Danstan çok özel bir yıldız kaydı...
12/07/2009, Radikal İki
DİKMEN GÜRÜN
Pina Bausch’u en son Şubat ayında görmüştüm Theatre De La Ville’de, bu tiyatro ile olan sıcak bağlarının 30. yılını kutlarken. 1979-2009... 30 yıldır her sene Paris’in bu en ünlü tiyatrolarından birine, bu bin kişilik mekâna bir ay boyunca konuk oluyor Tanztheater Wuppertal ve salon dolup taşıyor... “Otuz Yıllık Aşk” ne yazık ki artık onsuz devam edecek ama kuşkusuz Pina Bausch o zarif ve duyarlı varlığını hep hissettirecek seyircisine... O akşam uzun uzun konuştuk İstanbul’dan, 2010’da tekrar bu kentle buluşacak olmanın ona verdiği hazdan, İstanbul seyircisinin onu ne kadar özlediğinden ve tabii ki Koza’dan. 2005’te İKSV’den ayrıldıktan sonra, üç yıl boyunca Tanztheater Wuppertal’in yöneticiliğini yapan ve Tiyatro Festivali’nde tam 12 yıl birlikte çalıştığımız Koza Tamdoğan’dan. Pina Bausch’un ölüm haberini alınca buluşmak ve konuşmak istedik Koza’yla. Bu bulunmaz insanla nasıl tanıştığımızı, nasıl çalıştığımızı, nelere gülüp nelere üzüldüğümüzü, hatta Nefes çalışmaları sırasında bir gece Kumkapı’da üçümüzün nasıl kafaları çektiğimizi, aramızda Kutluğ Ataman’ın da olduğu bir başka gece bizim emektar teknede nasıl balık-ekmek yiyerek Boğaz sularında mehtabın tadını çıkarttığımızı konuştuk... Sanki Nefes’i ve Dolunay’ı izlerken o anların titreşimlerini aldım. Böylesi insanlık halleri, bu küçük olaylar, gözlemler onun yapıtlarında kalıcı zenginliklere dönüşüyor. Nefes, bu zenginliklerden payına düşeni alan ve sanatçının tutkuyla, sevgiyle, hassasiyetle hayata geçirdiği bir eserdi.
Biraz ‘Nefes’ üzerine konuşalım diyeceğim ama önce Pina Bausch ile birlikte çalışmanızdan söz edelim istiyorum.
Koza: Biliyorsunuz, 2005’te İKSV’den ayrılmıştım. O sırada Tanztheater Wuppertal’in yöneticisi Matthias da işini bırakmış. Bir gün, bir telefon geldi ve Matthias, Pina’nın kendi yerine benim geçmemi istediğini bildirdi. Çok şaşırdım ama bu çağrı benim için bir onurdu. Hiç düşünmeden kabul ettim. Bir anda İstanbul’daki evimin kapısına kilidi vurdum, dostlarımı, arkadaşlarımı, sevgili kentimi, hatta ve hatta oğullarımı arkada bırakarak Wuppertal’e gittim. Ondan sonraki üç yılı Pina ve topluluğuyla içiçe geçirdik. Çalışma hayatının telaşına birlikte göğüs gerdik, dünyayı dolaştık ve bu arada çok içten bir dostluğu daha da derinleştirdik. Tüm yaşadıklarımızı ileride ayrıntılı bir şekilde toparlamaya niyetliyim.
Çok iyi olur. Wuppertal’e ‘Dolunay’ı izlemek üzere geldiğimde biraz kalmıştım sende ve o kentin senin gibi bir insana çok dar geleceğini düşünmüştüm. Ama, öyle bir ekiple ve özellikle Pina Bausch ile olmak güzel bir tecrübeydi kuşkusuz.
Koza: Pina her zaman sonsuza kadar orada kalmayacağımı, İstanbul’un benim için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Nitekim koşullar uygun olup da geri dönmeye karar verdiğimde, bunu yine en iyi anlayan kendisi oldu. Aslında olanakları el verseydi o da buraya gelmek isterdi. İstanbul’u gerçekten çok severdi.
Evet, Paris’te o en içten tebessümüyle ‘altı yıl geçti aradan, 2010’da geliyor olmamıza çok seviniyorum’ demişti. Hiç unutmuyorum... ‘Nefes’i bir kez daha İstanbul seyircisiyle buluşturabilmeyi ve de bu buluşmanın gerçekleşmesi için AKM’nin 2010 Haziran ayına yetişmesini o kadar çok istiyorum ki.
Koza: Yıllar içinde Pina’nın neredeyse tüm oyunlarını görme fırsatım oldu tabii ama bunların arasında ‘Nefes’in yeri her zaman için çok ayrı, çok özel oldu. Hem oyunun oluşum sürecinde bizzat yer almış olmam, hem yaşadığım, sevdiğim kentim İstanbul’dan esinlenmiş olması...
Adını da sen buldun Koza ve çok da yakıştı...
Koza: Herkes çok iyi bilir ki Pina’nın oyunlarının neredeyse hepsi, prömiyerini isimsiz olarak yapar. Hatta bazı oyunlarının hiçbir zaman adları konmaz Bir Pina Bausch Yapıtı (A piece by Pina Bausch) olarak anılır. ‘Nefes’ de 2003’te AKM’de henüz gerçek adı konulmaksızın oynadı ve bu durum hayli sıkıntılara neden oldu. Aylar sonra topluluğun o zamanki yöneticisi oyuna ‘Hayal’ adını vermeyi düşündüklerini söyledi. Birden aklıma ‘Nefes geldi ve oyuna bu ismin daha çok yakışacağını söyledim. İstanbul Boğazıyla eşsiz, nefes alan canlı bir kenttir, ayrıca oyunda Mercan Dede’nin ney müziği ağırlık taşıyor, bu da bir başka ‘Nefes’ demektir. Pina’nın bu ismi çok beğenip oyuna vermesi beni çok mutlu etti. O da her zaman bu hikâyeyi anlatmaktan zevk alırdı.
Nefes’e gelen ilk tepkiler, özellikle bizde, ilginçti.
Koza: Eser, Alman eleştirmenlerin önemli bir kısmı tarafından çok şiirsel bulunup yere göğe sığdırılamazken, bir kısmı tarafından da yeterince politik bulunmadı ve eleştirildi. Ama, dünyada gittiği her ülkede çok büyük övgüler aldı. Bizde ise bir yandan İstanbul’un böylesine bir esere ilham kaynağı olmasından dolayı gururlandı seyirciler, bir yandan da kadınların eziliyormuş gibi gösterildiği kanısına varan kimileri “neden-niçin?” gibi sorular sordular. Oysa şimdi bakıyorum da, oyunun prömiyerinin üzerinden henüz altı yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, ülkemiz kadın hakları konusunda hızla dibe doğru ilerliyor.
Ayrıca da o yapıtta kadının ezilmesi filan söz konusu değildi ki. Ülkemizde kadın-erkek ilişkilerinde erkeğin konumu, tavrı ve kadının doğurganlığı bundan daha güzel işlenemezdi. Kaldı ki sanatçı kadına büyük bir özenle yaklaşıyordu.
Koza: Bence ‘Nefes’ İstanbul’a yapılmış en güzel ilan-ı aşktır. Bugün oyun hâlâ her yerde büyük ilgi görüyor ve topluluğun en favori oyunlarından biri olarak dünyayı dolaşmaya devam ediyor. İşin çok dokunaklı bir yanı da, Pina’nın vefat ettiği 30 Haziran gününün akşamında, o sırada Polonya’da turnede olan topluluğun ‘Nefes’i oynamasıydı. Acı haberi aldıktan birkaç saat sonra sahnedeydiler. Oyun bitiminde beni aradılar, şimdiye kadar ‘Nefes’i hiç bu kadar güzel oynamadıklarını, alkışta Pina’nın yerini boş bırakarak selam verdiklerini anlattılar...
Peki Tanztheater’in geleceği Pina’dan sonra ne olacak?
Koza: ‘Nefes’ örneğinde olduğu gibi, Pina’nın sanat hayatı boyunca koreografisini yaptığı 40’ı aşkın oyunu repertuarda duruyor ve zaman zaman oynanıyor. Yani hepsinin dekoru, kostümü, ayakkabısı, tokası vs. Tanztheater’in depolarında saklanıyor. Bu, benim bildiğim başka hiçbir toplulukta örneği bulunmayan eşsiz bir zenginlik, eşsiz bir kaynak. Bunun dışında Tanztheater’in arşivinde tüm oyunların çok ayrıntılı video kayıtları da mevcut. Yeni dansçılar bunlarla çalışarak eskilerin yerini alabiliyorlar. Yani kısaca, daha çok uzun yıllar var olan oyunlar sahnelenebilecek, eski dansçılar yenilerine öğretecekler ama bir daha asla, A piece by Pina Bausch damgalı yeni bir prodüksiyon yapılamayacak.
Son olarak, senin tanıdığın Pina Bausch nasıl bir insandı?
Koza: Galiba aklıma ilk gelen tarif, onun oyunları gibi olduğuydu. Nasıl Pina’nın oyunlarını anlatmak, tarif etmek imkansızsa ve ancak onları bizzat seyrettikten sonra bir fikir edinilebiliyorsa, Pina’yı tanımak da öyle bir şey. Oyunlarını izlemek, onu tanımaktır.O, kimilerine aşırı cesur, güçlü, fazla disiplinli, gözükara, hatta belki hırslı görünmüş olabilir. Ama yıllarca tırnaklarıyla kazıyarak edindiği şöhretini ve her şeyden çok sevdiği dansçılarının sorumluluklarını taşımaktan yorgun düşmüş, çok kırılgan, aşırı kaygılı, duygusal, ürkek küçük bir kızdı. Sonuçta herkesin paylaşacağı gerçek şu ki Pina hayatı boyunca hiç nefes almaksızın, çok çok çalıştı. Aramızdan hayli erken ve çok ani ayrıldı. Huzur içinde uyu “Rosebud”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder