17 Ekim 2012 Çarşamba

the ACT jubilee night



akbank caz'ın heyecanla beklediğim konserlerinden biri "the ACT jubilee night" idi. 20 yıl önce münih'te kurulmuş ACT firmasının yıldönümünü kutlanan bu konserde, firmanın yıldız isimleriyle genç ve daha az tanınan yeteneklerinden bir karma oluşturulmuştu. londra, paris, malmö ve düsseldorf'u kapsayan uzun bir turneden sonra son durakları istanbul'du. bizzat firmanın sahibi sigfried "siggi" loch da eşiyle birlikte bizlerle olmasına rağmen, maalesef lütfi kırdar salonunun üçte biri bile dolu değildi..
"siggi" kısacık ve samimi sunuş konuşmasında nasuhi ertegün'e ve arif mardin'e teşekkür etti; onlar olmadan bu noktaya gelemeyeceğinin altını çizerek..

konserin ilk yarım saatinde ses/mikrofon sorunu yaşanması talihsizlikti. landgren büyük bir alçakgönüllükle soundcheck yapacak vakitlerinin olmadığını söylese de, mikrofon sorununun festivalin teknik ekibi tarafından bir türlü giderilememiş olması keyfimizi kaçırdı. garaj'daki maalouf konserinde de ses düzeninin kötü olması, 22 yıldır süren bir festival için üzücüydü..

tesadüf benim akbank caz'da izlediğim iki konserde de mikrofonu eline alan sanatçılar konuşmaktan pek memnunlardı. ACT'ın kıdemli sanatçısı olarak gecede sunuculuk görevini de üstlenen nils landgren'in gevezeliği maalouf'la yarışır gibiydi.
maalesef bir müzisyen ne kadar çok konuşursa o kadar da garip durumlara düşmesi kaçınılmaz oluyor; herkesten antony seviyesi beklenemez tabii!
nils landgren sahnedeki grubu bol baharatlı olarak tarif etti ki; almanya, iskandinavya ve fransa'dan gelen müzisyenlerin benim anladığım anlamda "baharat"la pek bir alakaları yoktu [bu konserin cazip ve çekici olması için "baharat"a ihtiyacı yoktu ki]. hepsi az çok benzer eğitimlerden geçmiş, özgeçmişlere sahip, aynı [toplumsal, kültürel, sosyal, ekonomik] "havayı" soluyan insanlardı karşımızdakiler.
yetmedi, landgren bir de kendileri için "güveç" benzetmesi yaptı. sonra kendisi de anladı ki "güveç" olmayacak, "çorba"ya çevirdi..
landgren'in konser sırasında bir kaç defa bizlere, çıkışta fuayedeki standa uğrayarak albüm satın almamızı söylemesi de biraz garipti. neyse...



ses düzenindeki arızayı ve gereğinden fazla konuşmayı saymazsak, bir de ingilizce sözlü şarkıları bir kenara koyarsak [ne kaldı diyeceksiniz] konser iyiydi.
diğer müzisyenler sahne-kulis arasında mekik dokurken lars danielsson bütün gece sahnede kaldı; konserin bilge direğiydi.
nils landgren şarkı söylemediği, trombonunu çaldığı anlarda benzersizdi. neden şarkı söyler hiç anlamam. [ACT'tan çıkan rigmor gustaffson albümlerinde de bazı şarkılarda gustaffson'a eşlik eder; sesini çok mu seviyor, birileri ona iltifat mı etmiş; keşke sadece trombonunu üflese, çünkü o konuda bir numara]
gençlerden piyanoda michael wollny oldukça enerjik, trompette verneri pojhola oldukça olgun ve bariton saksafonda céline bonacina oldukça soyuttu.
daha önce dinleme şansına ermediğim caecilie norby'nin sesi ve yorumu mükemmeldi, ancak danielsson'un "praying" müziğine yazdığı ingilizce sözler içler acısıydı.
gitarda johan norberg ve davulda wolfgang haffner ise öyle çok fazla bir heyecan yaratmadan, ama yanlış da yapmadan, derli toplu, kalburüstü performanslar sergilediler.

konserin en unutulmaz anı, ACT'ın ve avrupa cazının en unutulmaz müzisyenlerinden, çok genç yaşta bu dünyadan ayrılan esbjörn svensson'un anılması idi.
konserin son parçası svennson'un [yanılmıyorsam] dinamik "dodge the dodo"suydu. bu anma ve seçilen parça bende o kadar güzel bir his bıraktı ki, keşke fazla alkışlanmasalar, bis vermeseler, kulaklarımda svensson ile ayrılsam salondan diye bile düşündüm.
grup nazlanmadan geri geldi, bis parçası için yerlerini aldı; ve yine svensson'dan bir parça yorumladılar!
konserin bütünüyle ne kadar samimi, [bu çağda olabileceği kadar] ticari kaygılardan uzak ve vefalı bir organizasyon olduğunun belki de en iyi kanıtıydı buydu...

nils landgren bizlerle fuayede kucaklaşma sözü vererek topluluk sahneden ayrıldı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder