11 Eylül 2018 Salı

milo rau’dan tiyatro sanatı üzerine beyin fırtınası: “la reprise”

"la reprise. histoire(s) du théâtre (1)" başlamadan önce, 2 eylül 2018, schaubühne - berlin (fotoğraf: mehmet kerem özel)

milo rau’yu 2016’daki 20. istanbul tiyatro festival’indeki “hate radio” (nefret radyosu) işiyle tanıdım. genel olarak belgesel tiyatro olarak tanımlanabilecek işler üreten rau’nun tiyatrosunda beni çarpan; ele aldığı konunun yakıcı içeriği ve konuya hakimiyeti kadar (bu bakımdan rau benim için tiyatronun haneke’si), tiyatro sanatının temelinde var olan mimesis olgusunu gerçek-taklit ikilemi üzerinden sorgulaması ve tabii ki bu sorgulamayı yapış biçimiydi. uzun zamandır içeriği ve biçimiyle bu kadar çarpıldığım, tüylerimin dehşetten diken diken olduğu, bu kadar güçlü bir iş seyretmemiştim; istanbul tiyatro festivali’ne beni rau ile tanıştırdığı için minnettarım..

o zamandan beri bir şekilde denk getirip başka bir milo rau işi, hatta işleri seyretmek istiyordum. diğer işleri ve kendisi hakkında okuduklarım, onun diğer işlerini seyreden arkadaşlarımın anlattıkları her seferinde beni oldukça heyecanlandırıyordu.
rau da son yıllarda daha ünlendi; schaubühne ve bir çok diğer önemli avrupalı toplulukla işbirliği yapmaya başladı, kendi topluluğu international institute of political murder'in direktörlüğü dışında, “avrupalılık” kavramını ispatlarcasına bir isviçreli olarak belçika’da bir ödenekli tiyatro kurumunun, bir şehir tiyatrosunun, nt gent’in başına getirildi.
rau hakkında çok taze bir haber ise; dün (10.09.2018) açıklanan dünyadaki en prestijli tiyatro ödülü olan 17 yıllık avrupa tiyatro ödülü çerçevesinde 15 yıldır verilen "tiyatral gerçeklikler" başlığında ödül alan beş sanatçıdan biri olması.

kişisel olaraksa ne mutlu bana ki, "hate radio"dan iki yıl sonra nihayet başka bir milo rau işini yakalama şansım oldu ve 2018-2019 tiyatro sezonumu onun işiyle açtım: 2 eylül’de berlin-schaubühne’de seyrettiğim “la reprise. histoire(s) du théâtre (1) / tekrar. tiyatronun tarih(ler)i (I)” ile.

"la reprise" mayıs ayında théâtre national wallonie-bruxelles yapımı olarak brüksel'de prömiyer yaptıktan sonra yazın avignon festivali dahil olmak üzere bir çok gösterim yaptı ve 2018-19 sezonunda nt gent yapımı olarak turne yapmaya devam ediyor; örneğin eylül'deki duraklardan biri paris güz festivali. (flamanca ve fransızca oynanan "la reprise"in tamamını bu linkten seyredebilirsiniz)

manifesto
yapıtlarının içerikleri nedeniyle ben onu ne kadar michael haneke’ye yakıştırsam da, rau biçimle de oynamayı seven bir tiyatro insanı; zaten bu yüzden bu yeni dizisinin alt başlığını, ünlü avant-garde sinemacı jean-luc godard’ın sinema sanatını masaya yatırdığı “histoire(s) du cinéma”sından esinlenerek “tarih”i çoğullaştırıp, “tiyatronun tarih(ler)i” olarak atmış ve tabii ki godard’a sadece başlıkla atıfta bulunmayı değil, onun sinema sanatı için yaptığının izinden giderek tiyatro sanatını masaya yatırmayı amaçlıyor. “la reprise” aynı zamanda, rau’nun yeni evi nt gent’te 1 mayıs 2018’de açıkladığı, avrupa’daki ödenekli şehir tiyatrosu kurumlarının sahneledikleri yapımların mantığını tartışmaya açtığı gent manifestosu’nun kurallarının uygulandığı ilk çalışması.
akla lars von trier’in dogma95’ini getiren, zaten basın açıklamalarında ve kendisiyle yapılan söyleşilerde bu referansın dile getirildiği gent manifestosu’nun 10 kuralı var. bunlardan bazıları: klasik metinlerin kullanılmaması, kullanılacaksa özgün metinden sadece %20’sinin kalacak şekilde tekrar yazılması, her yapımın kadrosunda en az iki amatör oyuncunun bulunması, sahnede en az iki farklı dilin konuşulması, yapım sürecinin en az dörtte birlik bölümünün tiyatro mekanı dışında gerçekleşmesi, her yapımın en az üç ayrı ülkede on farklı mekanda sahnelenmesi, bir yapımın dekorlarının en fazla 20m3'lük alan tutması ve normal ehliyetli bir sürücünün kullanabildiği bir kamyonete sığması, her yıl en az bir yapımın savaş bölgelerinden birinde prova edilmesi veya sahnelenmesi gibi. (gent manifestosu'nun tamamına bu linkten ulaşılabilir)

tekrar
gent manifestosu'nun birinci ilkesi "[tiyatro] artık sadece dünyayı tasvir etmek hakkında değildir, onu değiştirmek hakkındadır. amaç gerçeği göstermek değil, temsilin/canlandırmanın/göstermenin kendisini gerçek kılmaktır." (ingilizcede representation kelimesinde re- ön ekinin olması, kelimenin yapısı içinde doğal olarak "tekrar" fikrinin barınmasını sağlıyor, yani kelimenin anlamına "tekrar" fikrinin sinmiş olmasını beraberinde getiriyor; birebir çevrildiğinde "sunumun/sahnelemenin tekrarı" anlamına gelen representation'ın türkçe karşılığı olan "temsil" veya "canlandırma" kelimelerinin yapılarında tekrar fikrinin izini görmek imkansız)

la reprise”nin ana fikri manifestonun ilk ilkesi üzerine kurulu: tiyatro sanatının varoluş şekli “mimesis”i, yani “taklit”i, “miş gibi yapma” halini, yani "temsil etmeyi" "[gerçeği] yeniden sunmayı" sorgulamak, onunla “oynamak” ve hesaplaşmak. oyun, genel olarak bir sanat ürünü (mesela bir roman, bir film, bir müzik parçası), özel olaraksa bir tiyatro yapımı söz konusu olduğunda çok temel birer soruyla başlıyor ve bitiyor: “bir oyuna nasıl başlanır/girilir?” ve “bir oyun nasıl biter?”.
başta ve sonda oyuncular arasından birer kişi (başlangıcı yapan oyunun tecrübeli profesyonel oyuncularından biri, sonda söz alan ise oyunun amatör oyuncularından filmlerde figüran rollerine çıkanı idi) bu soruları soruyor ve sorular hakkında düşündüklerini seyircilerle paylaşıyorlar.
bıraktım 100 dakikalık yapımın genelini, sadece başta ve sonda bu iki temel soru ve bu sorulara verilen cevaplar bile müthiş zihin açıcı ve heyecan verici.

peki bu epilog ile prolog arasında neler oluyor? rau ve ekibi bizlere yaşanmış bazı olayları canlandırıyorlar, yani “tekrar”lıyorlar. oyunun göbeğinde trajik bir olay var: 2012 yılında belçika’nın liege kentinde eşcinsel ve arap bir erkeğin öldürülmesi. ancak “tekrar”lanan sadece o olay değil, aynı zamanda bu yapımın, yani “la reprise”in hazırlık aşamasındaki oyuncu seçmeleri sırasında yaşananlar da “tekrar” canlandırılıyor.
rau oyunun merkezini oluşturan trajik olayı aslında tiyatroyla olan derdini ortaya koymak için araç olarak kullanıyor. tabii ki bu olay üzerinden; kapitalist dünya düzeni yüzünden liege ve liege gibi bir çok işlevsiz bırakılmış eski sanayi kentinin işsizlik başta olmak üzere toplumsal ve ekonomik sorunları, genel olarak kötülük, ve zamanımızın cinsiyet ve ırk ayrımcılığı gibi başat dertleri ortaya serilebiliyor ve bu sayede yapım bir çok anlamda derinlik kazanıyor, ancak rau’nun esas derdi, yukarıda belirttiğim gibi, tiyatro sanatının yapaylığıyla.

rau, yazılanlardan öğrendiğime göre son yıllardaki işlerinin strüktürünü hep altı bölüm halinde kuruyormuş. açıkçası, ben daha sade bir şekilde, bu yapımın yukarıda prolog ve epilog diye tanımladığım kısa kısımları dışında, kabaca iki bölümden oluştuğunu düşünüyorum: 1- oyuncu seçimi sırasında yaşananların tekrarı, 2- eşcinsel arap gencin öldürülmesi olayı etrafında yaşananların tekrarı.

rau ilk bölümde bize, yani seyirciye genel olarak tiyatro sanatının bir çok “miş gibi yapma” trüklerini/tekniklerini/araçlarını "gösteriyor", özelde ise bu yapımda oynayan amatör oyuncuların kişisel özellikleri/zevkleri/seçimleriyle tanıştırıyor.
ilki için örnek vermem gerekirse: bir kaç çeşit ses efekti (kuşlu orman sesi, gece vakti kent sesi, yağmur sesi vb…) dinliyoruz, sis gibi etki efektleri birebir deneniyor, profesyonel bir oyuncu amatör olanına sahnede karşındakine onu acıtmadan ama etkili bir şekilde nasıl vuracağını gösteriyor.
ikinci durum için bazı örnekler vermem gerekirse: dj’lik yapan amatör oyunculardan birinin en çok sevdiği müzik parçasının, hem melankolik hem de kesintisiz yükselen bir enerji içerdiği için alpex twin’in “polynomial c”si, figüran rolleri oynayan diğer bir amatör oyuncununkinin ise henry purcell’in “cold song”u olduğunu öğreniyoruz. afrika kökenli olan aynı amatör oyuncu, onu çoğunlukla arap rollerine çıkardıklarından bahsediyor, bir filmde rol kapabilmek için bilmediği (danca, bengalce gibi) dilleri taklit ettiğini örnekler vererek bize gösteriyor. dj'lik yapan amatör erkek oyuncu profesyonel kadın oyuncuyla öpüşmeyi deniyor. geçkin kadın amatör oyuncuya sahnede çırılçıplak kalıp kalamayacağı soruluyor.
bütün bu genel ve özel bilgiler ve durumlar bize; oyuncu seçmelerinin tekrar canlandırılması sırasında profesyonel oyuncular tarafından seçmelere katılanlara yöneltilen sorular ve alınan cevaplar yoluyla çok doğal, oyun metninin içine çok ustaca yedirilmiş olarak veriliyor.


benim basit çözümlememe göre ikinci olarak tanımladığım bölümde ise; trajik olayın kendisi oldukça ayrıntılı olarak tekrarlanıyor. ama onun dışında da bu olayla ilgili yan olaylar ve durumlar seyirciye aktarılıyor; ekibin bu yapım için liege’de yaptığı saha araştırmalarından, kişilerle birebir görüşmelerden, mahkeme kayıtlarından öğrendikleri şeyler bunlar. örneğin; oyunun oluşum sürecinde katillerden birini oynayan amatör oyuncunun o katille cezaevinde yaptığı görüşmedeki izlenimleri, öldürülen eşcinsel erkeğin sevgilisinin olaydan uzun bir süre sonra yaşadığı ve eski sevgilisini ona hatırlatan bir olay gibi..

rau bütün bu ikinci bölümde bize ilk bölümde “gösterdiği” tiyatronun “miş gibi yapma” trüklerini/tekniklerini/araçlarını ve yapımda oynayan oyuncuların kişisel özelliklerini/zevklerini/seçimlerini “kullanıyor”.
eşcinsel erkek dövülürken gerçekten yumruk ve tekme yemediğini, arabanın bagajında arapça sayıklarken onu oynayan afrika kökenli amatör oyuncunun aslında arapça bilmediği halde uydurduğunu biliyoruz artık. gece sahnesinde şehir sesi, orman sahnesinde kuş sesi, alphex twin’in “polynomial c”si, purcell’in “cold song”u, tepeden yağdırılan buğulu bir yağmur (eğer yağmur  için ses efekti aynı işi görüyorsa neden ayrıca bu fiziksel yağmur efektinin kullanımına gerek duyuldu anlamış değilim), her şey ama her şey ya “mış gibi”ydi, ya da özneldi.
peki eşcinsel erkek öldürülesiye dövülüp, yerde yüzükoyun çırılçıplak bırakıldığında, alacakaranlık bir ışıkta katillerden birinin penisini çıkarıp onun üzerine işediği sahnede o penis ve çiş de tiyatronun trüklerinden, miş gibi tekniklerinden biri miydi, yoksa o penis çıkarma ve işeme sahnesi “gerçek”leşti mi? işte bence “la reprise”in tiyatro sanatının mimesisiyle “oynarken” tüylerimi diken diken yapan, beni seyirci olarak ikircikli bir halde bırakarak dehşete düşüren doruk anı buydu! aynı, “nefret radyosu”nda soykırımcıları galeyana getirmek için radyo istasyonunda çaldığı müzikle çılgınca dans eden ve seyircileri de kendiyle birlikte dans etmeye teşvik eden radyocuya eşlik etmeye başlayan seyircileri gördüğüm andaki gibi.

video
yukarıda uzun uzun anlatmış olmamdan anlaşılacağı üzere oyundan çok etkilenmeme rağmen, bence “la reprise”, “hate radio” kadar pür ve net bir yapım değildi. rau tiyatroyu tiyatronun araçlarıyla zaten müthiş bir şekilde sorgulamayı başarırken, yapımının içine video kullanımını da katmayı tercih etmesine anlam veremedim; verdim aslında, ama bu haliyle iş bana "fazla" ve "oyuncaklı" geldi.
sahnenin en gerisindeki büyük perdeye; bazen sahnede gerçekleşenlerle birebir aynı [ama mesela bar sahnesinde perdedeki görüntülerde daha fazla insan var, ama gerçek (ve hatta liege’de) bir barda da değil, aynı karşımızdakine benzeyen siyah bir sahnede çekilmiş kayıtlar], bazen seyircinin de karşısında/sahnede seyretmekte olduklarının birebir naklen görüntüleri, bölüm başlarında başlıklar, liege’den “pastoral” görüntüler, başlangıç ve bitiş jenerikleri yansıtılıyordu.

videonun bu şekilde kullanımı oldukça heyecan verici ve hiç kuşkusuz ki rau bu yolla sahnede görülen ile görüntüde görülenin farklılıkları üzerinden hayatın ve sanatın doğal olarak ihtiva ettikleri boşluklu ve parçalı/fragmantal olma halini, gerçek-sahte ikilemini ve tekrar fikirlerini sorguluyor.

örneğin oyunun trajik olayla ilişkili iki ayrı sahnesinde şöyle bir mizansenle karşı karşıyayız: sahnenin arka tarafında bir eşya aydınlatılmış (birinde yatak diğerinde koltuk), sahnenin ön tarafında ise sandalyede oturan ve göz ucuyla perdedeki görüntüye bakmaya çalışıp oradakiyle senkronize olmaya çalışan iki oyuncu ve onları yakından çeken (veya çekiyormuş gibi yapan) bir kamera ve kameraman (çünkü perdeye yansıyan, kameranın canlı olarak çektiği görüntü değil) var, perdede ise önceden kaydedilmiş görüntü sesiyle birlikte oynuyor ve orada sahnedekiyle aynı iki oyuncuyu sahnedekiyle aynı yatakta/koltukta yatmış/oturmuş konuşurken ve öpüşürken seyrediyoruz. yani, seyirci olarak aynı duruma dair, o durumu parçalayan, boşluklandıran, bütünleyen üç ayrı nitelikte görüntüyle eşzamanlı olarak karşı karşıya bırakılıyoruz; hepsi birbirini tamamlıyor, kopya ediyor, tekrarlıyor.

başka bir örnek: gösterinin eşcinsel arap gencin onu öldürecek olanların arabasına binmesinden ölümüne kadar olan uzunca bir kısmı biz seyircilere sahnedeki kameraman tarafından yapılan çekimle perdeden canlı olarak da gösterildi.
arabanın içindekileri dışarıdan çeken görüntüde sanki araba otoyolda ilerliyormuş hissi vermek için, oyunculardan o sırada repliği olmayan biri elindeki küçük fenerden gelen ışığı arabanın ön camını üzerinden, eğer kameraman arkadan çekiyorsa arka camının üzerinde, yandan çekiyorsa yan camın üzerinde eşit zaman aralıklarıyla yalatıp geçiriyordu. sahnede bunu görüyor, perdedeki görüntüde ise otoyolun kenarındaki lambalar eşit aralıklarla arabanın camlarında beliriyormuş gibi olduğundan arabanın gece vakti otoyolda ilerlediğini seyrediyorduk.
ancak tabii bu teknik tiyatro sanatına dair bir mış gibi yapma tekniği değil, stüdyoda çekilen az bütçeli filmlerde kullanılan sinema sanatına dair bir mış gibi yapma tekniği. ama hani bu oyun tiyatro sanatının mimesisini masaya yatırmıştı, hani rau “seyirci ne zaman rahat koltuğundan kalkıp sahnedeki olaya müdahele eder?” diye soruyordu!

perdedeki görüntülerden sadece biri, o tiyatroda o anda seyirci olarak oturduğumuz koltuklardan görüş açımızdan dolayı göremeyeceğimiz bir görüntüydü: arabanın bagajında yüzü kan içinde arapça dua etmekte olan eşcinsel adamın yüzüne yapılan yakın-plan çekim.
bu görüntü dışında diğer hiçbir görüntü rau’nun “la reprise”deki temel amacına hizmet etmiyordu; tersine fazlalık olarak kalıyor ve işin manyeristleşmesine neden oluyordu. bu da bence seyircinin kafasını karıştırıp dikkatini dağıtarak, oyunun mesaj(lar)ını muğlaklaştırdığı gibi zayıflatıyordu da!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder