dün akşamdan beri çevirip çevirip onu dinliyorum, dinliyorum, doyamıyorum: "love is the answer", iki cd; aynı şarkılar birinde orkestra diğerinde caz dörtlüsü eşliğinde.
bu yeni kayıt ve iki cd'lik deluxe edisyonu amerika'da eylül sonunda çıkmıştı zaten, bizim semalara gelmesini bekliyordum sabırsızlıkla, çok geç kalmadı neyse ki. [her 31 aralık günü kendime yeni, heyecanverici bir müzik albümü hediye etme geleneğim için biçilmez kaftandı bu albüm ama dayanadım; eylül sonundan bugüne dayandım, bir 25 gün daha dayanamazdım!]
bazıları tarafından yaptığı müzik 60'larda kalmış [aynı kişiler muhtemelen barbra'nın 60'larda yaptığı müziği de devrimci/özgün/yenilikçi bulmadıklarından küçümsüyorlardır], fazlaca "burjuva" olarak algılanan [ve belki de öyle olan], başkaları tarafından da parayla olan ilişkisi, müzik ile olanını aştığı, samimi olmadığı düşünülen sanatçılardan biridir barbra streisand.
evet, tırnakları olağandışı bir şekilde uzundur, adından bir "a"yı silmiştir, eşcinsel oğlu için bir zamanlar "köpek de olsa o benim oğlum" gibi garip laflar etmiştir...
ancak herşeye rağmen barbra streisand benim için öncelikle; kendisiyle ve etrafıyla rahatça dalgasını geçebilen, hayatı hafife alıyor gibi gözüken [ama aslında en küçük detayı bile delicesine düşünen], müthiş bir cazibesi olan [evet cazibe! barbra streisand "cazibe" kelimesinin cisimleşmiş hallerinden biridir! tam da "funny girl"deki unutulmaz sahnede, kürkler içinde aynaya bakıp kendi kendine "hello gorgeous!" dediği gibi] gösterişli bir sanatçıdır. çok yönlüdür: oyuncudur, şarkıcıdır, yönetmendir, senaristtir, söz yazarı ve bestecidir; bazılarını çok iyi yapar, bazılarında ortalamadır.
barbra streisand matraktır! en ciddi filminde bile [örneğin, benzersiz "yentl"da], en hüzünlü sahnenin ardından bir jest yapar, bir ağız büker, gülümsersiniz [ben gülümserim]. barbra streisand'da şeytan tüyü vardır; benim için onu sevmemek imkansızdır.
evet, barbra streisand kendini satmasını çok iyi bilir!
[toprağı bol olsun, hayatımın önemli insanlarından biri, erken bu dünyadan ayrılmış apartman komşumuz, çok sevdiğim ve saydığım onnik amcamla en çok tartıştığımız konulardan biriydi barbra streisand.
onnik amca, yıllardır bir kaç ayını amerika'da kızkardeşinin yanında geçirdiği için barbra streisand'ı amerikan medyasından da izlerdi/bilirdi ve; barbra'nın çernobil sonrasında kendi evinin bahçesinde yardım amaçlı düzenlediği konserde, uzun zamandır konser vermemeyi (20 yıldır canlı olarak seyirci karşısına çıkmıyordu) ve çernobil'e yardımı bahane ederek bilet fiyatını 5000 dolar tutarak bir anlamda "bakın ben 5000 dolarlık sanatçıyım"a getirmesine ve konser sırasında şaka yollu da olsa, söylediği her bir notanın kaç dolara denk geldiğini belirtiyor olmasına çok sinirlenir, "bu kadının allahı para" derdi.
ama ben, iflah olmaz ve -o zamanlar dünyadan haberi olmayan- saf bir hayran olarak, "helal olsun!" derdim.]
trt'nin konseri banttan yayınladığı akşamı hala hatırlarım; geç saatti, sanırım pazar akşamıydı, barbra şarkı aralarında espriler yapıyor, hepsi birer standart olmuş birbirinden ünlü şarkılarını arka arkaya söylüyordu; "yentl"dan, "funny girl"den, "west side story"den...
boğazlı beyaz bir kazak vardı üzerinde, beyaz pantolon. şeffaf bir sandalyeye oturuyor, "papa, can you hear me"yi nelson mandela, olof palme'ye adıyor, aynı "yentl"da olduğu gibi bir mum eşliğinde şarkıyı söylüyor, sonra bee gees'den barry gibb ile -hala inanamadığım etkileyicilikte- düet yapıyor, konuşur gibi rahat şarkı söylüyordu. bu kadını sahnede seyretmek unutulmayacak bir deneyim olmalıydı!
en büyük ve gerçekleşmesi imkansız -gibi görünen- hayalim barbra'yı canlı seyretmekti. çünkü, konser fobisi vardı, az konser veriyordu, onlar da amerika ve kanada'da oluyordu.
üç sene önce bir bahar akşamı, paris'ten hayat-boyu-dostum burcu aradı, "barbra paris'e konsere geliyor, hadi sen de gel!" diyerek inanılmaz müjdeyi verdi.
[üniversitenin ilk aylarında burcu'yla arkadaşlığımızın başlamasının üç nedeni vardır: zuhal olcay'ın o zamanlar çıkan ilk albümü, "fiddler on the roof"u zero mostel mi daha iyi yorumlar yoksa topol mu, veee barbra streisand hayranlığı. hepsi de ne kadar "süfli" şeyler değil mi :)]
evet, inanılır gibi değildi, barbra bir sene önceki amerika konserlerinden sonra, avrupa'da bir kaç şehri kapsayan sınırlı bir turne yapmaya karar vermişti ve duraklarından biri paris'ti.
bir heyecanla biletleri alma işini ben hallettim; tahmin ettiğim üzere bilet fiyatları fahişti!
500 avroluk biletleri alamayacağımız belliydi de, bercy stadyumunun en üst sıralarından da izlemek istemiyorduk barbra'yı. dünya gözüyle göreceksek bari çıplak gözle görebilseydik!
sahneye göre yan çaprazda konumlanan dördüncü kategori biletlerde karar kıldık. şanslıydık, biletler çok pahalı olduğundan, paris öncesindeki nice konseri iptal olmuş, paris'te de bercy'i tıklım tıklım dolduracak bilet satılamadığından, konser akşamı bizi üçüncü kategoriye oturttular; inanılmazdı, barbra'yı çıplak gözle görmenin ötesinde, yandan da olsa bayağı iyi ve yakın bir konumdan izledik.
konser mükemmeldi; hayatımda ilk ve son defa bir konserde şarkılara yüksek sesle eşlik ettim; değil mi ki yıllarca evde barbra'yla "somewhere"i, "people"ı, "papa, can you hear me"yi, "the way we were"ü söylemiştim, değil mi ki sevgili dostum kayahan abi ile yarışma çizerkenki vazgeçilmez alışkanlığımız "one voice"u koyup bet seslerimizle barbra'yı bastırmaya çalışmaktı, konserde antremanlıydım. işin hoş tarafı, sadece burcu ve ben değil, etrafımızdaki herkes şarkılara eşlik ediyordu;
26 haziran 2007'de paris-bercy'de hepimiz birer barbra'ydık!
son albümü "love is the answer" ise bambaşka; romantik caz standartlarının vazgeçilmez kadın şarkıcısı diana krall'un önermesiyle barbra bu albümde standartları yorumluyor; hem de ne yorum!
"love is the answer" tam da, barbra'nın 50'lilerin sonu 60'ların başındaki ilk döneminde çıkardığı birbirinden benzersiz, sıkı albümler tadında sağlam bir çalışma; hiçbir zaman eskimeyecek, bıkmadan tekrar tekrar dinlenecek, eminim!
ben şarkıların orkestralı versiyonundan ziyade caz dörtlüsü ile olanını beğendim. bazı şarkılarda barbra'nın sesi hafifçe çatlıyor gerçi; hoş oluyor aslında, caz havasını kuvvetlendiriyor.
şarkıların hepsi birbirinden güzel, ancak yine de favoriler diğerlerinin arasından sıyrılıyor: jacques brel klasiği "ne me quitte pas", "spring can really hang you up the most", "smoke gets in your eyes", bossa nova tarzında "gentle rain".
"love is the answer"benim nezdimde her an diana krall'un enfes albümü "the look of love"ı sollayabilir.
aynı "the look of love" gibi "love is the answer" da insanı, gün geceye dönerken, evin kısılmış ışıklarının loşluğunda, rahat bir koltuğa gömülmüş olarak sakin samimi bir sohbete davet ediyor...
Sevgili Danzon;
YanıtlaSilHemen gidip aldım CD'yi. Epeyden beri haberim vardı ama ben de açıkçası "bayık mıdır" acep? diye endişe içindeydim. Şu anda CD önümde ama akşam evde ışıkları kapatıp -eskiden her albümü dinlediğim gibi-dinleyeceğim. O evinin bahçesinde verdiği konseri o zamanki beta kasetlerinden birine kaydetmiş ve defalarca izlemiş ve dinlemiştim. O dönemlerde Don Johnson ile beraberdi [böyle de bir ayrıntı nereden kalmışsa aklımda!] Şimdi sizin yazınızı da okuyunca devamlı bir şekilde aklımda Guilty düeti dönüyor:
And we got nothing to be guilty of
Our love will climb any mountain near or far , we are
And we never let it end
We are devotion
And we got nothing to be sorry for
Our love is one in a million
Eyes can see that we got a highway to the sky
I don't wanna hear your goodbye.......
Biraz coştum gene...
Sevgiler
Billur