yapıtlarıyla ilk olarak brüksel'e gidişimde, kraliyet güzel sanatlar müzesini gezerken karşılaştım. çizimlerinin önünden ayrılamadım. beni hipnotize etmiş gibi önlerinde çakılı bıraktılar. uzun süre..
müzenin kitapçısında hakkında ingilizce veya almanca yayınlanmış kitap yoktu, fransızca-flamanca kalın bir kitap vardı, dilleri bilmesem de onu aldım.
ressamın adı: león spilliaert.
bütün yapıtlarından çok etkilendim, herhalde hepsinde kendimden bir şeyler buldum. bir tanesi ise çok özeldi: "kırmızı kaşkollu genç adam". kumsala vuran dalgaların ayaklarını yaladığı, boynundaki turuncu-kırmızı kaşkolun rüzgarda dalgalandığı adam.. akıllı telefonum olduğundan beridir, ekranında bu resim var, bilgisayarımın da, blogumun arka planında da. keşke her daim o genç adamınki gibi ayaklarımı deniz, bedenimi rüzgar okşasa.. ufuğa, uzaklara baksam.. toprak ile su, kara ile deniz arasındaki o kumsalda, arafta kalsam..
ben bu resmi caspar david friedrich'in "deniz kıyısındaki keşiş" tablosuyla eşliyorum. bir çok yönden (anlam, bakış, renk, kompozisyon) birbirlerini aynalıyor ve tamamlıyorlarmış gibi geliyor benim için. friedrich'in tablosuna duyduğum hayranlık bu tabloya olan düşkünlüğümü de arttırıyor sanırım..
ben bu resmi caspar david friedrich'in "deniz kıyısındaki keşiş" tablosuyla eşliyorum. bir çok yönden (anlam, bakış, renk, kompozisyon) birbirlerini aynalıyor ve tamamlıyorlarmış gibi geliyor benim için. friedrich'in tablosuna duyduğum hayranlık bu tabloya olan düşkünlüğümü de arttırıyor sanırım..
"ressamlarım" serimin daha önceki paylaşımlarından da fark edilebileceği üzere, yapıtlarında ilüstratif niteliği ağır basan ressamlar beni çekiyorlar. tabii bir de; koyu renkli, karanlık atmosferli, melankolik içerikli yapıtlar üretenler. ekspresyonist olanlarına ise özel zaafım var.
leon spilliaert de onlardan biri. belçikalı bir ekspresyonist. 1881'de doğmuş, 1946'da ölmüş. iki dünya savaşını yaşamış; üretimi nasıl da kasvetli olmaz. bir de, çoğunlukla hastaymış..
leon spilliaert de onlardan biri. belçikalı bir ekspresyonist. 1881'de doğmuş, 1946'da ölmüş. iki dünya savaşını yaşamış; üretimi nasıl da kasvetli olmaz. bir de, çoğunlukla hastaymış..
spilliaert kumsallar çizmiş; enginlere uzanan ama ıssız.. en fazla bir figür var, ya bir adam, ya bir kadın, ya bir kulübe.. genellikle geceleyin.. gölgeler var; dolunay spot olmuş sanki, ama kendisi gözükmüyor.. belki de alacakaranlık hüküm sürüyor..
spillaert az figürle, geniş çizgilerle, neredeyse monokrom resimler üretmiş.. mürekkep kullanmış, pastel, kara kalem kullanmış, suluboya yapmış.. yağlıboya resimleri ise çok az; toplam 4500 resim arasında sadece 61'i. belki o yüzden uzun süre ciddiye alınmamış..
müthiş bir grafik hissi ve kalitesi var üretimlerinin; bazen hipnotik, çoğunlukla melankolik ve tekinsiz..
spillaert doğduğu ve yaşadığı, belçika'nın deniz kıyısı kasabası ostend'de kumsalda geceleri uzun yürüyüşler yaparmış.. beni etkileyen yapıtlarının çoğu da işte bu yürüyüşlerden çıkmış olanlar..
spillaert'in sadece karanlık, monokrom, gri, gizemli ve melankolik değil; renkli, neşeli ve aydınlık yapıtları da var. ama onların çoğunda da yine, diğerlerinde baskın olan tekinsizliğin, nedense garip bir huzursuzluğun izleri seziliyor.. yalnızlık ve sessizlik hakim yapıtlarına, ama aynı yapıtlardan çığlıklar da yükseliyor sanki; boşlukların, ıssızlığın çığlıkları.. bir zamanlar o boşlukları doldurmuş, bir zamanlar o yollardan geçmiş, o kumsallarda yürümüş insanların sesleri..
spillaert'in sanatında biraz valloton, biraz munch, biraz ensor, biraz redon görmemek imkansız.. redon'a benzeten sadece ben değilim; sanat tarihçileri iki sanatçının ortak noktasının, resimlerindeki rüya benzeri atmosferi yaratan pastel kullanımı olduğunu belirtiyorlar.
spilliaert 21 yaşında brüksel'de, edgar allan poe gibi sembolist yazarların kitaplarını yayınlayan edmond deman'ın yayınevinde ilüstratör olarak çalışmış. bu dönemde, deman'ın kendi kütüphanesindeki maeterlinck'in bütün oyunlarının olduğu üç ciltlik "theatre" adlı kitabını da resimlemiş; 770 sayfa çizim!
sanırım poe, maeterlinck gibi yazarların spilliaert'in dünyasına etkileri büyük. hele de otoportrelerine (tam 38 tane ve hepsi 1907-1908 aralığında yapılmış) baktığınızda kesif bir poe havasının hissedilmemesi imkansız. ve tabii ki munch. o ne delici, dehşet, huzursuz bakışlar..
spillaert'in sadece karanlık, monokrom, gri, gizemli ve melankolik değil; renkli, neşeli ve aydınlık yapıtları da var. ama onların çoğunda da yine, diğerlerinde baskın olan tekinsizliğin, nedense garip bir huzursuzluğun izleri seziliyor.. yalnızlık ve sessizlik hakim yapıtlarına, ama aynı yapıtlardan çığlıklar da yükseliyor sanki; boşlukların, ıssızlığın çığlıkları.. bir zamanlar o boşlukları doldurmuş, bir zamanlar o yollardan geçmiş, o kumsallarda yürümüş insanların sesleri..
spillaert'in sanatında biraz valloton, biraz munch, biraz ensor, biraz redon görmemek imkansız.. redon'a benzeten sadece ben değilim; sanat tarihçileri iki sanatçının ortak noktasının, resimlerindeki rüya benzeri atmosferi yaratan pastel kullanımı olduğunu belirtiyorlar.
spilliaert 21 yaşında brüksel'de, edgar allan poe gibi sembolist yazarların kitaplarını yayınlayan edmond deman'ın yayınevinde ilüstratör olarak çalışmış. bu dönemde, deman'ın kendi kütüphanesindeki maeterlinck'in bütün oyunlarının olduğu üç ciltlik "theatre" adlı kitabını da resimlemiş; 770 sayfa çizim!
sanırım poe, maeterlinck gibi yazarların spilliaert'in dünyasına etkileri büyük. hele de otoportrelerine (tam 38 tane ve hepsi 1907-1908 aralığında yapılmış) baktığınızda kesif bir poe havasının hissedilmemesi imkansız. ve tabii ki munch. o ne delici, dehşet, huzursuz bakışlar..
"kafamın içi sanki dumanla dolu" demiş bir zaman. portrelerindeki saçlara bakınca o dumanları görüyorum.. ülsermiş, uykusuzluk çekermiş, o yüzden gece yürüyüşlerine çıkarmış.. yani anlaşılan etkileyici yapıtlarının çoğunu hastalığı sayesinde yaratmış..
belki mimar olduğum içindir, spilliaert'in manzaralarının, atmosferi dışında beni en çok etkileyen özelliği seçtiği bakış açıları, perspektifleri ve ufuk çizgisini yerleştirdiği konumlar. bakış ya çok aşağıdan yukarı doğru, ya çok çok yukardan ama manzarayı bambaşka bir şekilde kadraja yerleştirerek; büyük boşluklar bırakarak mesela.. öyle ki neresi yeryüzü neresi gökyüzü, belirsizleşiyor.. ki boşluklar var ama nefes almaya izin vermiyor, tam tersine nefesi daraltıyor.. boşluklardaki figürler rahat değil, yalnız ve tedirginler.. ve üstüne üstlük bir de o devasa boşluğun izin verdiği daracık alan, sıkıştırılmış detaylarla boğulmuş; çıkışsızlık hissi çoğalıyor.
ve resimlerindeki kara lekeler.. kah gölgeler, kah silüetler, kah figürlerin kendileri..
bu yazıyı hazırlamaya çok zaman evvel başlamıştım, araya korona günleri girdi. o zaman haberim yoktu, şimdi yazıyı bitirmek için tekrar başına oturunca keşfettim meğer 2020 şubat-mayıs aylarında londra'da kraliyet akademisi'nde spilliaert'in belçika dışındaki ilk önemli sergisi açılmış (ve tabii korona nedeniyle kapanmış). yaklaşık 80 tane yapıt varmış sergide. çoğu müze gibi kraliyet akademisi de bir güzellik yapmış, sanal olarak sergi turu videosu hazırlamış. küçük boyutlu/düşük çözünürlüklü bir versiyonunu buraya koyuyorum. dileyen bağlantıya tıklayıp videoyu büyük boyutta da oynatabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder