o gün istanbul'da değil, wuppertal'deydim. sabahın 10'undan akşamın 10'una kadar bütün bir pina bausch ile geçti; dopdolu; tek bir dakikası bile onsuz olmayan.
sabah 10:00 ile 15:00 arasında hayatımın ilk dans atölyesine katıldım; 15:30'da anna teresa de keersmaeker'in kısa dans gösterisi ve söyleşisi vardı; 18:00'de üç saatlik "für die kinder von gestern, heute und morgen" başladı; 21:15'teki julie ann stanzak söyleşisi ile gün noktalandı. 22:50'de 3sat'ta gösterilen wim wenders'in yönettiği pina bausch'un "frühlingsopfer"ini de sayarsam toplam 12 saati bile aşıyor pina birlikteliğim..
PINA40 etkinlikleri kapsamında düzenlenen dans atölyesinin başlığı "erinnern" (hatırlamak/anımsamak). her iki-üç ayda bir eski pina bausch dansçıları bu beş saatlik dans atölyelerinde bausch'un repertuarını hatırlıyorlar. 30 kişiyle sınırlı atölyeye katılım serbest, herhangi bir dans bilgisi aranmıyor ve yaş sınırı 16.
bir sonraki atölye mayıs ayında düzenlenecek.
benim şansımı bu seferki atölyenin yürütücüleri malou airaudo ve pascal merighi idi. malou airaudo, ilk günden, yani 1973'ten itibaren pina'nın yanında olan; ilk dönem yapıtlarının en önemli protagonistlerinden biri. airaudo çok erken dans etmeyi bırakmış; halen essen folkwang schule'de hocalık yapıyor, kendi koreografilerini sahneliyor; tanztheater wuppertal ile dirsek teması sürmekte; eski yapıtlaın yeniden sahnelenmesinde mutlaka çalıştırıcı olarak görev alıyor. pascal merighi ise topluluğu 1999'a katılmış; halen konuk dansçı olarak toplulukla sahneye çıkıyor.
30 kişiden sadece iki kişi erkektik. yaşlı iki hanım vardı; genç kızlardan bazıları belli ki tanztheater wuppertal'in önümüzdeki şubatta yapacağı "kadın dansçı seçmesi" öncesinde hem aşina olup hem de kendilerini göstermeye gelmişlerdi.
önce 1.5 saat pascal merighi yerde ısındırdı, sonra 1.5 saat malou airaudo, pina'nın koreografilerinden anımsadığım hareketler yaptırdı; ama bu hareketler çok basittiler.
yarım saat aradan sonra, pascal hepimizin eline birer beyaz kağıt verip, her sabah evden çıktığımızda işe veya nereye gidiyorsak oraya yaptığımız yolu çizmemizi, o yolda nelerle karşılaştığımızı anlatmamızı istedi.
sonra bu kağıtları arka arkaya yere koyarak bir yol yaptık ve baştan itibaren herkes teker teker çizdiği yolu anlattı; herkes birbirini tanımış oldu; pensilvanya'dan londra'ya, bern'den berlin'e, wuppertal'lilerden, istanbul'a, paris'ten münih'e tam bir dünya karmasıydık.
anlatımlarda yarıya gelmiştik ki malou araya girip "pina'yla çalışırken, pina da bizlerle uzun uzun böyle şeyler yapardı, yazardık, çizerdik, uzun uzun anlatırdık; o zamanlar ben çok sıkılırdım, bu bir an önce bitsin dans ediyim isterdim, çünkü çok iyi bir dansçıydım ve bir an önce ve olabildiğinde çok dans etmek istiyordum. sonraları anladım pina'nın bu egzersizlerinin faydasını; onun bizleri tanımasını, bizlerin de kendimizi ve arkadaşlarımızı tanımamızı sağlıyordu bu çalışmalar ve aslında çok önemliydi" dedi.
herkes kendi kağıdını anlattıktan sonra pascal bize beş dakika verdi; çok büyük jestler, el kol, beden hareketleri olmadan, daha pratik ve basit bir şekilde kağıtta anlattıklarımızı hareketlere çevirmemizi, 1-2 dakikalık değil, 20-30 saniyelik bir şeyler yapmamızı istedi.
daha sonra da daire olduk ve herkes teker teker merkeze gelip tasarladığını sundu; ilk koreografimi yapmış oldum!
...
saat 15:15'e gelmiş ve biz hala stüdyoda sohbet ederken, bir kaç kişi izin isteyip keersmaesker söyleşisine yetişmek üzere bir hız giyindik ve kendimizi schwebebahn'la beş dakikada opera'da bulduk.
anna teresa de keersmaeker ayağında botu, üstünde kot-tişört sahnede; yanında gitarıyla carlos garbin; dans ile müzik arasında kurmaya, sorgulamaya, aramaya çalıştığı ilişkileri devam ettiriyordu. 15 sene önce, ilk pina festivali'nde sunduğu "once"un devamı niteliğindeki "twice"in yarattım sürecinden bölümler gösterdi; bizzat şarkı söyledi ve dans etti; şarkı sözleri büyük boyutta arkadaki duvara yansıyor, keersmaeker sözleri ve müziği soyutlaştırarak dans diline tercüme ediyordu.
biraz önce, dans atölyesinde pascal'ın bize yaptırmaya çalıştığı şeyin, üst seviye kalitedeki örneğiydi seyrettiğimiz.
ardından 45 dakikalık bir söyleşi oldu. sadece keersmaeker değil, topluluk dansçılarından alex cucek ve julie shanahan da katıldılar söyleşiye. topluluğa nasıl girdiklerini anlattılar. cucek, en genç dansçı olarak deneyimlerini fazlasıyla "felsefileştirerek" aktardı; robert sturm dahil kimse bir şey anlamadı!
keersmaeker ise müthiş alçakgönüllü, sade, net ve objektif konuştu. robert sturm'un zorla kurmaya çalıştığı bausch-keersmaeker paralleliğine pas vermedi. hikayesini taa en başından anlatmak zorunda kaldı ve şöyle başladı: "bir çiftçi aileden geliyorum..."
maurice bejart'ın 1960'larda brüksel'de nasıl güçlü bir rüzgar estirdiğini; binlerce insanın bejart'ın gösterilerine gittiğini; bunun toplumda dansa olan ilginin artmasını sağladığını, kendisinin de dansla ilk defa bejart koreografileriyle tanıştığını söyledi.
kendisi için, bausch'dan ziyade trisha brown'ın ilk işlerini referans gösterdi.
sturm'un ısrarlı soruları sonucunda kendisini zorlayarak, pina bausch'la olan karşılaşmalarını hatırlamaya çalıştı. iki kere, biri avignon'da diğeri amsterdam'da aynı tarihlerde gösterileri varmış ve ikisinde de keersmaeker'in hatırladığı, pina'nın o zaman bebek olan salomon'un ilkinde kucaktaki, ikincisinde lokanta masalarının altındaki haliymiş.
ortaya çıktı ki, bu iki büyük koreograf hiç bir zaman karşılıklı oturup sohbet etmemişler. ne yazık!
...
"für die kinder von gestern, heute und morgen"dan sonra; operanın küçük fuayesinde julie ann stanzak ile söyleşi oldu. stanzak, müthiş içten olduğu kadar dışadönük ve heyecanlı jestlerle toplulukla ilk nasıl karşılaştığını, 1986'da girdiği toplulukla ilk yıllarını, yaratım sürecinde bulunduğu ilk yapıt "viktor"u, pina'nın soru-cevap çalışmasıyla nasıl başettiğini, pina'nın son yıllarda tasarım şeklini değiştirdiği solo dansların nasıl ortaya çıktığını anlattı.
stanzak het ballet (hollanda ulusal balesi)'ndeyken, pina topluluğuyla amsterdam'a gelmiş ve büyük salonda "walzer"in provalarını yapmaya devam ettiğinde stanzak, bugün barmen operası'nın en gizli yerlerini bildiği gibi, o zamanlarda da amsterdam'daki tiyatronun en üstündeki kediyollarından birinden gizli gizli provaları izlemiş. pina onun orada olduğunu bilmiyormuş, ama o provaları gizli gizli izlemiş. pina ve topluluğun öğle yemekleri yedikleri kantinde o da "brötchen"ini (küçük sandvicini) yermiş.
topluluğa girdikten sonra sıfırdan tasarlanan "viktor"dan önce, daha önce çıkmış olan "auf dem gebirge..."de başka bir dansçı yerine rol aldığında, toplulukla ilk defa amsterdam turnesinde sahneye çıktığında, kulis'te "ben geçen yıl burada het ileydim, şimdi yeni bir toplulukla yeniden buradayım" diye ağlamaklı olunca pina ona sert ve net bir şekilde "güçlü ol!" demiş.
soru-cevap çalışmasında; her soruya mutlaka cevap verirmiş; her yıl tekrar tekrar sorulan sorulardan bezmezmiş; mesela, pina'nın sık sık sorduğu sorulardan biri "sehnsucht"muş. stanzak, ingilizce konuşan biri olarak, almanca'daki "sehnsucht"un ne kadar olağanüstü ve dahice bir kelime olduğunu, ingilizcedeki bir sürü anlamı, örneğin "yearning, longing, searching, wishing, hoping, wanting, reaching.." tek bir kerede, tek bir kelimede toplandığını; bu kelimeyi ve tabii ki pina'nın sehnsucht'lu sorularını çok sevdiğini söyledi...
...
yazacak çok şey var.. zaman az.. belki gerisi daha sonra..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder