geçen aralık'ta berlin'e kaçmayı düşündüğüm (ama gerçekleştiremediğim) uzun bir haftasonu için program yaparken adına rastlamıştım kristian smeds'in. 1970 doğumlu fin tiyatro yönetmeni smeds volksbühne'de düzenlenen nordwind festivali'nde kendi topluluğu ile dostoyevski'nin karamazof kardeşler yapıtından serbestçe uyarladığı rock konseri formatında 4.5 saatlik "12 karamazovs"u sahneliyordu; ilgimi çekmişti.
münih programım için araştırma yaparken gözüme smeds'in adı ilişti; almanya'nın en iyi tiyatro topluluklarından münchner kammerspiele ile yine dostoyevski'den, bu sefer "suç ve ceza"nın serbest uyarlamasını yapmıştı: "der imaginaere sibirische zirkus des rodion raskolnikow" (rodion raskolnikov'un hayali sibirya sirki). oyunun prömiyeri 6 ekim'de gerçekleşmişti; münih'te olduğum hafta gösterim vardı; heyecanlandım.
oyun münchner kammerspiele'nin spielhalle adlı, prova salonundan kara kutuya dönüştürülmüş mekanında sahneleniyor. burada çıkan işlerin, mekanı her seferinde tekrar kuran nitelikte olması öngörülüyormuş.
adından da anlaşılacağı gibi bu oyun için mekan tam bir sirk çadırına dönüştürülmüş. alçak kotta ortaya kadar uzanan sirk/oyun alanı ve bu alanı üç bir taraftan çevreleyen tribünler. 110 dakikalık ilk yarı bu mekan düzenlemesi ile sahneleniyor; bütün seyiciler yarım saatlik ara sırasında dışarı çıkartılıyor ve 40 dakikalık ikinci yarı için bambaşka bir mekanla karşılaşmaya davet ediliyorlar. bırakın ilk yarının mekansal düzenini, özellikle ikinci yarıda ki mekan kullanımı o kadar spesifik ki, bu oyunun -avrupa'da bile- herhangi bir tiyatroya turneye gitmesi imkansız denecek kadar zor. bu yüzden ne yapıp edip bu oyunu burada münih'te izlemek gerekiyor.
globalleşmiş dünyada, sahne sanatları piyasasının da vazgeçilmez ticari gerekliliklerinden olan ortak yapımların turneye çıkması veya "yıldızlaşmış" bir yönetmenin şehir şehir dolaşıp projesini farklı topluluklarla sahneye koyması gibi bir durum bu oyun için sözkonusu olamayacak; ya da çok zor olacak.
oyun fotoğrafları: lennart laberenz
oyunda dostoyevski'nin "suç ve ceza"sından birebir bir sahne/durum hiç yok. smeds, dostoyevski'nin dünyasından ve "suç ve ceza"nın tartıştığı fikirlerden çok serbestçe bir sahne olayı yaratmış. yaşam, ölüm, inanç, azap, şiddet, şefkat, insan olmak ve hayvan olmak, tanrı, şeytan ve oğul; hepsi bu oyunun içinde!
ilk yarı garip bir sirkte geçiyor; sadece palyaçolar var. bir de hepsinin babası (ve bazen annesi) olan bir adam; sirkin sahibi olmalı; evrenin yaratıcısı, tanrı.
bu nihilist palyaçoların oynadıkları oyunlar zamanla tadını yitiriyor; gül(e)memeye başlıyorsunuz; tiksinti, acıma, şaşkınlık sizi sarıp sarmalıyor; baştaki komik haller bile zaten acımış ve acıklı bir ton barındırıyordu; sirk perdesinin eteğindeki matruşkaların yüzlerindeki kurukafalar zaten bir şeylerin ters gittiğinin/gideceğinin ipucunu vermişti. babanın/yaratıcının, oğlu/yarattığı üzerinde uyguladığı şiddet "masum" bir canavar-bebek yaratıyor; kötülük kötülükten doğuyor; kötülük gelip doğuranı buluyor ve öldürüyor; daire kapanıyor.. birinci bölüm bitiyor.
ikinci bölümde daha ne olabilir ki diye düşünmek yersiz; ikinci bölüm başladığında sanki bambaşka bir oyundayız. ilk bölümün hareket, mim, jest ağırlıklı ve az sözlü yapısının yerini, neredeyse bir okuma tiyatrosu alıyor.
sirk alanını izleyici tribünlerinden ayıran yüksek tahtalar sökülmüş, alanın zemini kaldırılmış, bir kat altta uzun bir masa kurulmuş; oyuncular giriyor, günlük kıyafetlerindeler; etraftaki mumları yakıyorlar, masanın etrafına oturup, "suç ve ceza"dan seçilmiş kısımları fince, rusça, almanca, macarca okumaya başlıyorlar; arada sigara da tüttürüyorlar, su/içki de içiyorlar. biz seyirciler aşağıdakileri zor görüyoruz. bir kamera ekibi sakin bir hızda aşağıdaki masanın etrafında dönerek, kaydettiği görüntüleri canlı olarak yukarda sahnenin gerisini bütünüyle kaplayan perdeye siyahbeyaz olarak yansıtıyor; ayrıca daha önceden hazırlanmış kar yağışı görünütüsü de zaman zaman perdeyi kaplıyor. projeksiyonun arkadan verilmesi ve perdenin şeffaf olmasından dolayı görüntüler sadece perdede değil içinde bulunduğumuz sirk çadırının/mekanın bütününe yansıtılmış oluyor.
tanrı baba yukarda yalnız; aşağıda okunanları/okuyanları dinliyor; bütün çadır bir dünya; bu dünya.
okumalar bitince, üst sahneye teknik görevliler girip, alt kattaki alanın üzerinde açık olan boşlukları parça parça sahne platformlarıyla kapatmaya başlıyorlar [işte o noktada tüylerim diken diken oluyor, ağlamaya başlıyorum]. yeryüzü sirkinin altından, "yeraltından" okunan "notlar" dünyamıza aitler, bize dairler; iyisiyle, kötüsüyle, kötülüğüyle, acımasızlığıyla, şefkatiyle, sevinciyle... okunan metinler, insan sesi, enfes bir ağıt-müzik ve kapakların gürültüsü çok etkileyici!
alanın ortasında tek bir parça kalıyor boşluk. tanrı baba boşluğun başına gelip bir şampanya patlatıyor; sahne görevlilerine ikram ediyor, onlara bahşiş de veriyor. sonra bizlere şöyle bir bakıp kendini o boşluktan aşağı atıyor. görevliler son kapağı da kapatıp, tanrıyı gömüyorlar...
projeksiyondan bütün mekana yansıyan yoğun kar yağışı devam ediyor...
andré jung (sağdan ikinci), hannu-pekka björkman (en sağdaki)
münchner kammerspiele'nin yapımı olan oyunda topluluktan sadece üç oyuncu görev alıyor. onun dışında oyunun oyuncu ve sanatsal yaratıcı kadrosu fin, izlandalı, macar ve belçikalı sanatçılardan oluşuyor.
babayı oynayan münchner kammerspiele oyuncusu andré jung adeta döktürüyor. oğullarından canavar-bebeğe dönüşeni canlandıran fin aktör hannu-pekka björkman da tapılası bir performans sergiliyor; fizik ve yüz olarak almanların efsanevi aktörü emil jannings'e benzerliği, jannings'in "faust" filmindeki mefisto rolünü akla getiriyor.
oyunun canlı müziğini yapan timo kamarainen de müthiş bir iş çıkarıyor; ilk yarının grotesk, neşeli ama garip atmosferinin yaratılmasında ne kadar emeği varsa, ikinci yarının sakin ama insanı taa derinden vuran yapısının vurgulanması da yine onun içli müziği sayesinde oluyor.
2011 avrupa tiyatro ödülü sahibi kristian smeds'in program broşüründeki sözleriyle bitirmek istiyorum. smeds günümüz avrupa tiyatrosu konusunda oldukça ilginç gözlemler yapıyor ve kendi çizdiği yola dair heyecanverici fikirlere sahip:
"artık ne sabit bir mekan ne sabit oyuncular ne de sabit bir ofis istiyorum. kurumsallıktan gına geldi. hem helsinki'de hem de kajaani'de tecrübe ettim ki kurumlaşma sanat için en büyük tehlike. insan fark etmeden, kurum onun nasıl bir yapım ortaya koyması gerektiğini dikte ediyor. smeds ensemble ile sanatsal fikri tekrar önplana almak ve ikincil olarak ticari ve sanatsal ortaklar konusunda düşünmek istiyorum. hedeflerimden biri fin ve yabancı sanatçıları biraraya getirmek. finlandiya'da taze bir rüzgar estirmek istiyorum. hangi tiyatroda olursa olsun avrupa'yı arşınlayan freelance bir yönetmen olmak istemedim hiç bir zaman. johan simons'un münih'te bir oyun sahnelemem için getirdiği teklifi, dokuz kere red ettikten sonra, onun burada bir avrupa tiyatrosu oluşturmaya çalışmasından etkilenerek kabul ettim. gittikçe daha sert, daha popülist ve daha kapitalist olan bir kıtada sanat üretmek için özgür bir "devlet"in oluşturulma fikrini çok önemli ve güzel buluyorum; uluslararası sanatçıların, ticari kaygılara rağmen, buluştuğu, dillerin ve estetiklerin üstüste bindiği bir mekanın yaratılması. tabii bu her zaman yanlış anlamalara ve çatışmalara meydan verecektir, ama ortaya çıkacak enerji saf sanatsal oksijen olacaktır."
Kristian Smeds'in sözleri oldukça çarpıcı. Suç ve Ceza"nın serbest uyarlamasını izlemeyi çok isterdim.
YanıtlaSilBu Münih geziniz inanılmaz geçmiş. Darısı başımıza.
Sevgilerimle,
Gülda
Ne sahane bi kesif! Ne guzel de yazmisin!
YanıtlaSilSevgiler,n.
münih'e gelmek için neden bu kadar beklemişim diye bile düşündüm gülda hanım :)
YanıtlaSilhoş, dünyada münih'ten önce görülmesi gereken öyle çok yer var ki..