2 Aralık 2011 Cuma

neverland / the club


bir toplumun uygarlık seviyesini ölçen göstergelerden biri, engellilerin yaşama ne kadar katıldığıdır sanırım. toplumun; içinde yaşayan zihinsel ve bedensel engellileri ne kadar benimsediği, kamusal alanlarını ne oranda onlara da uygun olacak şekilde tasarladığı, engellilere “öteki” muamelesi yapmak yerine onların da “sıradanlar” ile eşit haklara, hatta belki de pozitif ayrımcılıkla “daha eşit” fiziki ve duygusal ortamlara sahip olması için ne kadar çaba sarf ettiğidir.



şimdilerde ününün doruğunda olan koreograf sidi larbi cherkaoui’nin 2002'de sadece down sendromlu oyunculardan kurulu theatre stap ile sahnelediği “ook” adlı yapıtı, toplumsal ve sosyal açıdan bir çok sorun barındıran belçika’nın uygarlık hanesinde bir artı olsa gerek.
cherkaoui’nin 2007 tarihli “myth” adlı uluslararası yapıtında ise, bir çok dansçı ve müzisyenin yanısıra down sendromlu iki oyuncu yer almıştır. 2009’da antwerp’te bourla tiyatrosu'nda izleme şansına erdiğim "myth"in canalıcı sahnelerinden birinde sarkastik quenn darrly e. woods, down sendromlu oyunculardan birine yüklenir; onunla öyle acımasızca ve uzun uzun alay eder ki, çoğu gençlerden oluşan seyirciden zamanla hayret nidaları yükselmeye başlar. tabii ki bu sahnenin amacının engelli birini incitmek olmadığını bilirsiniz ama yine de sinirlenmekten kendinizi alamazsınız. ve sahnenin devamında anlarsınız ki, aslında o sarkastik karakter, engelli biriyle alay ederek kendi içindeki huzursuzluğu, kızgınlığı kusmuştur; aslında sorun engellinin gözle görünür “eksikliğinde” değil, “sıradan” gözükenin derisinin altında saklı duranlardır.

bizim toplumumuz ise genelde yok sayarak günlük hayatın içinden soyutlar engelli vatandaşlarını. en basitinden; ülkemizdeki kentsel düzenlemeler bırakın engelliler, “sıradanlar” için bile “engelsiz” nitelikte değildir.
böyle bir ortamda genç bir tiyatro topluluğu, başrollerinden birinde down sendromlu bir gencin oynadığı bir oyun sahneye koyuyor: “neverland”. geçen sezonun sonundan beri oynuyorlar. şimdilerde kendi mekanlarındalar; bu sezon ilk defa kapılarını açan “the club”da; tünel’de bir apartman dairesinde.

topluluğun ve mekanın adı neden “the” club, oyunun adı neden ingilizce, “neverland” topluluğun kurucularından cihan sağlam'ın yazıp yönettiği özgün ve “yerli” bir oyun olmasına rağmen neden bu topraklara bu kadar yabancı referanslarla tasarlanmış; anlamak mümkün değil.
"neverland" bütünüyle anglasakson bir tasavvur içeriyor: peter pan, distopik atmosfer, ev bodrumunda saklanan iki kardeş, tekinsiz ortamda başıbozuk askerlerden çete.
evet, sanat evrensel. esinler de öyle olmalı hiç kuşkusuz. "buralı" olmak için illa da keloğlan’dan yola çıkmak gerekmez.
ancak kendinizi başka bir coğrafyaya, başka bir kültüre bu kadar yakın hissediyorsanız bari direkt o dünyadan bir oyun çevirip oynasaydınız diye geçiriyor insan içinden. sıfırdan yazıyorduysanız da bari, bir ucundan buralı kılsaydınız. istanbul'da, beyoğlu'nda, tünel'deyiz.



neverland” her ne kadar “ithal” bir tahayyül de olsa, kodları doğru çözümlenmiş, başarılı bir metne ve reji çalışmasına sahip.
sahne ile seyirci ayırımını bütünüyle ortadan kaldırması ise takdire şayan. engellilerini tabiri caizse evlere "hapseden" bir toplumda, down sendromlu bir oyuncuyu seyircinin dokunma mesafesine yerleştirmek, onu "fark edilir" kılmak hem toplumsal hem de tiyatral açıdan azımsanmayacak bir etki yaratıyor.
cansız manken parçalarıyla yaratılan mekan düzenlemesi de oldukça etkili. karanlıkta hayalet gibi algılanarak, hikayenin distopik tonunu koyulaştıran bir uygulama.

iki kardeşi canlandıran öykü başar ile can aytis ilk yarıda oyunu sürüklüyorlar. ikinci yarıda askerlerin girmesiyle birlikte yoğunluk dağılıyor maalesef.
dört asker fazla; azaltılmalıydı. belki çete hissinin kuvvetlendirilmesi için kalabalık tutuldu asker sayısı; ancak, kısa sürede hiçbiri yeterince incelikle çizilemiyor, karikatür kalıyorlar. yarattıkları etki de, aşırı şiddet kolaycılığından öteye geçemiyor.

neverland” bütün acemiliklerine rağmen; heyecanlı, hevesli, cesaretli ve -belli ki- tiyatroya gönül vermiş genç bir ekibin, sıradan tiyatro seyircisini alıştığı “rahat” kalıpların dışına çağırdığı, çıkardığı bir oyun. uzatılan bu ele, seyirci olarak uzanmak lazım.
"the club"ın duruşunu daha iyi anlamak için, ilk fırsatta topluluğun diğer oyunları "kelebek", "retro" ve "aşk şarkısı"nı izlemek niyetindeyim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder