28 Şubat 2021 Pazar

on soruluk sohbetler 28: bahar temiz

Performans sanatçısı Marina Abramović ve kurucusu olduğu Marina Abramović Enstitüsü’nün (MAI) Sakıp Sabancı Müzesi’nde 31 Ocak 2020’de açılan Akış / Flux sergisi pandemi nedeniyle uzun bir süre kapalı kaldı, daha sonra alınan önlemlerle, lakin insanların bir mekanda toplanmaya ve bir topluluk oluşturmaya daha temkinli yaklaştığı bir dönemde yeniden ziyarete açıldı. Sergide Abramović’in performanslarının dokümantasyonlarının yer aldığı ana bölüme eşlik eden canlı performans programına, yapılan açık çağrı sonrasında Türkiye’den 12 sanatçı davet edildi. Biz de sergide hem pandemi öncesi hem de pandemi esnasında ‘canlı’ performansları ile yer almış bu sanatçılarla On soruluk sohbetler serimize devam ediyor ve ilk sohbetimize Bahar Temiz ile başlıyoruz. 

Fransa’da yaşayan koreograf, dansçı ve çağdaş dans eğitmeni Bahar Temiz İstanbul’da, Akış / Flux sergisindeki BUZ adlı performansı öncesinde en son 2018’deki 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Marc Vanrunxt’un onun için tasarladığı White on White adlı solo yapıtı sunmuştu. Temiz iki yıllık bir hazırlık sürecinden sonra Ekim 2020’de, Platform 0090 ile KVS (Kraliyet Flaman Tiyatrosu) ortak yapımı olarak Brüksel’de KVS BOX’da ICE adlı solo yapıtının prömiyerini gerçekleştirdi. Temiz ICE’ta Antarktika’ya yapılan keşif seyahatlerinden ve Rebecca Solnit’in The Faraway Nearby isimli kitabından esinlenerek insanın bir yandan dünya/doğa ile, bir yandan da kendi doğası/dünyası ile yaşadığı bitmez-tükenmez mücadelesini bedenselleştiriyor.



Performansın özü sizce nedir? Performansı günümüzde nasıl tanımlarsınız?

Bence performansın işlevi, izleyicilerin katılımıyla, o an orada olması haliyle, izleyiciyi hayatlarındaki nesnellikten çıkarıp kendi içlerine sokuyor olması. Ve hatta bu düşünceyi bir adım daha ileri götürüp, bir tür özneler arası iletişim yarattığını söyleyebilirim. Orada gerçekleşene tanık olan bireylerin toplamının ötesinde, bir topluluk oluşuyor. Bu durum, tabii ki performans sanatının kavramsal ve çağdaş boyutuyla kısıtlı da değil; kökleri Yunan tragedyasına ve belki daha öncelere dayanan tarihsel ve törensel bir olgu. O anda orada olma halini paylaşmak. Her şey basit, kendiliğinden ve doğal bir şekilde gerçekleşiyor gibi görünse de, bu doğallık ve buradalık hissi büyük bir hazırlık ve kararlar sürecinden geçiyor. Ve bu yüzden de, bir sanat pratiğinden ve işi sanat olan kişilerden bahsediyoruz. Yani performans denince, herhangilikten çıkıp tam olarak da bu diyebilen ve kendini sorgulayan bir buradalık hali söz konusu bence.  


Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?

Sanatın bedenselliğine ve bedenselliğin dönüştürücü gücüne inanıyorum. Yani evet!


Size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?

Dans alanında, Merce Cunningham’ın çağdaşı birçok sanatçı ile ortaklaşa yaptığı çalışmalar beni çok heyecanlandırıyor. Onun sanatında, estetiğin ötesinde bir düşünme sürecini görebiliyorum. Beraber çalışma şansım olan insanları da saymak isterim. Marc Vanrunxt, Pol Matthé ve Charo Calvo beraber çalışmaktan büyük haz ve ilham aldığım sanatçılar. Son olarak da, sanırım bir alan belirtmem gerekirse; görsel sanatlar izleyiciye (ya da katılımcıya) özgürlüğünü verirken, bir yandan da bedeni içine alan mekanlar yaratmasıyla bence en güçlü formlardan bir tanesi. Bu alanda aklıma gelen ilk isimler: James Turrell, Jeanne-Claude ve Christo, Olafur Eliasson ve Francis Alÿs.


Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?

Rüyalarımı kendim için yazıyorum ama proje yapmak için fazla kişisel bulduğum bir materyal. Yaptığım araştırmalar, benim için sadece bir ekiple gerçekleştiklerinde anlamlı. Ve bunun için de, ortak bir dil bulmak en önemli husus. Amacım her zaman, ortak referanslar bulup fikirlerimi paylaştığım kişilerle, beraber bir hayal kurmak. Bir iş üretirken, tek bir fikirden sonsuz sayıda yeni dala atlıyor, filmler, tarihi veriler, felsefe, edebiyat, bilim, google, youtube, wikipedia, bulabildiğim her tür kaynaktan yararlanıyorum. Saf bir dil yaratmaya çalışsam da, üretme sürecinde biraz fazla dağıldığımı ve toparlanmakta zorlandığımı söyleyebilirim.


Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?

Ad verme meselesi, beni en zorlayan şeylerden bir tanesi. ICE’ta isim sürecin ortalarında, bir Rebecca Solnit kitabından geldi. Ondan öncesinde 1,5 sene boyunca başka bir başlık altında çalışmıştım. Şu an çalıştığım PUNKT ise, daha fikir ortaya ilk çıktığında, ICE’ın prömiyerinden az önce, Pol, Charo ve Marc’a danışarak en baştan belli oldu. Değişeceğini de açıkçası düşünmüyorum. ZEE’yi yaparken sanırım 5 farklı isimden sırasıyla geçtik. Bayağı yıpratıcı bir dönem oldu. Çünkü isim oturunca artık ne yaptığımı biliyor oluyorum.


Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder