19 Temmuz 2013 Cuma

"do the people in this town know how to love?" / kabaret warszawki, krzysztof warlikowski

sahneye bir adam gelir, bir çocukluk anısını anlatır: "kız gibi dans etme" demiştir bir kız arkadaşı, o ise "kız gibi değil kendim gibi dans ediyorum, olduğum gibi" diye cevap vermiştir. dedesi ise ona ginger’ın nerede diye sormuştur bir keresinde. çok sonraları, büyüyünce dedesinin ne demek istediğini anlamıştır adam; nihayet ginger'ını bulmuştur. 
o ana kadar sol profilinden gördüğümüz bıyıklı adam 180 derece döner bize sağ profilini gösterir: yüzünün sağ tarafı bir kadın gibi makyajlıdır.
adamın bir yanı fred bir yanı ginger’dır..



avignon festivali'nde bu akşam kryzsztof warlikowski'nin "kabaret warszawski" adlı son yapımı sahnelenmeye başlıyor. oyun, festivalin son 10 yıldır artistik direktörleri olan hortense archambault ile vincent baudriller bu görevden ayrılmadan önce festivale kazandırdıkları 600 kişilik çağdaş gösteri sanatları merkezi La FabricA'da gerçekleşecek. binanın mimari maria gdlewska da, warlikowski gibi leh.

"kabaret warszawski" beş saatlik bir oyun. iki bölümden oluşuyor. ilk bölüm iki saat, daha sonra yarım saat ara veriliyor ve ikinci bölüm 2.5 saat sürüyor.
ilk bölüm mayıs ayında varşova'da topluluğun mekanı nowy teatr'da sahnelendi. iki bölüm birlikte ilk defa gdynia'daki açıkhava müzik festivali open'er kapsamında gösterildi. topluluk bu gösterileri garip bir şekilde "polonya prömiyeri" olarak adlandırdı, ama aslında "dünya prömiyeri" idi, çünkü oyun ilk defa bütün haliyle open'er'de seyirci karşısına çıkmış oldu.

"kabaret warszawski" varşova kabaresi demek, ancak oyunun geçtiği yerlerin varşova ile direkt bir alakası yok. ilk bölüm berlin'de, ikinci bölüm new york'ta geçiyor. iki bölüm zaman olarak da farklılar: ilk bölüm ikinci dünya savaşı'nın hemen öncesinde, ikinci bölüm dünya ticaret merkezi saldırısının öncesi ve sonrasında.
warlikowski zaman ve mekanı aşarak; cinsellik, tabular, ırkçılık, özgürlük ve sanat üzerinden yeni çağın varşovası'ndaki -ve bence dünyanın herhangi bir metropolündeki- atmosferi, ortamı resmediyor sahnede.






ilk bölüm john van druten'in "i am a camera" adlı oyunundan uyarlanmış. çoğumuzun bildiği ünlü "cabaret" müzikalinin de teksti olan oyun, yine çoğumuzun bildiği gibi aslında christopher isherwood'un "goodbye to berlin" adlı romanından uyarlama.
warlikowski'nin druten'in oyununu kullanmasının nedeni, "cabaret"nin yayın hakkı sahiplerinin müzikalin hiç bir şekilde değiştirilmesine izin vermiyor oluşuymuş. tahmin edileceği üzere warlikowski "kabare"yi oldukça sivridilli, keskin gözlem içeren ve lafını sakınmayan bir hale çevirmiş.
"cabaret"nin müzikleri yerineyse, örneğin başka bir amerikan müzikalinden, "sweet charity"den ünlü "hey big spender" şarkısı gibi, "my funny valentine" gibi standartlar, ve ayrıca gainsbourg'dan cohen'e arıza şarkılar kullanılmış.

başroldeki clifford karakterinin -isherwood'un romanının otobiyografik öğeler taşıması dolayısıyla meraklısının zaten bildiği, ancak "cabaret" müzikalinde üstü örtülmüş olan- biseksüelliği; cliff ile sally'nin -"cabaret"de de bir nazi'ye dönüşen ernst karakterinin serbest bir yorumu olan- zengin aristokrat alman ernst'in "kapatma"ları olma girişimleri; ernst'in annesinin wagner hayranlığıyla belirginleşen faşizm; sally'nin cliff'i terk ettikten sonra kelli felli kabare müdürü ile birlikte olmaya başlaması ve müdürün zaman içinde görsel olarak hitler'e dönüşmesi; ve en sonunda sally'nin oscar ödülleri benzeri bir törenle kadın oyuncu ödülü alması gibi sahneler warlikowski'nin "kabare"sinin faşizmin izini neredeyse günümüze ve amerika'ya kadar sürdüğü benzersiz ve sıkı bir dramaturjinin nefeskesici ipuçları..

"kabaret warszawski"nin ikinci bölümü bu sefer bambaşka bir ortama götürüyor bizi; ilk bölümde faşizmin izlerini sürerken, ikinci bölümde cinsellik ve tabular üzerinden günümüz metropol insanının tatminsiz, iktidarsız ve sevgisiz ilişkilerine odaklanıyoruz. tabii ki iki bölüm de özgürlük ve bütün bu temaların sanat ile olan ilişkisini sorgulamaktan geri kalmıyor. örneğin, ilk bölümde karakterlerin tartıştığı wagner ve müziği, ikinci bölümde 9/11 saldırılarının radiohead müziği eşliğinde sergilenmesi.
sahne tasarımı iki bölümde de aynı, çünkü aslında uyarlanan iki yapıtın da kalbinde kabare-kulüp mekanları var: ilk bölümde bütün olaylar sally'nin çalıştığı kabarenin etrafında dönerken, ikinci bölümün uyarlandığı filme adını veren mekan, cinsel özgürlüğün keşfedildiği ve kazanıldığı gizli yeraltı kulübü "shortbus".
"kabare" zaten bütünüyle gizli saklı duyguların, yasak fikirlerin özgürce ortaya döküldüğü, tabuların özgürce yaşandığı, sıkı bir refah toplumu, burjuvazi, konformizm eleştirisi yapılan bir gösteri mekanı değil midir..






ikinci bölüm john cameron mitchell'in 2006 tarihli "shortbus" adlı filminden uyarlanmış. mitchell'i en iyi, transeksüel bir punk rock şarkıcısının hikayesi anlattığı muhteşem, hiperaktif, zıpır ilk filmi "hedwig and the angry inch"ten ve çocuğunu kaybeden ailenin ağırbaşlı psikolojik draması nicole kidman'lı "rabbit hole"den hatırlıyordum, ama "shortbus" hiç bir şey ifade etmiyordu benim için. youtube'da filmi bulunca nedenini anladım; pornoya yaklaşan cesur ve cüretkar sahneleri ve bütün rahatlığıyla eşcinselliği konu alan bu film sadece bizim buralarda değil, dünyanın genelinde öyle pek bir genel dağıtım şansı bulamadı herhalde. tavsiye ederim youtube'dan bütününü sansürsüz izleyebilirsiniz.

ve tabii oyundan sonra, filmi merakla arayıp bulup izleyince, bir kere daha warlikowski'nin ne kadar inanılmaz ve büyük bir tiyatro adamı, sahne büyücüsü, duygu yaratıcısı olduğuna kanaat getirdim.
mitchell'in filmi her ne kadar merkezine aldığı cesur eşcinsellik teması ve görüntülerin cüretkarlığıyla prim toplasa da, film son tahlilde hiç inandırıcı olmayan, herkesin sonunda mutlu mesut olduğu bir amerikan filmi havasından farklı bir seviyeye ulaşamıyordu. belki, "cinsel özgürlüğü kazanma" uğruna böylesine abartılı bir heyecanla umut pompalayan bir son kabul edilebilir, bilemiyorum.






warlikowski'nin "shortbus"ı ise had safhada şiirsel ama sapına kadar da gerçekçi; büyülü olduğu kadar melankolik; parıltısıyla göz aldığından daha fazla yürek burkan; cilveli ve haşin bir uyarlama.

örneğin; warlikowski hikayenin akışını radikal bir şekilde kesintiye uğratıp, yaklaşık yarım saat süren bir sekansta, kasttan sadece iki dansçının koreografisi, arka arkaya radiohead'in "kid a" albümünden müzikler ve sahneyi kaplayan yoğun duman eşliğinde ikiz kulelere yapılan terorist saldırının duygusunu yaşattı bize.
ardından dansçılardan biri sahnenin ortasındaki kırmızı kadife kaplı tabuta girdi ve tepeden durmamacasına parıltılı kağıtlar yağmaya başladı; sanki, o 9/11 görsellerinden hatırladığımız havada uçuşan kağıt parçalarının başkalaşmış halleriydiler o parıltılar.
o sırada yan taraftaki upuzun koltukta oturan oyunun diğer karakterlerinin hepsi -gerçek- joint tüttürmekte başlamışlardı bile (oyuncular sahnede birbirlerine "ister misin" diye seslenerek joint'ı elden ele uzatırlarken seyircilerden birinin elini kaldırıp "buraya da" demesi oyuna ayrı bir katman eklemedi değil).
ardından hep beraber, tabutta üstü bütünüyle parıltı kaplanmış bedenin cenazesini düzenlediler. tabutu hep birlikte kaldırıp sahnenin en gerisine gidip, hızlanarak biz seyircilere doğru taşıdılar defalarca; nihilizm ile çoşku arasında bir yerlerde asılıydık o anda hepimiz!




ve herhalde beş saatlik bir oyun bu kadar şiirsel, dingin, içli ve melankolik bir sekansla; seyirciyi "düşürmeden", umutsuzluğa sevk etmeden, seyircinin içine oturtmadan; ancak yine de, iyice kabarmış yoğun duygularla ağlatmaktan da geri kalmayan bir sahne ile bitirilebilirdi; ancak warlikowski gibi bir usta bu bıçak sırtı dengeyi, ince dozu ayarlayabilirdi.
ikinci bölüm sırasında tanıdığımız karakterler geniş ve derin sahnenin her bir noktasına dağılmışlari hepsi kendi mekanlarını yaratmışlardır bulundukları noktalarda. hiç biri özgürleşememiş, bazıları ölmüş, bazıları yitmiştir. ve sahneyi çevreleyen duvarlardan ikisine yansıtılan rüyamsı bir deniz içi (belki de göl içi, durgun bir su altı, herşeyin gömülü olduğu, akıntısı olmayan) görüntüsü bütün bu karakterleri başka bir dünyada bir araya getirdi, birleştirdi. o dünya maalesef yaşadığımız bu dünya değildi.. 

sadece van duren'in oyunundan ve mitchell'in filminden değil ingmar bergman, tony kushner, nietzsche, patti smith, justin vivian bond, jonathan littell ve john maxwell coetzee'nin metinlerinden de yararlanan ve bunlarla zenginleştirilerek katmanları çoğaltılan (ve burada ancak çok azını aktarabildiğim) "kabaret warszawki" hakkındaki izlenimlerimi burada noktalarken sizleri oyunun fragmanı ile başbaşa bırakıyorum:




3 yorum:

  1. shortbusı film festivalinde izlemiştik. avignonda mısınız? başka neler izleyeceksiniz? z.

    YanıtlaSil
  2. shortbus'un festivalde gösterildiğinden haberim yoktu.
    avignon'da değilim. "kabaret warszawski"yi 15 gün önce open'er festivalinde izledim. bu sene avignon'daki needcompany'nin "marketplace 76" ve falk richter/anouk van djik'ın "rausch" adlı gösterilerini önceden izleme imkanım oldu, haklarında yazmayı düşünüyorum..

    YanıtlaSil
  3. harika olur. şimdiden elinize sağlık. heyecanla bekleyeceğim. z.

    YanıtlaSil