"...
"Kapına geldiğim günden şu ana dek," kadın hala konuşuyor, "hiç sinirlenmediğimi kabul edersin, değil mi, Paul? Ne küfrettim ne ters bir laf söyledim. Durmadan şakalar yaptım ve seni bir İrlandalı gibi pohpohladım. Sana şunu sorayım: Ben aslında nasıl biriyim biliyor musun?"
Paul susuyor. Aklı başka yerde. Elizabeth Costello'nun aslında nasıl biri olduğu umrunda değil.
"Ben alıngan bir ihtiyarım, Paul. Sinirlendim mi gözüm dünyayı görmez. Aslında yılan gibiyim biraz. Sana pek yük olmayışımın tek sebebi, uslu duracağıma kendi kendime söz vermem. Ama çok zor oldu bu, inan. Kim bilir kaç kez sinirlerime zor hakim oldum. Sana kaplumbağa gibi yavaşsın, fazla titizsin filan demiştim ya, bunlar, hakkında söylenebilecek en kötü şeyler mi sanıyorsun? Çok daha kötü şeyler söylenebilir, inan. Bir insan en kötü yönlerimizi, en kötü ve incitici yönlerimizi biliyorsa ve bunları söylemeyip gizliyor, bize gülümsemeyi ve şakalar yapmayı sürdürüyorsa, buna ne deriz? Sevgi deriz. Hayatının bu son döneminde, başka kimden sevgi görebilirsin ki, seni çirkin ihtiyar? Evet, çirkin ne demektir ben de bilirim. İkimiz de çirkiniz, Paul, yaşlı ve çirkiniz. Dünyanın tüm güzelliklerini kucaklamak istesek de. İçimizdeki bu arzu asla sönmez. Ama dünyanın tüm güzellikleri ikimizi de istemiyor. Bu yüzden daha azıyla, çok daha azıyla yetinmek zorundayız. Hatta bize sunulan neyse kabul etmek zorundayız, yoksa aç kalırız. Yani iyi kalpli bir vaftiz anası bizi içinde bulunduğumuz iç karartıcı ortamdan; imkansız, zavallıca, gerçekleştirilmesi olanaksız düşlerimizden çekip almak isterse onu reddetmeden önce iyice düşünmeliyiz.
Sana bir daha düşünmen için bir gün, yirmi dört saat veriyorum Paul. Reddersen, şimdiki yolunda ağır ağır gitmekte ısrarlıysan, o zaman sana neler yapabileceğimi göstereceğim, nasıl tükürebildiğimi göstereceğim."
..."
- j. m. coetzee
can yayınları (çeviri: dost körpe)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder