çok büyük bir hata yapmışız. upuzun bir kumsala dizili yanyana oteller, pansiyonlar, lokantalar, cafeler, dondurmacılar, krepçiler, marketler; kumsalda sıra sıra yüzlerce şemsiye-şezlong; ve vıcık vıcık insan kalabalığı! deniz ise; evet altın kumsal ismini hak edercesine alabildiğine kum ama sığdı! yüzmek için denizin içinde bayağı bir yürümek gerekiyor. sığ olduğu için deniz sıcak; bütünüyle kum olduğu için de deniz dibinde seyredecek balık yok! öğle ile birlikte bütün lokantaların bacaları tütmeye başlıyor; bizim orada olduğumuz iki gün de rüzgarsızdı; akşam duman öyle bir arttı ki havayı kızartma-yağ kokusu kapladı.
altın kumsal-potamia sahili sakin, ıssız ve kafa dinleme tatili tercihli bizler için tam bir kabustu!
altın kumsal'ı o kadar sevmedik ki, neredeyse hiç fotoğraf çekmedim, bu hariç: koy doğuya baktığı için güneş doğuşları oldukça etkileyiciydi, sabahın erken saati olduğu için de etrafta in ci ntop oynuyordu; ben de dayanamadım..
altın kumsal’ın kalabalık halini görünce; potos’tan buraya güney sahili yoluyla gelirken gözümüze kestirdiğimiz koylara geri gitmeye karar verdik. zaten adada mesafeler çok çok kısa. çepeçevre bütün adayı sahil yoluyla yaklaşık üç saatte katetmek mümkün.
sabah kahvaltıyı otelin altın kumsal’a bakan salonunda ettikten sonra günü geçirmek için altın kumsal’sız bir program yaptık; pek güzel ve keyifli oldu.
ilk hedefimiz adanın tam güneyinde konumlanan ve 13. yüzyıla tarihlenen başmelek mikail manastırı’ydı.
bir gün önce, tam öğle tatilinde önünden geçtiğimiz için kapalıydı, girememiştik. kapıda plaj kıyafetleriyle girilemeyeceğine dair bilgilendirme var; hemen kapının ardında bir görevli hanımlara ve beylere üzerlerine giymeleri için manastıra uygun ek kıyafetler veriyor; böylece herkes girebiliyor.
doğal olarak manastırın sadece en dış çeperini gezebiliyorsunuz; ön avlu, en eski kilisenin önündeki adak alanı ve diğer bir küçük kilisenin içi.
küçük kilisenin kapısında lokum çanağı var; manastıra ziyarete gelenlere lokum ikram edilmesi gelenektir çünkü.
ege denizi’ndeki kiklad ada takımından amorgos’taki ünlü hozoviotissa manastırında; ulaşması çok zor olduğundan ve bu nedenle çok yoğun bir ziyaret olmadığından olsa gerek, rahipler her gelene kendi elleriyle bir bardak soğuk su ve lokum sunarlar; o muhteşem anı ben de 12 yıl önce yaşamıştım.
burada ise ortodoks bulgar, sırp ve romanyalıların ağırlıklı olduğu kitle turizmi ve kolay ulaşım (manastır taşıt yolunun kenarında) lokum ikramını iletişimsiz bir hale sokmuş. kapının hemen yanında duruyor olsa da lokum kabını görmemek bile mümkün.
manastır 13. yüzyıla tarhilenmesine rağmen 20. yüzyıla çok iyi bir durumda ulaşmamış; 1974’de rahibeler burayı sahiplenerek tekrar ayağa kaldırmışlar; şimdilerde çok bakımlı.
manastır sınırları dahilinde fotoğraf ve video çekiminin istenmediği bir çok yerde yazmasına rağmen, insanlar yine de gizli gizli cep telefonlarını, makinalarını çıkarıp, kaçamak kaçamak fotoğraf çekmekten kendilerini alamıyorlar. kitle turizmi denen meretin neden bu kadar vahşi, saygısız, görgüsüz ve yıkıcı olduğunu, altın kumsal’daki atmosferden sonra bir kere daha burada, birinci elden yaşantılamış olduk.
ben tek bir fotoğraf çektim, o da manastırın içinin değil, manastırdan dışarı, manastırın terasının baktığı engin ege denizin fotoğrafı.
manastırın dükkanından yaptığımız alışveriş ile birlikte yarım saat bile sürmeyen ziyaretten sonra ilk hedefimiz adanın en güzel, -diğerlerine göre- ıssız ve iptidai kumsallarından, hemen manastırın altındaki livadi koyu idi.
livadi koyuna ulaşım ana yoldan sapan toprak yolla sağlanıyor; biraz engebeli bir yol; hatta cılız da olsa bir dere bile geçiyorsunuz..
kumsaldan manastırın görünüşü
kumsalda basit bir işletme var; şemsiye ve şezlong kiralıyor; günlüğü 5 euro. aynı işletmede içeçek-yiyecek de var. ama illa onlara bağlı olmak gerekmiyor; eğer arabanızda şezlongunuz, şemsiyeniz varsa kumsalın geri kalan kısımlarında kendi başınıza takılmak da mümkün. zaten livadi koyunu daha çok çadırlılar, karavanlılar tercih ediyormuş; koyda tek pansiyon dışında konaklama yok.
hemen livadi’nin yanında aynı koya bağlanan daha küçük bir koy var; oradaki tesis biraz daha teferuatlı; hatta sanırım konaklaması da mevcut.
deniz enfes; hem potos’a göre daha soğuk; hem deniz dibi hayatı olarak en az potos kadar zengin, hatta belki daha zengin.
zor ulaşılır ve iptidai imkanlı olduğu için çok fazla rağbet edilmemesi, kumsalın en dolu halinde bile tıklım tıklım olmamasını sağlıyor.
koyun içerlek olması ise korunaklı, ölçekli bir atmosfer yaratıyor; açık denizde yüzüyor gibi değilsiniz; ancak etkileyici olan buranın tamamıyla güneye yani ege denizi’ne derinlemesine bakıyor oluşu; yani bütün ege'yi ayaklarınızın altında hissetmeniz!..
manastırdan tekrar altın kumsal yönüne, yani kuzeye doğru devam ettiğinizde ise karşınıza çıkan ilk kumsal thimonia koyunda.
livadi’ye göre daha geniş bir açıyla denize bağlanan bu koyda da deniz çok güzel. küçük bir otel ve 3-5 ev var. tam kafa dinlemelik, sakin, sessiz; ve yoldan kolay ulaşılabilir bir konumda. bir daha taşoz'a gelirsem, ki pek zannetmiyorum, bu koydaki otelde kalmak isterim..
bir sonraki koy ise, adanın popüler kumsallarından "paradise beach". anayoldan koya inen patikanın başında gökkuşağı bayrağının bulunması aşağısının rengi, hareketi ve eğlencesi konusunda yeterince ipucu veriyor..
günün geri kalanı, muhteşem aliki arkeolojik alanı ise bir sonraki yazıya..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder