Önce bahsi geçen gösterilerdeki çıplaklık ve öpüşme sahnelerinin neler olduklarından bahsedeyim:
"Utsushi”nin üçüncü bölümünün son sekansında dansçılar seyircilere arkaları dönük, sahnenin sağ ön tarafından sol arka tarafına çaprazlama olarak ve bedenlerini kıvırarak ve eteklerini popolarını açık bırakacak şekilde aşağıya indirmiş olarak ilerlerler. Bu sahneye hem yapıtın video görüntüsünde rastladım, hem de Iowa city’deki bir temsil sonrasındaki eleştiri yazısının içinde bu sahneyi betimleyen kısma denk geldim. Halbuki, dansçılar İstanbul’daki temsilde o bölümde eteklerini indirmediler.
“Utsushi” temsilinden bir hafta önce, festivalin yan etkinlikleri kapsamında Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Loca’sında “Butoh’un Gizemli Dünyasına Yolculuk” başlıklı sunumu yapan butoh dansçısı Kae İshimoto bizlere butoh örneklerinden gerek fotoğraf, gerek video klip gösterirken, gerekse de sunum sonunda bir gösterinin tüm kaydını izletirken, bizim kültürümüze hassasiyet göstererek çıplaklık içeren sahneleri çıkardığı(veya özellikle çıplaklık içermeyen sahneler seçtiği) gibisinden bir açıklama yapmıştı. Belli ki aynı hassasiyetle “Utsushi”nin temsilindeki sahne sansürlenmişti.
Schaubühne'nin Thomas Ostermeier rejili “Richard III.” yapımının özgün halinde ise 3. Richard ve Clarence karakterlerini canlandıran oyuncular bazı sahneleri çırılçıplak oynarlar. İstanbul'daki temsilde törpülenmiş olan bir de 3. Richard ile Lady Ann'in dudaktan öpüşme sahnesi var.
Bu törpülenme durumuyla ilgili iki şey düşünülebilir:
1- İKSV, tepki çekmemek için, İstanbul'a davet ettiği topluluklardan çıplaklık ve öpüşme gibi sahneleri tekrar ele almalarını istemiş olabilir; yani sansürü İKSV uygulamış olabilir.
2- Topluluklar, kendileri veya ülkelerinin konsolosluklarının yönlendirmesiyle, geldikleri ülkenin veya ülkeyi yöneten hükümetin kültürel kodlarına ve hassasiyetlerine dikkat ederek, başlarına iş açmamak için, bu revizyonları yapmış olabilirler; yani topluluklar tarafından otosansür uygulanmış olabilir.
Bir zamanlar İstanbul Tiyatro Festivali'nde Sasha Waltz’in “Körper”ini, İsmael İvo’nun “Othello”sunu, Wim Vandekeybus’un “Blush”ını, Dimitris Papaioannou’nun “Medea”sını seyredebilmiştik. İstanbul Devlet Opera ve Balesi yapımı Richard Strauss’un “Salome” operasının her temsilinde, ünlü Yedi Tül Dansı bölümünün sonunda soprano Zehra Yıldız’ın Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salonu'nun sahnesinde bir-iki saniyeliğine de olsa, çırılçıplak kaldığına tanık olmuştuk. Bunların bazılarından sonra kıyamet kopmuş muydu? İşgüzar gazetelerin olayı kaşıyan haberler yaptıklarını hatırlıyorum, ama yankıları ne kadar sürmüştü, hatırlamıyorum.
Ama artık belli ki, bir sanat yapıtının içindeki çıplaklık, A.B.D.’nin muhafazakar bir eyaletinde bile sorun teşkil etmezken, ülkemizde, ülkemizin en "çağdaş şehri"nde, ülkemizin en çağdaş şehrinin en "güncel sanat etkinlikleri düzenleyen kurumunun festivali"nde saklanan bir şeye dönüştü. Ve bu, büyük ihtimalle ve maalesef yurtdışından gelen sanatçıların kendi kendilerine uyguladıkları bir sansür. Zaten yıllar önce Dimitris Papaioannou’nun, Amsterdam’da bir temsil sonrasında yanına gidip, İstanbul’dan geldiğimizi söylediğimizde arkadaşlarıma ve bana “Yapıtlarımın içerdiği çıplaklıktan dolayı İstanbul’da bir kere daha gösteri sahneleyemem” demesinden hal-i pür melalimiz çoktandır ortada ve bütün dünyaca da biliniyor. Ne yazık!
Durum böyleyken, İKSV'den iki şey beklenebilir:
1- İstanbul'a konuk ettiği gösterilerin arkasında durup, göğüs gerip, öncülük ederek; ülkemizde, sanat yapıtlarının içerdiği çıplaklığın sansürlenecek bir şey olmaması gerektiğine dair mefhumun oluşmasına/gelişmesine katkıda bulunabilir, ya da:
2- İstanbul'a içinde çıplaklık olan bir gösteri davet etmeyerek böyle oto/sansür durumlarının oluşmasına mahal vermeyebilir.
Bu noktada, son olarak, şunu düşünmeden edemiyorum: Söz konusu iki gösteri; vazgeçilmez, mutlaka seyredilmesi gereken, başyapıt mertebesinde işler miydi de İKSV oto/sansürü göze alıp, bunları İstanbul'a getirdi, ki bizler, yani sezonda neredeyse sadece festival sırasında yurtdışından büyük prodüksiyonlar seyretme şansına sahip olan İstanbullu tiyatroseverler, tiyatro öğrencileri ve tiyatro sanatçıları bu başyapıtlardan mahrum kalmayalım.
"Utsushi"yi, bir butoh dansı gösterisinin İstanbul'a en son yaklaşık 15 yıl önce konuk olduğunu hatırlayınca, törpülenmiş haliyle sineye çekebileceğimi düşünüyorum. Ancak "Richard III." için aynı şekilde düşünmem mümkün mü, emin değilim. 3. Richard'ı canlandıran Lars Eidinger'in oyunculuğunun benzersiz olduğunu, kendi kurumunun binasındaki sıradan bir temsilde Schaubühne'nin ilk defa bu oyun için açık sahne formunda düzenlenmiş Globe sahnesinde 170 seyirciye bu oyunu oynayan Eidinger'in 2000 kişilik salonu avucunun içine aldığını belirtmezsem ona haksızlık etmiş olurum, ama oyunun, yönetmeni ünlü Thomas Ostermeier'in en iyi işlerinden biri olduğunu iddia etmek de abartı olur, hele de İstanbul seyircisi olarak Ostermeier'in daha nitelikli işleriyle önceki yıllardaki festivallerde karşılaşmışken.
[Bu yazı Tiyatro Dergisi'nde yayınlanmıştır.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder