Bu sene Festival Off Avignon'da sekiz dans gösterisi seyrettim. Bu yazıda bunlardan beşi hakkındaki izlenimlerimi, gösterileri gün içinde seyrettiğim zamana göre sıralayarak paylaşıyorum: (Yazının tamamı unlimited'den okunabilir)
Haiku’lardan bir demet: Not I
Orta büyüklükte bir avluda sabah 9:15. Kuşların cıvıldaşmaları, gölgelerinin karşı duvardan ani geçişi. Ortada ahşaptan kare bir platform, L şeklinde iki tarafında seyirciler; ön sıradakiler yerde, arkadakiler sandalyede. Platformun diyagonalinde, seyircilere arkası dönük şekilde dizleri üzerinde oturan, kimono esinli kıyafetiyle bir kadın.
Minimal bir sahne, üzerinde çeşitli objeler: bir kâse soğan, bir balık, uzun ince bir tahta, çelik döküm bir marangoz sıkıştırıcısı, beyaz bir örtü. Gösteri sırasında bu objelere başkaları eklenecek: keskin bir çelik bıçak, örtünün içinden çıkacak şarap dolu cam şişe ve bardak.
Sahnenin çeşitli noktalarına yerleştirilmiş mini hoparlörlerden gösteri boyunca gelen belli belirsiz, cızırtılı bir ses peyzajı (ses tasarımı: Jean-Philippe Gross) eşliğinde bir meditasyon; yüzeyinde dingin gibi duran ama içinde gerilimler barındıran, hassas, sert, keskin, fırtınalı, yumuşak, düz, kıvrımlı. Seyircinin bütün duyularını harekete geçiren bir meditasyon. Bir gösteri sanatı örneğinden söz ediyorum, dolayısıyla tabii ki seyircinin görme ve duyma duyularına hitap ediyor, tamam, ama bu gösteride bunlara diğer duyular; koku ve tad alma ve dokunma da dahil ediliyor.
Ahşap platformun üzerinde performansçının kat ettiği bir güzergâh. Güzergâhın durakları ve duraklarda gerçekleşen haiku benzeri küçük şiirsel olaylar. Duraklardaki olayların bir araya getirilişlerinde bariz bir anlatı yok, ya da ben bağlantıları kuramadım ve omurga-anlatıya vakıf olamadım. Daha çok, o küçük olaylara tanıklık ettim ve şiirsel durumların soyut hallerinden haz aldım. Performansçının gösteri boyunca platform üzerindeki hareketlerini, bütün duyularıma hitap eden bir natürmortla sonlanan kaligrafik bir yolculuk olarak alımladım. Bu yolculuğun koreografik olarak en belirleyici tarafı performansçının, bedenini arkaya doğru gererek bükmesi de dahil olmak üzere bütün hareketleri meditatif bir sakinlik ve yavaşlıkla icra ediyor oluşuydu.
Camille Mutel, bizzat performansçı olarak icra ettiği Not I başlıklı 50 dakikalık minimal ve şiirsel solosunu Japon çay seremonisinden esinlenerek, La Place de l'Autre başlıklı dörtlemesinin ilk bölümü olarak yaratmış.
biletim
Erkek arkadaşlığının tuhaf dengesi: DOS
Dışarda güneşin sokakları yakmaya başladığı, öğleye doğru bir saatte, 11:05’te, bir binanın en üst katında karanlık bir sahne. Seyirciler yerleşirken derinden derinden kulağıma gelen tanıdık müzik: Barış Manço’dan Dere Boyu Kavaklar. Seyir alanı ışıkları sönüp oyun alanınkiler yanınca, sahnede ard arda beliren biri yapılı, uzun boylu, kalın, kel, dev gibi, diğeri ince ve kırılgan iki adam; uzun bir süre sessizlikte ve birbirlerinden bağımsız olarak hareketler, jestler, pozlar icra ettiler, bazen hareketleriyle eşzamanlı olarak makina vızıltıları, hidrolik tıslamalar gibi sesler de çıkardılar. Ve ardından gelen müzik parçası gösteri öncesi çalanın tesadüfi olmadığını kanıtladı: Yakın zamanda aramızdan ayrılan Erkin Koray’dan “Cemalim”.
Müzikle birlikte, iki adam daha önce yaptıkları hareketleri, jestleri, pozları tekrar ettiler ama bu sefer solo değil duo olarak; meğerse önceki tek kişilik hareketler, özgün halinde iki kişilik olan bu hareketlerin parçalarıymış. Birbirlerine uzanmaya, birbiriyle ilişki kurmaya çalışan iki figür müzikle birlikte temas etmiş oldular. “Cemalim” çalarken adamlardan ince ve kırılgan olanı bir yandan sözlere ağzıyla eşlik etse de, ikilinin o sırada icra ettikleri hareketlerin veya oluşturdukları pozların doğrudan şarkının sözlerinde anlatılan olaylarla ilişkisi yoktu. Şarkı daha çok, gösterinin yabansı ve tuhaf ambiyansına arka plan desteği veriyor gibiydi.
Sadece hareket tasarımıyla değil, kostüm tasarımıyla da palyaço estetiği ve absürd mizahtan beslenen 40 dakikalık DOS, iki performansçının, koreograf ve dansçı Marco Delgado ile sirk gösterilerinde akrobat taşıyıcı olarak sahneye çıkan Valentin Pythoud’nun karizmatik prezanslarından da faydalanarak, eğlendirici olduğu kadar etkileyici olmayı da başaran bir gösteriydi.
Marco Delgado’nun Nadine Fuchs’la ortaklaşa kurmuş olduğu Delgado Fuchs dans topluluğu önceki yıllarda Avignon’a Sélection Suisse en Avignon kapsamında konuk olmuş ve zamanla takipçilerini oluşturmuş.
Kimliklere sıkıştırılmanın verdiği acı: THISISPAIN
Gölgelerin bile sıcaktan bunaltıcı olduğu 16:05’te, havalandırma ile serinletilen salonda sahnenin bir tarafında iki sandalye, diğer tarafında zemine göre açılı duran üçgen ayaklar, arka yüzeyinde “PAIN” yazısı. İki dans sanatçısı geliyor sahneye: Hillel Kogan ve Mijal Natan. Gösteri Natan’ın geleneksel Flamenko dansıyla başlıyor, sonra Kogan söz alıyor ve İspanya deyince akla gelen en popüler, klişe şeylerden bahsederek başlıyor konuşmaya: Fiesta, Siesta, Picasso, Carmen, Barselona. Kogan adeta sohbet açıyor, esas zorlu konuya gelmeden önce seyirciyi ısındırıyor. Ve ardından İspanya’nın yakıcı politik tarihini sokuyor devreye: Sömürgecilik, iç savaş, faşizm, Franco. Sonra o dans etmeye başlıyor; yeni Flamenko hareketleriyle, aralara modern danstan esinler ekleyerek, hatta Nijinski’nin “Bir Faun’un öğleden sonrası”na göndermeler yaparak. Kogan kendi dans partisini İsa imgesiyle sonlandırıyor. Sonraki beş bölüm boyunca bir yandan popüler İspanyol ikonları; Bizet-Carmen müziği ve Picasso-Boğa imgesi çeşitli şekillerde tekrar sunulurken, diğer yandan Flamenko dansının alkış tutma, topuklu ayakkabı, kadın elbiselerinin kıvrımlı etekleri gibi temel öğeleri yapı-bozuma uğratılıyor. Bu sırada iki dansçının hayat hikayeleri de kısaca devreye giriyor ve bunlarla bağlantılı örneğin şu soru ortaya atılıyor: “Flamenko yapmak için İspanyol pasaportu mu gerekli?” Yaklaşık bir saatlik gösteri Kogan’ın uzun bağırmaların ardından ağzı sonuna kadar açılmış bir şekilde kalışıyla bitiyor; Picasso’nun Guernica tablosunu hatırlıyorum.
Bütün bunlar gösterinin esas deşmek istediği konu için birer araç aslında. Gösterinin esas sorduğu soru, güncel dünyada kimliklerimizi neyin, nelerin oluşturduğu? Gösterinin esas argümanı ise; bir ülkede doğuyor olmanın kişinin kimliğini oluşturuyor olduğuna inanmanın absürdlüğü.
Çağdaş dans sanatçısı, aynı zamanda bu gösterinin yaratıcısı ve geçen yıl We love arabs ile Festival Off Avignon’da büyük sükse yapan Hillel Kogan çağdaş danstan gelen bir koreografın bir Flamenko dans sanatçısıyla yaptığı işbirliğinden doğan gösterilere (örneğin Sidi Larbi Cherkaoui ile Maria Pagés’in Dunas ve Akram Khan ile Israel Galvan’ın TOROBAKA’sına) eklemlenen bir yapıt ortaya koymuş. Kogan’ınki, örnek verdiğim diğer ikisinden; koreografik olarak daha olgun veya prodüksiyon olarak daha gösterişli değil belki, ama farklı iki tür dans dilini; alaycı mizahı, sözünü sakınmayan gözlemleri ve günümüz insanının kimliğine dair hayati sorusuyla birleştirerek samimice ortaya koyması açısından farklılaşıyor.
biletim
Ruhun derinliklerine seyahat: Enquanto você voava, eu criava raízes
Kapkaranlık bir sahne. Gösterinin başlamasıyla birlikte; seyir alanının birinci sırasında oturmama rağmen, bana bile çok uzak gelen bir mesafede, karanlığın içinde ve sahnenin en gerisinde, havada asılıymış gibi duran devasa bir dairenin, ışık yoluyla beliren kenar çizgileri. Yuvarlağın ortasındaki karanlıkta yandan gelen ışıkla aydınlanarak hareket eden iki çift ters bacak. Karanlık, uzaklık ve tersyüz edilmişlik oryantasyonumu altüst ediyor. Sadece bu başlangıç sırasında değil, 55 dakikalık gösteri boyunca da oryantasyonum düzelmeyecek. Gösterinin her yeni sekansı şaşkınlığımı ve hayranlığımı canlı tutacak.
Baştan sonra hem kelimenin anlamıyla hem de mecazi olarak karanlık bir atmosferde geçen ve dans, mim, akrobasi, video, plastik sanatlar gibi farklı disiplinleri kullanan gösterinin, bütün bunları birbirine bağlayan temel unsuru sahne tasarımı: En geride ve yüksekte duran ve her bir noktasından tellerle gerilerek ayakta tutulan şeffaf bir malzemeden devasa bir daire. Dairenin arkasında iki erkek dansçı, düşeyde dairenin ortasına denk gelen platformda durarak hareket ediyorlar; bazen siyah bir şerit sayesinde bedenlerinin tamamı gözükmüyor, bazense platformun altı da ayna imgesi yanılsaması yaratacak şekilde kullanılıyor.
Brezilyalı sanatçı ikilisi Artur Luanda Riberio ile Andre Curti; koreografisini, mizansenini, sahne tasarımını ve dramaturjisini yaptıkları ve bizzat icra ettikleri Enquanto você voava, eu criava raízes (Sen uçarken ben kök salıyorum) adlı bu sıradışı ve görsel tiyatro yapıtında, sahneye yansıttıkları video görüntülerinin (Laura Fragoso ve Miguel Vassy) ve kullandıkları meditatif müziğin (Federico Puppi) de etkisiyle bizi garip rüyalarımızın, belki de çıkışsız kabuslarımızın, ama esas, psişemizin derinliklerine, karanlığına götürüyorlar.
1998’de Paris’te kurdukları Companhia Dos à Deux ile şimdiye kadarki bütün gösterilerini Avignon Festivali’nde sahnelemiş ve gerek seyircinin beğenisini gerekse de eleştirmenlerin övgüsünü kazanmış olan Riberio ile Curti, 2015’ten beridir bedenin dramaturjileri hakkında geliştirdikleri yöntemi topluluklarının merkezi olan Rio de Janeiro’da ve dünyanın birçok yerinde atölye çalışmaları düzenleyerek öğretiyorlar.
Avignon’da seyircinin ve diğer sanatçıların Riberio ile Curti’ye duydukları hayranlık o kadar barizdi ki, gün içinde gösteriler öncesi ayakta tanışıp sohbet ettiğim (biri basın görevlisi, diğeri -Avignon festivallerinde şimdiye kadar 2000’den fazla gösteri seyretmiş olduğunu söyleyen- seyirci) iki kişi, Riberio ile Curti’nin çok özgün sanatçılar olduklarını özellikle vurgulayıp, bu gösteriyi seyretmemi hararetle tavsiye ettiler bana.
biletim
Performansçının kendi bedensel belleğine yaptığı yolculuk: Pour sortir au jour
Günün en geç başlayan gösterilerinden biri sinemadan dönüştürülmüş bir binada, saat 22:30’da. Sahnenin iki yanına dizili sandalyeler, en arkada bir masa, üç sandalye, masanın üzerinde zarflar ve bir bilgisayar. Sahnede dolaşan, seyircilere sataşan, onlarla sohbet eden, sahne arkasından şampanya çıkarıp, açıp, plastik bardaklara dökerek oturanlara ikram eden performansçı; salona giren her yeni seyircinin ilk tercih olarak oditoryumdaki koltuklara yöneldiğini görmesiyle onları sahnedeki sandalyelere gelmeye davet ediyor, nazikçe zorluyor, başarılı olamazsa oditoryumun ilk sıralarında oturmalarını öneriyor. Gelen kalmayınca gösteri başlıyor. Her seferinde, seyircilerden gönüllü olan ya da gönüllü çıkmazsa performansçının seçtiği üçer kişi sahnenin en arkasındaki sandalyelere geçiyorlar. Performansçı onlardan ikisine elindeki farklı zarf demetlerinden birer zarf seçtiriyor. Zarf demetlerinden biri performansçının daha önce dans ettiği veya koreografisini yaptığı gösterileri içeriyor, diğeri bu gösterilerin müziklerini. İlk zarf açılıp gösterinin adı okunuyor. İkinci zarf açıldığında performansçı gönüllüye seçenek sunuyor: Zarftan çıkan müzik mi, yoksa az önceki ilk zarfta çıkan gösteride kullanılan özgün müzik mi? Üçüncü gönüllünün görevi ise performansçıya, giydiği hangi kıyafet parçasını çıkaracağını söylemesi. Bu üç başlık belirlendikten sonra performansçı zarftan çıkan gösteri hakkında (gösterinin ilk ne zaman, nerede sahnelendiği, ya da anıları, vb…) kısaca konuştuktan sonra gösteriden bir parçayı, belirlenen müzik eşliğinde ve üzerinden bir kıyafet parçasını çıkardıktan sonra icra ediyor. Gönüllüler değişiyor, zarflar açılıyor, ceket, kemer, ayakkabı, çorap, gömlek çıkartılıyor… Bu böyle, yaklaşık 80 dakika devam ediyor; performansçı gittikçe yoruluyor, gittikçe çıplaklaşıyor… Son 10 dakikada performansçı çırılçıplak ortada, bütün seyirciler sahnede, hep birlikte dans ediyorlar; adeta performansçının bedeni kutsanıyor, geçmişi kutlanıyor.
Performansçı: Olivier Dubois. Gösteri: Dubois’nın 2018’de tasarladığı Pour sortir au jour, İngilizce adıyla My body of coming forth by day (Günden güne ortaya çıkan bedenim). 2006’da ilk koreografisini sahneleyen, ama ondan önce ve sonra William Forstyhe’tan Jan Fabre’a, Angelin Preljocaj’dan Sasha Waltz’e, çağdaş dans ve performans sahnesinde köşetaşı olmuş birçok koreografın yapıtlarında dans etmiş olan Dubois dansçı ve koreograf olarak görev aldığı 60 gösterilik repertuarına oyunsu bir tour de force ile retrospektif bir ziyaret yapıyor, seyirciyi de bu oyunsu ziyaretin bir parçasına dönüştürüyor. Pour sortir au jour dansçı bedeninin hafızasını ve yapabilirliğini, ve dansçı ruhunun kırılganlığını samimice ve insafsızca masaya yatırıyor.
[bütün fotoğraflar: mehmet kerem özel, 7-10 temmuz 2023, avignon]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder