bir tiyatral deneyim kaç algıyı kapsayabilir?.. görme ve duyma öncelikli ve başından beri var zaten.. peki; devinduyumsal (kinestetik) algı, dokunma, koklama, tatma..
bir gösteri sizi koltuğunuzda oturtmayıp, hareket ettiriyorsa kinestetik algınızı da kullanıyor demektir.. dokunma?.. eğer sahneleme bunu da kattıysa konseptine ve siz rahat bir insansanız, oyunculara veya diğer seyircilere dokunmaktan çekinmezsiniz, neden olmasın.. koku ve tat algınızla oynayan gösteriler ise çok enderdir, ama hiç yapılmadı değil tabii.. 1960'lardan itibaren pıtrak gibi açan çeşit çeşit sanat türleri içinde de var, baskın olarak algılardan birine, ya da aynı anda bir kaçına odaklananları..
peki kulaklığınızdan dinlediğiniz bir kayıtla bütün bu duyularınızı tetikleyen bir işe ne dersiniz?.. sizi hareket ettiren performatifliğiyle, uzanıp buzdolabınızdan aldığınız bir şeyin kokusuyla, evinizin daha önce elinizi sürmediğiniz yüzeylerine dokunmanızla, görmenizle, duymanızla.. ve aynı zamanda, gündelik ve sizin için o ana kadar sıradan olan yaşam ortamınızda yarattığı gerçeküstü anlarla.. hayalgücünüzü harekete geçirmesiyle.. düşünmenizi ve duygulanmanızı sağlamasıyla..
ve "şimdi ve burada" olma halinizin altını kalınca çizmesiyle. şimdi: 2020, içinden geçmekte olduğumuz pandemi yılı, içinde yaşadığımız zaman. burada: şimdi'den dolayı bize dikte edilen sokağa çıkma yasaklarıyla hapsolduğumuz evlerimiz.
tek tek her birimizin evi. tek tek her birimiz için bir iş. her birimize özel, biricik bir iş. hepimiz kendi evlerimizde olduğumuz için, her birimizin buzdolabı başka şeylerle dolu olduğu için, evimizin koşullarının sınırlarını çizdiği; dolayısıyla hiç biri birbirine benzemeyen, seyirci tarafından deneyimlendiği kadar çok sayıda farklılaşan bir iş.
seyircinin aynı zamanda icra eden olması, kendi kendinin seyircisi olması. ya da evde bizimle kalanlar varsa, merak edebilirler kulaklıklarımızla neden oradan oraya koşturduğumuzu, yavaş veya hızlı yürüdüğümüzü, buzdolabını niye açtığımızı, dış kapıyı neden araladığımızı, banyoda ne yaptığımızı, salonun penceresinden neye baktığımızı; eh o zaman, onlar olur seyircimiz. ama onlar yoksa da, biz kendimizin seyircisiyiz, çünkü kişisel sınırlarımızın ve içinde yaşadığımız gündelik çevremizin farkına varıyoruz bu işle.
bir seyirci olarak bir tiyatral deneyimden daha ne isterim.. kazan dairesi'nin "olağan-içi bir gezi"si bana böyle bir deneyimi yaşatmayı başardı. yazarı ve yönetmeni barış arman.
işle ilgili içime sinmeyen bir kaç şey var. mesela; işin anafikri eğer bu kadar her bir seyirciye kendi evi ve evinin koşulları üzerinden bir deneyim yaşatılma üzerine kuruluysa, neden independenta gibi istanbul'a özgü bir olay dahil edildi metne. deprem bile türkiye geneli düşünüldüğünde anonimleşiyor, istanbul'la özdeşleşmiyorken, independenta çok fazla spesifik duruyor.
işle ilgili en temel sorunum ise; bu kadar sese odaklanan bir işte ses tasarımının olağan-üstü titizlikte olmamasıydı, ses tasarımının etkisi zayıftı, derin, volümlü ve katmanlı değildi. simon mcburney'in "the encounter"ını düşünmeden edemedim. biraz hayıflandım..
ama siz benim titizliğime bakmayın, bu olağan-dışı işi 14 aralık'a kadar istanbul tiyatro festivali kapsamında deneyimleyin, pişman olmazsınız..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder