20 Aralık 2011 Salı

kırmızı eşofman-üstü giyenlerin hikayesine devam...


dardenne kardeşlerin her filmini banko severim diyemem. bazıları içime dokunur, bazıları biraz teğer geçer. "söz" ve "çocuk"ta çarpılmıştım, "oğul" ve "lorna'nın sessizliği" çok etkilememişti beni. dardenne'lerin son filmi, cannes'da "bir zamanlar anadolu'da" ile büyük ödülü paylaşan "bisikletli çocuk" (le gamin au vélo) içime dokunanlardan oldu. sanki "çocuk"daki bebeğin ergenliğe ayak basmadan önceki halini çekmişler dardenne'ler.
senaryoda, görüntü yönetiminde, kurguda yine abartısız, süssüz, çıplak gerçekçilik; doğal, belki de amatör oyunculuklar; kahramanları yakından izleyen kamera; basit, gündelik bir hikaye.
beethoven'in 5 numaralı imparator lakablı piyano konçertosunun adagio bölümünden alınmış kısacık pasajlarla bölünmüş cyril'in hikayesi neyse ki tünelin ucundan görünen ışıkla bitiyor. şahsen, bazı ken loach ve dardenne filmleri gibi karanlık, çıkışsız bir sona tahammül edemezdim; bence filmdeki cyril ile samantha da. film sonları sözkonusu olunca öyle "pollyannacı" değilimdir ama film boyuca hikayesine ortak olduğunuz 8-10 yaşlarındaki cyril'in nefes almasını daraltan çemberi yırtmasını diler, ister ve tanık olur olmak istiyorsunuz. dardenne'ler de sağolsunlar, bu sefer bunu seyirciden esirgemiyorlar.

1 yorum: