21 Ağustos 2013 Çarşamba

louis malle'in amerika belgeselleri



louis malle'in iki uzun metrajlı belgeselini seyrettim geçen akşam; ikisi de a.b.d. ile ilgili.
"god's country" (tanrının ülkesi) 1979-1985, "and the pursuit of happiness" (ve mutluluk arayışı) 1986 tarihli.

ilk belgesel a.b.d.'nin küçük bir kasabasında, ikincisi ise neredeyse her yerinde yapılmış çekimlerden oluşuyor. ilki sıradan, küçük boyutlu bir kırsal yerleşimde oturan amerikalıların portresini çizerken, ikincisi dünyanın dört bir yanında amerika'ya göçmen olarak gelmiş kişileri konu ediniyor. ilki "derin" amerikan taşrasının, ikincisi "fırsatlar ülkesi" amerikanın portresi.

louis malle amerika'ya brooke shields'li "pretty baby"i, susan sarandon ve burt lancaster'li "atlantic city"yi çekmeye geldiğinde pbs televizyonu ona açık kart verir; istediği konuda bir belgesel çekebilecektir.
sinema hayatına kaptan cousteau'nun "silent world" (sessiz dünya) adlı uzun metrajlı su altı belgeselinin cousteau ile ortak yönetmeni olarak başlayan, daha sonraki yıllarda "phanton india" ve "calcutta" gibi efsanevi belgesellere imza atmış olan malle için bulunmaz fırsattır pbs'nin önerisi. gerçi maddi olanaksızlıkar dolayısıyla filmin post-prodüksiyonu altı yıl gecikir, ama louis malle bunu da filmin lehine çevirmeyi başarır.





"god's country" a.b.d.'nin orta-kuzeyine düşen minnesota eyaletindeki glencoe kasabasının sakinlerini anlatıyor. louis malle omuzunda kamera kasabaya girer girmez dikkatini çeken ilk kişiye, bahçesindeki çiçekleri çapalamakla meşgül yaşlıca bir hanıma yanaşıyor, onunla usul usul sohbet etmeye başlıyor ve arkası çorap söküğü gibi geliyor; çok doğal bir şekilde!
evet louis malle bir fransız, evet omuzunda kamera var, evet dikkat çekmiyor değil, evet bazıları bir yabancı olduğu için ona biraz mesafeli durmuyor değil ama bunlar çok minör kalıyor; malle'in kamerayla yaklaştığı herkes bütün samimiyetleriyle hayatlarını, dertlerini, hayata bakışlarını, arzularını, ileriye dair umutlarını, içlerinde kalanları teklifsizce anlatıyorlar; inanılmaz!




17'sinde evlenen genç kızın kilisedeki düğünü ve arkasından büyük kapalı salondaki eğlenceler, müzikler, danslar; yaşlılar evindeki sakinler, sokakta yürüyüş yapan eşi vefat etmiş bir dedenin geleceğini mezarda görüyor olduğuna dair yorumu; çiftliklerinde severek ve isteyerek tarımla, hayvancılıkla uğraşan genç-yaşlı insanlar; kasabanın tek tiyatro topluluğunun gösteri hazırlıkları; panayırdan görüntüler; kasabanın tek lokantası "dairy quenn"in işletmeci ailesiyle sohbet; kasabanın en büyük marketindeki reyonları sahibinin eşliğinde ziyaret; bingo oynayanlar; kasabanın genç kızlardan oluşan voleybol takımının maçı; saymakla bitmez..

belgeseli seyrederken öyle bir an geliyor, sanki bütün kasaba aileniz oluveriyor; kendinizi onlara çok yakın hissediyorsunuz. o kadar ki, "keşke bir 20-30 yıl sonra bu insanların neler yaptıklarını, nerelerde olduklarını görebilseydim" diye geçti içimden. ve belgeselin bitimine 15 dakika kala louis malle bu dileğimin daha kısa vadelisini gerçekleştiriyor.
malle altı yıl sonra glencoe'ya tekrar gitmiş, bir önceki seferde röportaj yaptığı insanları tekrar bulmuş ve belgeselin son 15 dakikasını bu ziyarete ayırmış.

filmin en başındaki yaşlı teyze hala aynı bahçede çiçeklerinin başında; o 91 yaşındaki teyzeyi bıraktığımız yerde tekrar görmek içinizi ısıtıyor, ancak kasabanın geri kalanı bıraktığımız gibi değil. belgeselin vuruculuğu da esas bu noktadan itibaren gittikçe yükseliyor. ronald reagan'ın başkanlığındaki amerikan yönetiminin ekonomiyi aşağı çeken politikası ülkeyi hayallerin, umutların mekanı olmaktan çıkarmış, daha çok depresyonun, yoksulluğun ve umutsuzluğun mekanına dönüştürmüş.

altı yıl önce büyük bir heyecan ve istekle tarımla uğraşan üç çocuklu genç karı-koca (kasabanın en genç çiftçileri, adam o zaman 28 yaşında) artık çocukları için başka gelecekler hazırlamayı planlamaktalar; kendileri hala tarım ve hayvancılıkla uğraşmayı seviyorlar ve hayattan başka bir beklentileri yok ancak ekonominin alaşağı ettiği sistem çiftçilerin geleceğini soru işaretien dönüştürmüş; ve kendileri lise mezunu olan karı-koca çift çocuklarının mutlaka kolej eğitimi almaları gerektiğine karar vermişler ve bütün birikimlerini bu yöne kanalize etmişler, çünkü "eğer çocuklarımız arasında çiftlikte kalmak isteyecek olan olursa da, cebinde başka bir mesleğinin mutlaka olması gerektiğini" düşünüyorlar.


altı yıl sonraki çekimler sayesinde belgesele hem zamansal hem de sosyo-ekonomik katmanlar ekleniyor.
bu çekimler olmasaydı da malle ustalıkla amerikan taşrasının başarılı bir sosyolojik portresini çizmiş olacaktı.
malle kasaba sakinleriyle yaptığı röportajlar sırasında muhafazakar toplumun kodlarını da ortaya seriyor usul usul;"hayati" konulara değiniyor, canalıcı sorular soruyor: "kasabada neden hiç siyah yok?", "eşcinseller neden görünür değiller?", "kasabada 7'si protestan 9 kilise var, hiç sinagog yok", "sizden önce buralarda yaşayan kızılderililer şimdi nerede?"

belgeselin son karelerinde, oğlu vicdani redçi olmuş olan babanın sözleri: "bu topluma inancım var, bu toplumun içinde iyi insanlar da var ancak şimdilerde insanların gözünü açgözlülük hırsı bürümüş ve toplumu sarmış durumda!"

...

1979-85 tarihli belgeseli günümüze bağlayan öğeler de çok fazla.
örneğin, hemen başında domuzların hayvan çiftliklerinden mezbahalara, oradan fordist üretim bantları üzerinde parçalara ayrılıp, türlü makinadan geçerek tüketime hazır paketlere nasıl getirildiğini gösteren sekans, son !f'te izlediğimiz ron fricke'nin 2012 tarihli "samsara" filminde de karşımıza çıkıyor.


La surconsommation from Lasurconsommation on Vimeo.
"samsara"dan bahsettiğim sekans

festivalde gösterilip, yaklaşık 1.5 ay önce de sinemalarımıza sessizce gelip gitmiş matt damon'un hem oynadığı, hem senaryosunu yazdığı hem de yapımcılığını üstlendiği berlinale'den jüri özel ödüllü gus van sant filmi "kayıp topraklar" (promised land) tam da louis malle'in konu ettiği çifliklerin 30-35 yıl sonraki hallerini anlatıyordu. ekonomik bunalım içinde varolma savaşı veren, yoksulluk ve yoksunluk sınırındaki orta amerika çiftçilerinin umut kaynağına dönüşen, arazilerinin altındaki topraktaki gazı, değerinden daha düşük fiyata alıp, zamanla üzerinde tarım ve hayvancılık yapmayı da engelleyecek teknikle çıkaracak olan şirketlerin dalavereleridir anlatılan. bir yerlerden bizim karadeniz'deki hes'leri, kaz dağları'ndaki altın şirketlerini de hatırlatıyor, değil mi..


kayıp topraklar (promised land) fragmanı

...

"god's country" ile ilgili son bir şey:
malle'in kasabada kamerasını çevirdiği kişilerden en "özgür ruh"lu olan üçü, aynı zamanda kasabanın tiyatro grubunun yazarı ve oyuncularıydı.
oyunların yazarı olan millie, vietnam savaşı döneminde zorunlu askere gitmeyi red ederek adını amerikan tarihine yazdırmış vicdani redçinin annesiymiş aynı zamanda.
oyuncu olan diğer iki kişi, steve ile jean ise hayata bakışları, hayattan beklentileri, kasabadaki atmosferi tarfi edişleri, cinsellik, kilise, kürtaj, evlenmeden birlikte yaşama ve boşanma konularında o dönem için taşra için radikal sayılabilecek fikirlerini kamera karşısında özgürce söylemeleriyle aklımda yer ettiler. ve düşünmeden edemedim; demek ki tarih boyunca her türlü iktidar bu yüzden tiyatrodan hoşlanmamış, tiyatroyu yasaklamaya, kontrol altına almaya çalışmış, çünkü tiyatro insanın kendini özgürce ifade etmesini, özgürce düşünmesini sağlayan bir sanat pratiği..

 esas işi inekleri suni döllemek olan, oyuncu steve

 oyuncu, banka memuresi ve haftasonu akşamlarında barda garson kız jean

louis malle glencoe'ya altı yıl sonra geldiğinde millie, jean ve steve neredeler, ne yapıyorlar, hangi durumdaydılar?
bunun cevabını da filme bırakıyım..



3 yorum:

  1. süpermiş. elinize sağlık. sonunu merak ettirdiniz. ve mutluluk arayışı hakkında da yazacak mısınız? michael apted'in 7 Up serileri hakkında ne düşündüğünüzü de merak ettim şimdi. onun kritiğinide yapsanız bi ara. z.

    YanıtlaSil
  2. yazımı beğendiğinize sevindim..
    evet, "...mutluluk arayışı"nı da yazacağım..
    apted'in serisinden haberdar değilim; sayenizde öğrendim, araştıracağım; teşekkür ederim..

    YanıtlaSil
  3. rica ederim. ilgileneceğinizi ve beğeneceğinizi sanıyorum. bende malle'ın belgeselinden habersizdim. yazınızı okurken aklıma up serileri geldi. 64den günümüze kadar devam eden kaydadeğer bir çalışma. sevgiler. z.

    YanıtlaSil