Festivalin dört gösterisinden biri Fransa’dan gelen Compagnie Bakelite’in “Envahisseurs” (İstilacılar) adlı yapımı idi. Olivier Rannou, Obje tiyatrosunun nitelikli örneklerinden biri olan gösteriyi tasarladığı gibi sahnede bizzat sahneledi de.
Gösterinin alt başlığı “Bilinmeyen objelerle tiyatro” gösterinin hem içeriğine, hem biçimine, hem de gösterinin kendisine dair hoş bir mizah barındırıyor; bir yandan istilacı olan uzaylıların “bilinmeyen” olma haline gönderme yapıyor, bir yandan da gösteride kullanılan objelerin hepsinin aslında “bilinen”, yani günlük hayatımızdan tanıdık olduğumuz, gündelik olma durumlarını tiye alıyor.
Rannou hangi objeleri mi kullanılıyor gösteride? Üç siyah Bond çanta, minyatür askerler, iç organları çıkartılabilen bir oyuncak bebek, şehirleri en popüler anıtlarıyla temsil eden turistik minyatür heykeller, bir maket ev, çam ağacı formundaki araba kokuları, bir bulaşık eldiveni, farklı renkte ve boyutta jöleli pastalar… Rannou bu objelerin bazısını direkt temsil ettiği imgenin minyatür versiyonu olarak, bazılarını ise yaratıcı bir yorumla başka imgeleri temsil etmek üzere kullanıyor; örneğin jöleler uzaylı oluyor, Bond çantalardan biri uzay gemisi…
Gösteri, estetiğini dünyayı istila eden uzaylıları konu eden 1950-‘60ların Amerikan B-tipi filmlerinden, örneğin hemen akla gelen türün klasiklerinden 1956 tarihli “Invasion of Body Snatchers”tan ödünç almış. Rannou’nun kendisi de beyaz gömleği, siyah kravatı ve takım elbisesi, beyaz pudralı yüzü ve dikilmiş gür saçlarıyla o filmlerden birinden fırlamış gibi.
Rannou süre olarak da minyatür, sadece 25 dakika ve sözsüz olan gösteride boyutla, mekanla ve algıyla oynayarak, ince mizahla soslandırdığı keyifli bir seyirlik sundu seyirciye.
Festivalin son gösterisi İsviçre’den Theater Sgaramusch yapımı “Liebe üben” (Aşk ezgersizi) idi.
Biri kadın diğeri erkek iki kişi sadece iki kırmızı metal sandalyenin ve arkada beyaz bir gelinliğin asılı olduğu boş sahneye gelirler. Gösteri, kadın oyuncunun adının Nora olduğunu söylemesi ve karşısındaki erkek oyuncuyu göstererek yıllar önce Belçikalı Ives’i ilk tanıdığında ona aşık olduğunu, çocukluk hayalinin bir Belçikalı ile evlenmek ve ondan çocuk yapmak olduğunu, ama Ives’in bir sevgilisi olduğu için bunun gerçekleşemeyeceğini bildiği için, tiyatro sahnesinin işte tam da böyle bir şey, bir kurgu-mekan, gerçekleşmeyen hayallerin mekanı olduğunu, bunun için bir gelinlik alıp sahneye astığını ve Ives’e “Benimle aşk egzersizi yapar mısın?” diye sorduğunu anlatmasıyla başladı.
Orta yaşlı iki oyuncu, Nora ile Ives aşk üzerine, aşkın çeşitli çehreleri üzerine konuştular, kendi aşk deneyimlerinden bahsettiler, ara ara daha önce aşka, sevgiye, ilişkiye, karşılıksız aşka, sevgili olmaya, evliliğe, çocuk sahibi olmaya vb. bir çok konuya dair çocuklara ve gençlere yönelttikleri sorulara verilen cevapları banttan dinlettiler, bu sorulardan bazılarını bazen direkt salonda oturan seyircilere de yönelttiler ve aldıkları cevaplara yorumlar yaparak bu bölümleri kısa sohbetlere dönüştürdüler, aşka dair her bir farklı soru üzerine temellenen bölümün ardından o soruya uygun bir aşk şarkısı eşliğinde sorunun çağrıştırdığı duyguları temsil eden hareketlerle dans ettiler.
Her ne kadar Nora tiyatro sahnesi için kurgu-mekan dese de, bütün bu yukarıda saydıklarım belgesel tiyatro tadında ve sahnenin ve o anın gerçekliğinin farkındalığıyla sahnelendi. Örneğin, şarkıların çalınması, söyleşilerin banttan yayınlanması gibi bütün ses kontrolü sahnenin kenarındaki bir bilgisayardan oyuncular tarafından yapıldı.
Aşk ve kadın-erkek ilişkileri teması ve soru-cevap yöntemine göz kırpması bakımından Pina Bausch’un estetiğini andıran dans bölümlerinin koreografisi sade ve etkiliydi. Çiftin hareket halindeyken kesintisiz öpüşme sahnesi Peeping Tom'un Le salon yapıtındaki ünlü sahneden serbestçe esinlenilmiş gibiydi.
İkisi de dans’tan gelen Nora Vonder Mühll ile Ives Thuwis gerek dans bölümlerinde gerekse de sözlü kısımlarda doğal ve akıcıydılar.
Hem Nora ile İves’in bütün samimiyetleri ve doğallıklarıyla kendi geçmişlerinden bahsetmeleriyle, hem farklı yaşlara ve geçmişlere sahip olanların sorulara verdikleri cevapların çeşitliliğiyle, hem de bu temaların dans estetiğine dönüşmesiyle katmanlaşan gösteriyi izlerken insan ister istemez bir yandan o sorulara kendisinin nasıl cevaplar vereceğini, kendisinin aşka dair neler yaşadığını da düşünmüyor değil. Bu da gösteriyi fiziksel anlamda olmasa da, duygu ve düşünce açısından interaktif kılıyordu.
“Schöne Aussicht” (Güzel Manzara/Açık Bakış)’ta sahneden naklen yayınlanan gösteriler kadar, festivali düzenleyen JES ekibi de, aynı festivalin adı gibi, genel geçer ve konvansiyonel toplumsal, kültürel, cinsiyetçi kabullerden özgürleşmiş, çok kültürlü, aydınlık, geleceğe umutlu ve açık bir bakış sergiliyordu.
Bunun en güzel örneklerinden biri de, her gösteri öncesinde naklen yayının başlamasını beklerken yayına sokulan video idi. Ekranın altından geçen yazılar ve o sırada ekrana gelip konuşan oyuncular “Oyunun başlamasına az kaldı”, “Bulunduğunuz mekanı karartmak ister misiniz?”, “Yanınıza yiyecek-içeçek bir şeyler almayı unutmayın”, “Birazdan başlıyor” gibi sözleri Almanca, İngilizce, Türkçe, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere beş dilde aktardılar. Oyuncuların sözleri vurgu, mimik, jest ve hareket katarak çeşitlendirdikleri bu eğlenceli giriş, seyirciyi birazdan izleneceği gösteri için hazırlıyordu da. Sanırım son bir yıldır sahneden naklen izlediğim yayınlar arasında en yaratıcı bekleme seansıydı bu festivalinki.
[bu yazının bir versiyonu 18 haziran 2021'de Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde yayınlanmıştır.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder