay, mert can kayretli, hasan hakan yılmaz, erkan kılıç, ibrahim taşkın, musab ekici.

ilk gösterimi 27 ekim'de duru tiyatro'da yapılan "ölü doğa"yı ben 30 kasım'da talimhane'de izledim. umarım sezon boyu sahnelenmeye devam eder.
yalnız, "ölü doğa"ya ruhen sağlam olunan bir akşamda gitmekte fayda var, yoksa benim izlediğim akşamki bazı seyircilere olduğu gibi, bazı sahnelerde insanın çığrından çıkması işten bile değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder