22 Mayıs 2010 Cumartesi

tiyatro festivali 17, izlenim 6: mutlak olan ile mevcut olan


dün ayşe orhon - ahmet altınel performansı "hava"da çok steril bir ortamdaydık; sessiz, sakin, temiz ve siyah. dışarıdan, hayattan, gürültüden soyutlanmış bir "black box"un içindeydik; "hava"da izlediğimiz her şey "kültürel"di; mutlak bir tasarım vardı.

bugün "ıslak hacim"de ise "yaşanmış" [doğru tabir mi emin değilim, cezaevi ile "yaşamak" kelimesi beraber kullanılabilir mi!] ve ardından terk edilmiş mevcut bir yapının içindeydik; gürültülü, pis, tehlikeli ve darmadağınıktı. izlediğimiz her şey o anda ayağımızı bastığımız "yer"e aitti, oradan esinlenilerek tasarlanmıştı: mekana özgü idi.
bugün hava da yardım etti, sağanak yağmur yağdı; bayrampaşa eski cezaevi'ndeki performans bulutlu, gri, ıslak atmosferde daha da etkileyici oldu.



mevcut yapı çok etkileyiciydi, "ne yapsan olur" kadar. hava da performansa cuk oturdu. ama hakkını yemiyim; performans da, gerek mekan kullanımı, gerekse koreografi olarak iyiydi.

cezaevi'nin kendisi zaten çarptı beni; sadece filmlerde gördüğüm, içindeki hayatı sadece filmlerden bildiğim bir yapı türünü, hem de terk edilmiş, pencere-kapıları sökülmüş, harap bir vaziyette yaşantıladım.
etrafımdaki diğer seyirciler bir anda kayboldu algımda; mekanlar o kadar güçlüydü ki -ezicilikleri, yaşanmışlıkları ile-, o andaki başka her şeyi unutturdu bana: ardarda biteviye sıralanmış koğuşlar, avlular; bir dolu bir boş, bir dolu bir boş!... biteviye, upuzun giden koridorlar... koğuşların arka yüzlerinin baktığı daracık boşluklar... yerde kırık camlar, duvarlarda resimler, grafitiler...
sonra absürd bir avlu: bir osmanlı camisinin avlusundan ışınlanmış gibi sekizgen bir abdest çeşmesi (ama beton) ve inanılmayacak kadar absürd bir öge daha: aynı avlunun bir köşesine oturtulmuş orta boyda bir klasik dönem osmanlı cami minaresi (bu da betondan); acaba şerefesine çıkılabiliyor mu; hiç çıkıldı mı...


"…Hayatımda duyduğum en yoğun koridordu.
Yerlere, kırılan duvarlardaki özgürlüğe, algılayamadığım
korkuya ve utandığım kötülüğe, asılı kalmış masumluğa
bakıyorum, ayağımın altından, genzimden,
kalbimden çıkan sesleri dinliyorum.
Anılar, rüyaların aktığı yastıklar, musluklar,
süngerine ağırlığı emmiş yataklar,
havadaki hayaller bedenimden içeri girip aklımı ele
geçirmeye çalışıyor.

Tuğçe Tuna / Bayrampaşa Eski Ceza Evi 2010"

tuğçe tuna'nın koreografisini yaptığı remdans proje topluluğu'nun performansı "ıslak hacim" temelde, cezaevi'nin üç mekanında gerçekleşen birer bölümden oluştu: avlulardan biri, ibadethane (cami) ve tiyatro salonu. arada da, bir mekandan diğerine giderken, yol üstündeki ikincil mekanlarda küçük işler, düzenlemeler, performanslar sergilendi.

yapıtı başlatan avlu'daki performans sırasında sağanak yağmur devam ediyordu; sekiz dansçı yağmurun altında, üst kattan atılan su bombalarına ihtiyaç duymadan, gökyüzünden boşalan damlalarla sırılsıklam olmuş bir şekilde olağanüstü bir performans çıkardılar. [açık koridorlu hapishaneden bozma olan lisemde de (istanbul'da hapishaneden bozma tek lise olduğu için adını anmayacağım) teneffüslerde üst katlardaki koridorlardan avludaki öğrencilerin üzerine su torbaları atmak en büyük eğlenceydi.]
avlunun kenarlarına yığdıkları şiltelere düşen iri yağmur damlalarının sesi sezen aksu'nun şarkısına karışırken, dansçılar kaygan zeminde koşar adım diğer mekana yönlendirdiler bizi.

ikinci mekan ibadethane'de hem o mekandaki koreografi, hem de cezaevini oluşturan yapıların pencerelerinin aynı çizgi üzerinde olmasından yararlanılarak konumlandırılmış diğer dansçıların bir avlu, iki avlu, üç avlu uzaktaki koğuşlarda gerçekleştirdikleri hareketler eşzamanlı ve derinlikli olarak izlenebiliyordu ki, bu yerleştirme inanılmaz derecede etkileyiciydi.

keşke üçüncü mekan, tiyatro salonu'ndaki bölüm hiç olmasaymış. ilk iki bölümün, hapiste olmanın fiziksel ve ruhsal hallerine dair soyutlamacı vuruculuğundan sonra, bu mekandaki koreografi fazlaca betimlemeci, abartılı ve bildik geldi bana. evet, yarısı kalmış mevcut koltukları, ahşap lambrileri ve dama tahtası tavanı ile etkileyici bir mekandı, ancak buradaki performans ilk ikisinin şiddetinde değildi.

çıkışta, artık iyice kararmış, kasvetli ve hala ıslak havada, izleyicileri taksim'e, "hayata" geri götürecek servise bindiğimde, hoparlörden gelen orhan gencebay'ın sesi de performansın bir parçası mıydı, yoksa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder