bu akşam cemal reşit rey konser salonun'da arasız 2.5 saat yangın yerlerindeydik; ortadoğu'da, balkanlar'da, afrika'daydık... gözyaşlarıyla dolmuş okyanuslar, hiç yağmur düşmeyen bir ülkenin yakıcı güneşi canlandı gözlerimizin önünde... savaşla kirlenen coğrafyaların ortak trajedisine tanık olduk...
ro theater'in "branden" (yangınlar)'ından umutluydum, ama bu kadar da iyi bir oyun seyredeceğimi ummamıştım. zaten tahmin etsem, eş dostu da ne yapar eder götürürdüm yanımda.
rotterdam'dan ro theater'in alize zandwijk rejisiyle sahneye taşıdığı wajdi mouawad'ın "branden" adlı oyunu şehrimizde kolay kolay rastlayamayacağımız kadar etkileyici bir ecnebi yapımdı. bu seneki tiyatro festivali'nde bu kadar iyisini seyretmedik.
oyununu konusu kısaca şöyle: sessizliğe gömüldüğü beş yılın ardından hayata veda eden nawal marwan, vasiyetinde jeanne ve simon adlı ikiz çocuklarından, ölü olduğunu sandıkları babaları ile varlığından haberdar dahi olmadıkları kardeşlerini aramalarını ister.
onlara üç de mektup bırakır; ikisi bulunacak baba ve ağabey'e, üçüncüsü de döndükten sonra açmak üzere ikizlere. vasiyete göre ancak geri döndükten sonra yapma izinleri olan diğer bir şeyse, annelerinin isteği üzerine isimsiz ve taşsız olarak gömüldüğü mezarına ismini yazmaları.
gönülsüzce çıkılan bu yolculuk, iki kardeşi ortadoğu'ya, annelerinin zamanından beri savaş halinde olan bir ülkeye götürür.
oyun boyunca bir yandan şimdiki zamanda çocukların araştırmalarını izlerken, paralel kurguyla annenin geçmişine, yaşadıklarına tanık oluruz.
lübnanlı yazar wajdi mouawad'ın metni müthiş sağlam; keşke türkçeye çevrilse de alıp okusak, altı çizilecek o kadar çok cümle var ki!
"İkimiz aynı yerde doğmuşuz, aynı dili, aynı tarihi paylaşıyoruz, ve her doğum yeri, her dil, her tarih kendi halkından, her halk da hainlerinden ve kahramanlarından, cellâtlarından ve kurbanlarından, zaferlerinden ve yenilgilerinden sorumludur."
güncel dünya meselelerini ortaya koyuş şekli, ve bunlara karşı tutunduğu insancıl bakış çok ustaca; kesinlikle naif bir hayalperestlik taşımıyor.
"Sevda, aklını başına topla! Kurban olan sensin, sen de önüne çıkan herkesi öldürür, cellât olursun, ardından sen de kurban olursun! Oysa şarkı söylemeyi de bilirsin sen, Sevda!"
herşeye rağmen öfkeyi lanetleyen, umudu barındıran bir yaklaşımı tercih ediyor.
"Şimdi artık birlikteyiz ya herşey daha iyi."
oyunun epik bir tadı da var. referansları ise yunan tradegyalarına kadar gidiyor.
yönetmen alize zandwijk tüyler ürpertecek kadar etkileyici bir iş çıkarmış.
neredeseyse hiç dekor yok; sahnenin bütünü külle (siyah kumla) kaplı; uçsuz bucaksız bir yangın yerindeyiz.
bir yanda üstüste istiflenmiş battaniyeler var; kimsesizlerin, evsizlerin, yurtsuzların, mültecilerin, vatansızların, durmadan yer değiştirmek zorunda bırakılanların vazgeçilmez tek eşyası.
oyun başladığında; sahnenin önünde, oyun için ancak dörtte birlik bir alan bırakan kocaman bir beyaz perde asılıydı. bir zaman sonra, bu büyük perde yukarı çekildi, arkasından, biraz daha geride, ama ilkinden daha küçük başka bir beyaz perde çıktı. oyun devam ettikçe, gittikçe küçülen boyutlarda beyaz perdeler geriye doğru birbirlerinin arkasından çıktıkta "oyun sahnesi"nin derinliğini de arttırdılar.
çocukların, annelerinin geçmişi hakkındaki bilgilerinin kısıtlılığı anlatılmak isteniyormuş gibi geldi bana (ilk sahnede çocuklar anneleriyle ilgili neredeyse hiçbir şey bilmiyorlardı, bu yüzden sahnenin önünde küçük bir alana sıkışmışlar); annenin geçmişi öğrenildikçe "beyaz bilinmez boşluk" (perdelerin boyutları) azaldı ve "öğrenilenlere dolan mekan" (oyun sahnesi) arttı.
oyunun dünyası siyah ve beyaz renkleriyle kurulmuş; zemin, daha önce de bahsettiğim gibi siyah kum kaplı, ardı ardına indirilen perdeler beyaz.
gittikçe küçülen beyaz perdelerin sonuncusu üzerine siyah boyayla yazılan oyun kişilerinin isimleriyle doluyor, kirleniyor. bu perdenin ardından indirileninkinin boyutları da aynı ama bu sefer beyaz değil, tümüyle siyaha boyanmış. oyunun sonlarına doğru arka arkaya ortaya çıkan acı gerçekler, bir anlamda, karakterlerin dünyalarını karartıyorlar.
siyah-beyaz karşıtlığı kostüm tasarımına da yansıtılarak, oyun dünyasının bütünlüğü sonuna kadar sağlanmış. masum karakterlerin hepsi beyaz giyiyorlar. yetimhanedeki çocukları, yani bir anlamda masum yaşamı, beyaz balonlar simgeliyor.
anne nawal’ın ise; 15 yaşındaki kıyafeti pembeye çalan kırık bir beyaz. savaşlarla, acılarla, kaygılarla ve tecavüzle kirlendikçe, dünyası karardıkça kıyafetinin rengi de değişiyor; nawal son sahnelere doğru sadece siyah kıyafetler giyiyor.
gölge tiyatrosu bütünüyle siyah-beyaz karşıtlığına dayanıyor zaten.
geçmişe dair yaşananlar çoğunlukla beyaz perdelerin üzerine düşürülen gölgelerle anlatıldı. burada da; geleneksel gölge tiyatrosunu aşan, çok ilginç -ama uygulaması çok basit- teknikler kullanıldı.
sahne üzerinde dekora dair yapılan bütün uygulamaları bizzat oyuncular gerçekleştirdiler; perdeleri kaldırılıp indirdiler, gölge oldular, gölge verecek sabit objeleri, balonları yerleştirdiler.
yazımın başına dönersem; wajdi mouawad lübnan'lı, ortadoğu tamam da, afrika'yı balkanlar'ı nerede gördün derseniz; oyunun canlı müziğini yapan oyuncunun akordeonla söylediği sırpça (belki de rusçaydı) şarkılarda ve oyunun kilit karakterlerinden birinin tam da saçı başı dağınık, elinde silah deli bir afrikalı olmasında (ruanda soykırımına dair görüntülerden bunun gibi binlercesine aşinayız zaten).
yönetmeni bir kere daha kutluyorum!
peki okyanus, çöl nereden çıktı, dekor yoksa diye sorarsanız da; işte bu da oyundaki, beni tam kalbimden vuran en önemli biçimsel fikirdi: sanmayın ki spotların önüne turuncu veya mavi jelatin koydular da, kasaba düğünü vari ışıklandırmayla sağlandı bu atmosferler. nasıl mı peki?
oyun devam ederken repliği olmayan oyuncular zemine, kenarda duran battaniyelerden turuncu olanlarını serdiler ve inanamazsınız, bataniyelerin serilmesiyle yavaş yavaş onlara vuran beyaz ışıklar yumuşadı, turunculaşarak yansıdı etrafa.
okyanus da aynı şekilde, bu sefer mavinin tonlarındaki battaniyelerin zemine serilerek, etrafın mavi renge dönüşmesiyle yaratıldı.
uzun zamandır bu kadar basit ve bu kadar etkileyici sonuç veren; kullanılan tek bir malzemeyle mekanın, atmosferin bütününün yaratıldığı bir sahne tasarımına rastlamamıştım.
hayran kalmakla yetinmedim, hikayenin tam da bu sahnelerde yükselen dramatik etkisiyle gözlerim yaşardı. zaten, oyunu sonlandıran okyanus sahnesinde, ikizlerine yazdığı mektubu okuyan anne olmak üzere, mavi battaniyelerin üzerinde gelişigüzel oturmuş annenin mektubunu dinleyen bütün diğer oyuncuların da gözleri yaşlıydı.
bu inanılmaz etkileyici yapım için kime teşekkür ediyim bilemiyorum. ajans2010'a mı, garajistanbul'a mı, hollanda konsolosluğuna mı?
Branden (Incendies/Scorched) Wajdi Mouawad, Alize Zandwijk from Ro Theater on Vimeo.
...bu akşam bilet alma işini oyun öncesine bıraktım. kapıda bilet satışı yapılmadığından dolayı, görevliler bedava davetiye verdiler.
2010'un başından beri bütün ajans2010 etkinliklerine çatır çatır para ödeyip bilet alırken, son dakikada bir çok insana ücretsiz bilet dağıtıldığını da duymuştum.
2010 bitmeden, ajans2010'dan nemalanmak bana da kısmet oldu!
muhtesem!!!
YanıtlaSil