ahşaptan büyük, kare bir platform. önce; havada, asılı hareket ediyor, bazen düz bazen açılı. sonra; zeminden yükseltilmiş bir düzenekle döndürülüyor, hızlı, yavaş, saat yönünde, ters yönde. sonra; tam ortasından tek bir direğin ucunda tutturuluyor, kontrolsüzce her an her yöne her açıya meylediyor. sonra; zeminle tam dik açı yapacak duruma getiriliyor; sert, sarp. sonra; salıncak gibi iki yönde sallandırılıyor.
platform bütün bu farklı halleri alırken kah üzerinde, kah altında kah yan taraflarında altı kişi var. bu altı kişinin her biri, platformun her farklı haline göre kendi bedenini ve hareketlerini, ve diğerleriyle olan ilişkilerini adapte ediyor. bu altı kişi bazen tekil olarak davranıyor, bazense topluluk olarak hep birlikte davranıyorlar.
platform her seferinde tehditkar, tehlikeli, hakim; oyunun kurallarını yani üzerinde durma (hayatta kalma) kurallarını o belirliyor, ta ki son haline kadar.
o son salıncak halinde platformun hareketini belirleyen, yöneten, yönlendiren artık platformun kendisi (ya da platformu yöneten sahne teknisyeni) değil, o altı kişi. onlar istedikleri gibi platformun hızını belirliyor, ama platform için kendi belirledikleri davranış şekli ve seçtikleri hızdan, zaman geliyor onlar muzdarip oluyor, inciniyor, hatta kurban veriyor.
nesnenin kendi halleri/doğası (ya da kurduğu oyun da denebilir) ne kadar tehlikeli de olsa üzerinde/altında/yanında hareket edenlere sadece zorluk çıkarıyor, öldürmüyor. nesnenin insanı soktuğu zorlu haller insana bireyselliğini, toplumsallığını sorgulatıyor, yardımlaşmaya zorluyor, dayanışmayı öğretiyor.
nesnenin kontrolü ne zaman insanlara geçiyor, nesne onların elinde bir noktadan sonra oyunsu halinden çıkıp, tehdite, öldürücü bir silaha dönüşüyor; belki isteyerek değil ama kaçınılmaz bir şekilde.
geçtiğimiz pazar, 11 kasım günü istanbul'da ilk defa yoann bourgeois'ı seyrettik. bourgeois son yıllarda fransa'da oldukça popülerliği artan bir sanatçı; koreograf, dansçı, akrobat, yeni sirk sanatçısı. biyografisindeki ilginç detaylardan biri, çağdaş dansın önemli isimlerinden maguy marin'in topluluğunda dört yıl dans etmiş olması. geçen sonbaharda paris'in ikonik yapılarından pantheon'da gerçekleştirdiği yere-özgü (site specific) işi ise büyük övgülerle karşılandı. bu işi şiirsel bir dille kayıt altına alana 50 dakikalık enfes bir film var. (merak edenler tıklayabilirler)
bourgeois istanbul seyircisinin karşısına dört yıldır turnede olan "celui qui tombe" (düşen adam) adlı işiyle çıktı. gösterinin haberinin açıklandığı o yaz gününden beri, sonbaharı iple çekmeme neden olan, bu kışın en heyecanla beklediğim işlerinden biriydi.
ekim'de paris'te bourgeois'nın en yeni işi "scala"yı da seyredip büyülenince, hem "celui qui tombe"dan beklentilerim iyice artmıştı, hem de onu ünlü eden eski bir işini de seyredecek olmaktan dolayı sevinçliydim.
"celui qui tombe" beni hayal kırıklığına uğratmadı; az ve öz malzeme (bir platform ve altı dansçı) ile, her seferinde şartları değiştirerek neler yapılabileceğine, yapılanların sırf yapılmış olmak, heyecan veya farklılık yaratmak için yapılmadığına, anlamla da yüklü olabileceğine, ancak o anlamların/mesajların direkt değil dolaylı bir şekilde seyirciye geçirilebildiğine, ve bütün bunları yaparken şiirsel, estetik ve eğlenceli olunabileceğine çok güzel bir örnekti bu gösteri.
esinlenmiş midir bilemem, ama ilk sahne bana giacometti'nin "piazza"sını hatırlattı.
"celui qui tombe" hem sahne tasarımı olarak müthiş bir teknik bilgi ve beceri, hem de bedenlerini ustaca kullanan dansçılar gerektiriyordu.
eğer cirque du soleil değilseniz, devasa bir platformu havada hareket ettirebilecek ve daha sonra başka bir çok farklı kullanıma uyarlayabilecek şekilde tasarlamak ve bu tasarımı uygulamaya geçirmek öyle çok da kolay bir iş olmasa gerek. bourgeois her işinde bu anlamda sınırları zorluyor.
dansçılar da çok iyiydiler; platformla kurdukları ilişkiler, bedenleri kullanış şekilleri, hele de platform salıncağa dönüştüğünde onun tarafından çarpıldıklarında veya sürüklendiklerindeki hareketlerinin ve bedenlerinin zarifliği müthiş estetikti.
fransız kültür merkezi 1990 yılındaydı yanılmıyorsam, philippe genty'i getirmişti istanbul'a. harbiye muhsin ertuğrul sahnesi'ndeki gösteriyi hala unutamıyorum, daha önce hiç öyle bir şey seyretmemiştim; büyülendiğimi hatırlıyorum.
yıl 2018; fransız kültür merkezi ayağımıza yine farklı bir dünyayı getirdi, bizleri gösteri sanatları alanında yeni yeni parlayan bir yıldızla çok geciktirmeden tanıştırdı. yürekten teşekkürler!
Ben de sana teşekkür ederim Danzon. Sen tavsiye etmesen bu gösteriye gitmeyi ebbedi akıl edemezdim. Müthişti! Bana insanın dünyaya gözünü açışını, dünyanın hengamesini, dünyanın bir köşesindeki dengesizliğin tüm dünyanın dengesini nasıl bozabildiğini, çileyi, koşuşturmayı, dayanışma olunca düzenin nasıl huzura kavuştuğunu, kararsızlıkları, denemeleri, hataları ve elbette insanın dünyadan kopuşu...
YanıtlaSilSanat ne şahane bir dil. Çok modern bir sanat diliyle kadim bir mevzuyu seyrettim. Belki konu bu değildi. Yeminle hüzünle bunları hissederek seyrettim. Evet...Yürekten teşekkürler!
beğendiğine çok sevindim :) hele de gösteriye yüklediğin anlamlara daha çok sevindim, çünkü iyi bir gösterinin aslında ne kadar çok anlam barındırabileceğine, onun üzerinden her seyircinin kendi sinopsisini yazabileceğine dair çok güzel bir örnek vermiş oldun. pina bausch'un işleri de böyledir.
YanıtlaSilbence "celui qui tombe"un konusu rahatlıkla senin yazdıkların da olabilir; bu tür gösteriler o kadar açık uçlu ki, hatta bence umberto eco'nun tam da "açık yapıt" olarak tanımladığı cinsten bir gösteri bu, her türlü yoruma açıklar. güzel ve güçlü tarafları da bu zaten.
tekrar çok sevindim beğenmiş olmana :)
sevgiler..