"O gece Seyranın gözüne hiç uyku girmedi. Sevincinden içi içine sığmıyor, dolup dolup boşanıyordu. Bir tatlı, büyülü, yumuşacık, sıcacık bir düş içinde yüzüyor, ağır, kokulu, ılık bir şeyler, sevgiye, şefkata, merhamete, dostluğa benzer bir şeyler damarlarında hızla dolaşıyor, kanı çektiği acılardan temizleniyor, rahatlıyordu.
Seyran gün doğmadan yataktan çıktı. Tüm bedeni, saçları, derisi tırnakları, gözleri kulaklarıyla doğan güne karşı gerindi. Sonsuz bir mutluluk düşündeydi. Bostan, ayak bileklerine kadar gelen, çakıltaşlarının arasından cığıl cığıl akan su, söğütler, mavi bir bulut gibi gelip sazlığın yeşilinin üstüne inen kelebekler, çınarlar, kuşlar, Köse Halil, her şey, her şey bir mutluluk kıvılcımında onun yöresinde kımıldanıyordu.
Sonsuz bir ürpermede gerinirken, bazı bütün bedeni yalıma kesiyor, ateşler içinde kalıyordu. Dokunsan elini yakan.
Doğudaki dağların başı ağardı. Şimdiye kadar gün doğmadan önce dağların başının ağardığını hiç görmemişti. Gün doğmadan önce usuldan seher yeli esiyor, toprak buğulanıyordu. Kuşlar ötüşüyorlardı. İri, kanatları ıslanmış gözüken mavi, sarı, mor, kırmızı kelebekler uçuşuyorlardı. Arılar, çekirgeler, karıncalar uyanıyorlar, yuvalarından dışarıya, ıslak toprağın üstüne çıkıyorlar, doğan günü bekliyorlardı. Yeryüzü, gökyüzü, ağaçlar, sular, çiçekler, hayvanlar, kuşlar, böcekler sabırsız bir uyanmanın telaşında, doğacak günün sevincindeydiler. Her şey güzeldi, her şey sevinçten uçuyordu. Az sonra gün doğdu. Seyran günün doğuşunu da böylesine hiç görmemişti. Gökyüzü açıldı, hayal meyal tatlı bir mavide. Tertemiz, pırıl pırıl, yunmuş arınmış, gıcır gıcır bir gökyüzü. Gökyüzünde hiç bir bulut yoktu. Bir tek kuş bile geçmiyordu.
Seyran Savruna doğru yürüdü. Söğütler arasındaki büvete koştu. Bu anda anadan doğma soyundu, kendini kaldırdı Savrunun büvetine attı. Yüzdü. Uyumlu, biçimli, ince uzun bedeni çakıltaşlarının aklığında, sereserpe... Olanca sevinciyle yatıyordu. Soluk soluğaydı. Bir gören olur diye hemen giyindi. Hiç böyle bir su, hiç böyle doğan güneş, hiç böyle bir gökyüzü görmemişti. Hiç böyle bir dünyaya doğmamıştı. Dünya bir dost kıvancı içinde kaynaşıyordu. Pul pul bir sevinç yağıyordu dünyanın üstüne.
Köy de uyanmıştı. Islak saçlarını örerek köye girdi. Karşısına ilk olaraktan Ali Ahmet çıktı. Beli genç iken bükülmüş, yetmişlikti. Durdu, Seyranın yüzüne baktı baktı:
"Ne olmuş sana böyle kız?" dedi. "Gülüyorsun kız. Bir de meleklere benzemişsin. Ne oldu sana?"
..."
- Yaşar Kemal
Toros Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder