16 Ağustos 2010 Pazartesi

"accept the mystery"


geçen gün kuzenim v. ve eşi z. ile sohbet ederken kuzen hayıflanarak anlattı: meğerse şimdilerde sinemalarda gösterilen, kendisinin son yılların en iyi genç yönetmeni olarak tanımladığı christopher nolan'ın "inception" [isim bulmada ultra yaratıcı film ithalatçılarımıza göre "başlangıç", fatih özgüven'e göre "telkin" veya "tekvin"] filminden yıllar önce varyemez amcanın, rüyasına girip altınlarını çalmaya çalışan ve rüyada yol bulmak için totemlerini kullanan hırsızlara dair bir macerası yayınlanmışmış. kuzenim, çok beğendiği "inception"ın anafikrinin apartma olmasına pek bir üzgündü.
ben de, bilgiç bir tavırla dedim ki: dünya üzerinde hiç bir şey yeni değil ki kuzen! yeter ki esinlendiğin, çaldığın ya da uyarladığın (artık olayı nasıl formüle edersen et), kaynak metni ustaca yeni bir kılıfa sokabil! yoksa illa "biraz" geriye gitmeye gerek yok; "en en en" geriye gider, dünya üzerinde anlatılan bütün hikayelerin kökenini sümerlere kadar indirmekte zorlanmayız; yeter ki "altın kız" muhteşem kadın muazzez ilmiye çığ sağ olsun.

coen kardeşlerin son yumurtası "a serious man" (ciddi bir adam) da eyüp peygamberin inacının tanrı tarafından test edilmesi hikayesinin ["the book of job"] uyarlaması.
hayır, bu detayı filmi seyrederken fark etmedim, musevilikle o kadar haşır neşir değilim; eve gelip imdb'de araştırma yapınca öğrendim.

zamanında "odysseia"yı da mükemmel bir blues hikayesine dönüştüren coen'ler bence yine muhteşem bir filme imza atmışlar. filmi beğenmek için eyüp'ün hikayesini veya filmin kadim bir anlatıdan uyarlama olduğunu bilmeye gerek yok; karakterler, mekanlar, durumlar, replikler o kadar güzel, o kadar tatminkar ki; hatta hatta çok çok iyi!
film, çıkarıp duvara asılacak sayfalarca söz ve diyalogla dolu.
roger deakins'ın görüntüleri, kadrajları çok çok iyiden de öte [adam zaten bir fenomen; zavallıma oscarı da verseler artık, yeter! şu akademi üyeleri de bazen ipin ucunu kaçırıyorlar. hoş, hitchcock'u da öbür dünyaya oscarsız yollamışlardı!].
oyuncu kadrosu deseniz; tamam, absürd ötesi karakterler coen'ler tarafından muhteşem çizilmişler ama oyuncular da döktürüyorlar hani! kadronun tanınmamış olması da filme otantiklik, "gerçeklik" katıyor; larry'i george clooney, faşist komşuyu javier bardem, larry'nin abisini john goodman oynasalardı sanki bu kadar inandırıcı olmazdı!

filmi beğenmek veya anlamak için, eyüp'ün hikayesi bir yana, filmin her bir karesini işgal eden musevi jargonuna da aşina olmaya gerek yok.
film, tarihteki bütün "klasik"ler gibi, "insanoğlu"na [seksist değilim yanlış anlaşılmasın; maalesef tarih çoğunlukla, her başarılı erkeğin arkasındaki kadının değil, bizzat erkeğin hikayesini yazmakla meşgul. tarihte kaç kadın tarihçi var acaba! retorik bir soruydu cevap verilmesin lütfen.] dair çok temel şeylerden bahsediyor; cemaatin musevi, mekanın amerika, dönemin 60'lar olması bahane, hayatı olduğu gibi bütün iyileri ve kötüleriyle kabul etmek yerine başına gelen bütün talihsizliklere büyük anlamlar yüklemeye çalışarak durmadan "ben hiç bir şey yapmadım ki" diyen beceriksiz larry'nin gündüz düşleri şahane!
yazık ki benim kuzen filmden hiç hoşlanmamış!


1 yorum:

  1. çok fazla şey bilmiyorum. eyüp peygamberi tanımam mesela. tanrıyla arasındaki münasebeti de bilmem. musevi jargonundan anlamam. musevilerin iç hesaplaşmaları filan ohooo...

    amerikan popüler kültürünü/şakalarını/film klişelerini/kodlarını yıllarca süren bir eğitim ve izlenen yüzlerce film sayesinde öğrendim. ama benden musevilerin dünyasını da öğrenmemi beklemeyin lütfen. portnoy'un feryadını okuduk okumasına, vonnegut da severiz ama bir iki kitapla anlayabileceğim bir konu değil sanki.

    v.

    YanıtlaSil