29 Eylül 2018 Cumartesi

salzburg festivali'nde diyonisyak warlikowski

hakkında az çok okumuş olduğumdan, salzburg'da "elit" bir festivalle karşılaşacağımı biliyordum. eski yıllarda internetten takip ettiğim salzburg festivali naklen opera/konser yayınlarından da özellikle ortayaşlı veya geçkin, ama mutlaka zengin bir seyirci kitlesinin olduğunu fark etmiştim. aslında sadece bilet fiyatları bile, festivalin seyirci kitlesine dair yanılma payı az bir fikir veriyor. ancak birebir yaşayınca elitlik ve zenginlik seviyesinin, gösteriş mertebesine ulaşacak kadar dudak uçuklattığını söyleyebilirim. özellikle opera gösterilerinde neredeyse tek kravatsız ve koyu renk takım elbisesiz erkek, gece tuvaletsiz kadın yoktu. hanımlar ve beyler eğer gece tuvaleti ve takım elbise giymemişseler, büyük ihtimalle avusturyalıların milli kıyafeti trachten'lar içindeydiler. gözlemimden; sıradan giysililerin %5'lerde kaldığını söyleyebilirim.





(fotoğraflar: mehmet kerem özel, ağustos 2018, salzburg)

aynı hat üzerinde yanyana dizilmiş üç gösteri binasından [grosses festspielhaus (büyük festival binası), felsenreitschule (kayalık binici okulu) ve haus für mozart (mozart evi)] oluşan ancak dışarıdan bakılınca upuzun tek bir yapı hissi veren ve festivalin merkezi olarak tanımlanabilecek kompleksin önündeki geniş cadde festivalin kalbinin attığı yer. hemen hemen her akşam, her üç mekanda yarımşar saat arayla başlayan ya bir opera ya da bir klasik müzik konseri gerçekleşiyor.






(fotoğraflar: mehmet kerem özel, ağustos 2018, salzburg)

herkes mutlaka gösteri öncesinde bu caddenin üzerinde özel olarak festival için kurulmuş geçici barda veya yakınındaki lokantalarda içeçeklerini yudumluyor veya yemeklerini yiyorlar. gösteri aralarında ise hemen hemen herkes ya fuayeye, ya caddeye ya da caddeye bakan balkonlara çıkıyor, birbirini seyrediyor. evet, batı tiyatrosunun temeli bu "seyretme ve seyredilme" durumu üzerine kuruludur (bu konuda fuaye odaklı bilimsel bir makalem umarım yakın zamanda yayınlanacak). dolayısıyla "seyretme ve seyredilme"ye şaşırmış değilim, ancak mozart'ın şehrinde gösterişin sanattan bu kadar rol çalacağını tahmin edememiştim. benim naifliğim..

yazımın haftasonu-magazin-dergisi-dedikodu-köşesi-kıvamındaki kısmı buraya kadar. şimdi biraz mimari:



(fotoğraf: mehmet kerem özel, 23 ağustos 2018, salzburg)

yukarda bahsettiğim üç binadan en ilginç olanı felsenreitschule, çünkü salzburg'un kardinaller döneminden kalma, kayalardan oyulmuş açıkhava binicilik okulundan devşirilmiş bir gösteri binası burası.
binicilik okulu önce 1926'da max reinhardt tarafından festivaldeki açık hava tiyatro gösterileri için kullanılmaya başlanmış, 1948'de herbert von karajan ilk defa "orfeo ed euridice"yi sahneleyerek burayı operalara açmış ve 1960'larda clemens holzmeister (ki kendisi cumhuriyetimizin kuruluş aşamasında atatürk tarafından ülkemize çağrılmış ve ankara'da çankaya köşkü ve tbmm binası başta olmak üzere bir çok devlet binasına imza atmış dönemin önemli avusturyalı mimarlarından biridir) orkestra çukuru, oditoryum, localar ve üstü açılıp kapanabilir çatı ekleyerek burayı kapalı bir gösteri binasına çevirmiş.
avlu kapatılmadan önce seyirciler avlunun kaya sınırını belirleyen, üstüste üç sıra arkadlı (96 tane) cephede arkadların altında otururlarmış. mevcut arkadlar; holzmeister'in tasarımıyla sahnenin arka ve sol yan cephesinin bir parçası ve o zamandan beridir burada sahnelenen her gösteriye karakterini veren en vazgeçilmez öğe olmuş.

şimdi de bu etkileyici mekanda seyrettiğim gösteri hakkındaki izlenimlerim:


(fotoğraf: mehmet kerem özel, 23 ağustos 2018, salzburg)

bu yılki festivalde bu mekanda iki yapım sahnelendi: hayranı olduğum krzysztof warlikowski'nin rejisiyle çağdaş alman besteci hans werner henze'nin "the bassarids" ve günümüzün aykırı tiyatrocularından romeo castellucci imzalı richard strauss'un "salome" operaları. ben seçimimi warlikowski'den yana yaptım. ancak yerel ve uluslararası haberlerden takip ettiğim kadarıyla festivalin bu yıl en ses getiren gösterisi "salome"ymiş, ama castellucci nedeniyle değil, başrolü oynayan ermeni soprano asmik grigorian'ın olağanüstü yorumu dolayısıyla.

henze'nin "the bassarids"i; diyonisos ve onun kültünün takipçisi rahibelerin (bakhaların) teb'e yeni kral olmuş penteus'a rakip olmaları ve sonunda da onu katletmeleri hakkında. dolayısıyla tutku ile akıl, başkaldırı ile otorite/despotluk arasındaki savaşı kazanan tutku ve başkaldırı oluyor. librettoyu euripides'in "bakhalar" oyununu baz alarak w. h. auden kaleme almış, dolayısıyla operanın dili almanca değil ingilizce.

warlikowski görsel, mekansal ve içerik olarak tam da ondan bekleyeceğim bir şekilde yorumlamış operayı. her zamanki gibi yatay/uzun bir mekan, 1950'ler sineması ile 1980'ler pop kültürü karışımı bir estetik, ilişkilerin psikolojik derinliğine inen bir dramaturji.
warlikowski'nin kariyerinin neredeyse başından beridir onun yol arkadaşı olan sahne-kostüm tasarımcısı małgorzata szczęśniak'ın, mekan kullanımı olarak basık ve yatay tarzı, felsenreitschule'nin normal bir opera sahnesine göre abartılı uzunluktaki/yataylıktaki sahnesiyle birebir örtüşmüştü. onun başka bir alamet-i farikası olan şeffaf fanuslar (mekan-içinde-mekanlar) ise bu sefer yoktu sahnede. szczęśniak bunun yerine, üç farklı niteliğe sahip mekanı yanyana yerleştirmiş ve birbirlerine kapılarla bağlamıştı. en solda bakhaların eğlence/ayin salonu (diyonisos'un mekanı - dini mekan), en sağda yatak odası (penteus'un mekanı - özel mekan) ve ikisinin ortasında kraliyet sarayı/kent meydanı (kamusal mekan). gösteri boyunca bu mekanlar arasında akışkan bir geçiş vardı; bu hem trafiği kolaylaştırıyor hem de warlikowski'nin, protagonistler arasında kurduğu/kurguladığı (ekstra) ilişkileri daha görünür şekilde ortaya sermesini sağlıyordu. bu anlamda anne-oğul (agave-penteus) ilişkisine özel bir vurgu vardı mesela, ki warlikowski bu temayla haşır neşir olmayı da özellikle sever.










"the bassarids"in, içinde sahnelendiği  felsenreitschule'nin ham, kunt ve karanlık atmosferine (tezatlık anlamında da) çok iyi uyduğunu düşünsem de, warlikowski'den daha etkili opera yorumları/yapımları seyretmiş biri olarak, bu sefer çok fazla heyecanlanmadım.
henze'nin müziği de; kulağımın kolay takip edebildiği ve dinlemeye alışkın olduğu bir müzik olmadığından, son tahlilde "the bassarids"den müthiş keyif aldığımı iddia edemem ama; kent nagano yönetimindeki viyana filarmonisi'nin ve özellikle de diyonisos'u canlandıran sri lanka asıllı genç tenor sean panikkar'ın müzikal yorum açısından harikalar yarattıklarını fark edebildiğimi söyleyebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder