29 Haziran 2020 Pazartesi

çevrimiçi gösteri izlenimlerim III - show me a good time, gob squad



tiyatro seyirci ile icracının belli bir mekanı bir süre boyunca paylaştıkları sosyal bir etkinliktir ya, çevrimiçi gösteriler hakkında şimdiye kadarki iki yazımda sanal ortamda mekanı ustaca kullanan ve rejisiyle bunu seyirciye fark ettiren iki gösteriyi ele almıştım. bu seferse rejisinde seyirci ile icracının ortaklaşa paylaştıkları zamanı ön plana çıkartan bir çevrimiçi gösteriden bahsedeceğim: gob squad'ın "show me a good time" (bana keyifli bir zaman yaşat).

gösterinin başlığında zaten "zaman"a, yani icracılar ile seyricilerin birlikte geçirecekleri zamana/süreye dikkat çekiliyor. gösterinin tarihi ve süresi de tesadüfi seçilmemiş: 21 haziran'ı 22 haziran'a bağlayan 12 saatlik bir zaman dilimi. kuzey yarımkürede yılın en uzun gününün sonlarında, yani akşam 6'da başlayıp, yılın en kısa gecesi bittikten sonra, yani sabah 6'da sonlanan bir 12 saat. "show me a good time" belki de güncel zamanların "(bir) yaz dönümü gecesi rüyası".

gösterinin zaman ile ilişkisi sadece bu iki öğeyle, yani gösteri tarihi ve süresi ile sınırlı değil. reji bütünüyle zamanı kullanmak üzerine inşa edilmiş.
gob squad kolektifinin bu 12 saatlik çevrimiçi gösterisinde kurduğu yapı 60 dakika/bir saat ile ilişkili loop'lardan, tekrarlardan oluşuyor. gösteri sürecindeki her saat başı, her saat yarısı ve her iki saat çeyreği birer olay/durumla sabitlenmiş. bu olaylar/durumlar her seferinde doğaçlamalarla çeşitlenerek tekrar ediyor. saatin bu durakları sadece tekrar eden olaylar/durumlar ile değil, bizzat icracıların dillendirmeleriyle de vurgulanıyor. 
her saat başı 2 dakikalık ara var. her saat yarısında iki dakikalık katıla katıla, kahkaha atıla atıla gülünüyor (geceyarısından sonraki yarım saatlerde gülme ağlamaya dönüşüyor). ilk çeyreğe gelindiğinde sahnedeki piyanonun başına geçilip bir şarkı uyduruluyor, ya da bir dans ediliyor. son çeyrekte ise her icracı bulunduğu mekandaki objeleri kullanarak tableaux vivants oluşturuyor ya da hepsi birden kendi mekanlarında aynı hareketi yapıyorlar (mesela yatıyorlar; biri sokakta bulduğu bankın üzerine, biri evdeki yatağına, biri arabasının bagajına). son 15 dakika ise, ki her seferinde en heyecanlı olanı bu, berlin'in sokaklarında flaneur'lük yapmakta olan icracılardan biri o sırada yoldan geçmekte ya da bir lokantada yemek yemekte olan birisini veya birilerini, sahnede 1 dakikalık bir gösteri yapacak olan tek bir icracının tek seyircisi olması/olmaları için bulup ikna ediyor. kabul edenle(rle) kısa bir söyleşi yapıyor ve ardından on(lar)a kamerasının ekranından canlı olarak o sırada hebbel am ufer tiyatrosunun boş oditoryumlu sahnesinde icra edilen gösteriyi izletiyor.
o 1 dakikalık gösterinin teması/başlığı da her seferinde yeniden belirleniyor. başka bir icracının ekranın altında çıkan kendi telefon numarasına ilk telefon eden seyirci söylüyor başlığı. yani her saat diliminin son 15 dakikası, o saat diliminin son 1 dakikasında tek bir icracı tarafından hebbel am ufer tiyatrosunun boş oditoryumlu sahnesinde gerçekleştirilecek gösterinin başlığının ve seyircisinin bulunmasıyla geçiyor.

"show me a good time"da beni en çok etkileyen zaman kullanımı/konstrüksiyonu olduğu için gösterinin genel kurgusundan bahsetmeyi sona bıraktım: 
gob squad kolektifinin üyelerinden her biri tek başlarına bir mekandalar. gösteri başladığında biri hebbel am ufer tiyatrosunun boş oditoryumlu büyük sahnesinde, biri yaya olarak diğeri arabayla berlin'in sokaklarında, biri ingiltere'deki evinin mutfağında, biri yine ingiltere'de ama bu sefer arabasıyla sheffield'in sokaklarında, biri berlin'deki evinin balkonunda ama ilerleyen vakitte evinden çıkıp o da berlin'in sokaklarına atıyor kendini. berlin'dekilerden bazıları konum değiştiriyorlar; mesela ilk iki saatte sokakta olan, üçüncü ve dördüncü saatte hiç gözükmeyip beşinci ve altıncı saatte hau'nun sahnesini devralıyor. bazıları hep hareket halindeler, bazıları ise hep evlerinin içindeler. ama biri dışında, o da evde annesiyle birlikte, hepsi yalnızlar; yani görüntülerinde tek başınalar. yanlarında kameraman ve/ya ses ekibi yok, her biri kendisi çekiyor kendi anlık görüntülerini. 
her bir saat diliminde aralarından sadece dördü icracı oluyorlar ve her biri bir veya iki saatte bir değişen vardiyalarla yayında yer alıyorlar.

tabii bütün bunlar olurken, içerik düz veya dramatik bir çizgide ilerlemiyor. icracılar sanki o an akıllarına gelmiş gibi zamandan, geçmişten, salgın zamanı tiyatrosuzluğundan, politikadan, mülteciler veya aşırı sağcılar gibi güncel toplumsal olaylardan, değişimden, aileden, kendilerinden, iklim krizinden konuşuyorlar. yayın bazen üçüncü, dördünü bir arada veriyor, bazen sadece biri bütünüyle ekranı kaplıyor. yayın bazen icracıların lafları ağızlarına tıkılıyor gibi pat diye kesilebiliyor, birinden diğerine geçiyor görüntü, dolayısıyla konuşma metinlerindeki düşünce izlekleri kesintiye uğruyor. ama gösteri o kadar etkili ki; tam da bu doğallığı ve bu doğallığın getirdiği ironi ve teklifsizlik yüzünden.
gösterinin çok net kurulmuş yapısı yıkılmaz bir omurga oluşturuyor ve bu omurga seyircinin 12 saatlik bu maratonda kaybolmasını, dikkatinin dağılmasını, dahası seyretmeyi bırakmasını önlüyor.
gob squad 21 haziran'ı 22 haziran'a bağlayan gece "show me a good time" ile müthiş "epik" bir gösteriye imza attı. beni ekran başına mıhladı; her an onlarlaydım; keyifli geçirdiğim zamandan dolayı zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım gibi, zamanın neresinde olduğumun ve saatin kaç olduğunun da her an farkındaydım. 

sanırım çevrimiçi gösteriler arasında ilk ücretli olanlardan biriydi "show me a good time". bilet fiyatı 10 avroydu. maalesef seyrettiğim bir çok vasat çevrimiçi gösterinin ücretsiz olmasının yanında, cüzi ücretinden çok daha fazlasını hak eden bir gösteriydi "show me a good time". içinden geçmekte olduğumuz zamanlarda üretilen işlerden bir-ikisi kalacaksa geleceğe, onlardan biriydi.


hakkında çok duymuş, okumuş, bir türlü bir gösterisini seyretmeyi denk getirememiştim. salgın gibi hayırlı olmayan bir durum yüzünden olsa da, bir gösterisini, hele de hakkında duyduğum övgülerin boşuna olmadığını kanıtlayan bir gösterisini canlı seyretme imkanıma eriştiğim için mutluyum.

15 Haziran 2020 Pazartesi

"ince memed 4"ten..


"...
Kimi zaman da o kadar çok, o kadar çok korkuyordu ki, öfkesini, korkusunu gidiyor Adem babamızla Havva anamızın üstüne kusuyor, teh, diyordu, çırılçıplak duruyorsunuz ya. Cennetin ortasında, suyun başında, yanınızda yılan... Şunlara bakın hele, şunlara... Çırılçıplak. Hiç de güzel değiller, ikisi de çirkin mi çirkin. Birer yaprak koymuşlar oralarına, koymaz olasıcalar. Sizi kim görecek ki orada, sizden başka insan var mı Cennette a gözleri kör olasıcalar, var mı? Öyleyse oralarınızı sallaya sallaya gezin Cennetin ortasında. Şeytan mı görecek, şeytan zaten görmüş her bir yerinizi. Şeytana göstermediğiniz bir yeriniz mi kalmış, çirkin batasıcalar? Hazret Efendi mi sizi öyle yaptı, siz Hazret Efendinin kim olduğunu biliyor musunuz, hiç iftira etmeyin, o yalan söylemez, o Allahın bir ermişidir o... O da sizden türeme ama, o size hiç benzemiyor, çirkin gözlü körolasılar, hiç kendinizi kasmayın, Hazret Efendi sizin tasvirinizi olduğu gibi çıkarmıştır, çirkin yalancılar. Sizi tamahkarlar sizi, bir küçücük elmaya kandınız da, hem de bir yılancığa, şu zıkkımı yediniz de başımıza bunca işi açtınız. Çıkın bakalım şu belanın altından, çocuklarınız biribirlerini yiyor. Biribirlerinin kanını içiyor. İşte bunlar şu azıcık, bir lokma elmaya dayanamadığınızdan oldu, çirkin bokboğazlar. Alın işte, görün marifetlerinizi, zengin fakiri yiyor. Ne diyordu o, öfkeli adam, adı Zeki mi ne, çeltikçiler her yaz bu ovada bin tane çocuğu keyif için öldürüyorlarmış. Doğurmaz olasıca fallik, yani ellik orospusu beğendin mi ettiğini, torunların aç, aç, aç! Kan içinde yüzüyorlar. Ölenedek sizin de yakanızı bırakmayacağım. Çirkinler, sağ olsun Hazret Efendi Usta, sağolsun ki sizin şu çirkin tasvirinizi çıkarmış da...
Bazı zamanlar Seyran, onun dudakları kıpır kıpır resimlerle konuştuğunu görünce:
'Ana onlar canlı değil ki, onlar tasvir, onlar senin söylediklerini duymazlar ki,' diyordu.
'Nasıl duymazlar onlar beni,' diye azarlıyordu onu Hürüce, 'sus, günaha girme, onlar, her bir şeyi duyar, anlarlar. Hazret Efendi onları boşuna mı yapmış? Duymazlar, anlamazlar da bunlar ne işe yararlar?'
Memed, Hürü Ananın bu resimlerle konuşmasını, gittikçe de artan bu merakını bir türlü anlamamıştı. Bu cin gibi insan resimlerle konuşmayı, öfkelenince, üzülünce, sevinince kendine iş edinmişti. Herhalde bir bildiği var, diyordu Memed. Belki de burada çok canı sıkılıyor, sıkılıyor da o resimlere sığınıyor, diye düşünüyordu arada sırada da.
..."
- Yaşar Kemal
Toros Yayınları

12 Haziran 2020 Cuma

çevrimiçi gösteri izlenimlerim II - lob des vergessens - teil 2, oliver zahn



bir tiyatro gösterisinin mizanseni; onun bir gösteri olduğunun, bir oyun alanında sahnelendiğinin, daha da ileriye giderek, içinde sahnelendiği mekanın (fiziksel, tarihsel, kültürel, vb.) özelliklerinin farkında olarak kurulmuşsa, tabii ki gösterinin içeriği ile sahnelendiği mekanın özellikleri arasında anlam ilişkisi de varsa ve bir de mizansen bu farkındalıkları bir seyirci olarak bana geçir(ebil)iyorsa, o gösteriden başka tür bir keyif alıyorum. bu yazdığım gösteri-mekan ilişkisinde hayal ettiğim en ideal hal. bir çok neden ve şarttan dolayı bu ideal halin her gösteride olması imkansız hiç kuşkusuz. ama yine de ben, yaşamakta olduğum şu çağda/zamanda/yıllarda şu en-alt-seviye-farkındalığa bile razıyım: günümüzde herhangi bir tiyatro gösterisi en geleneksel oyun-seyir ilişkisine sahip çerçeve tipi tiyatro mekanında bile olsa, içinde bulunduğu mekanın özelliklerinin (en başta da seyirci-icracı ilişkisinin) farkındalığıyla sahnelenmeli, yani en başta kendisi "-mış gibi" yapmamalı.

neden bu uzun giriş. çünkü; içinden geçmekte olduğumuz ve evlerimizdeki mekanlara hapsolmak zorunda kaldığımız şu günlerde gittikçe artan çevrimiçi gösterilerden çok azı, kullandıkları "asıl" mekanın/alanın özelliklerinden ve ona dair farkındalıktan faydalanıyor.
en temelde, nedir o mekan/alan?.. 
ekranın kendisi; cep telefonu, televizyon, tablet ama çoğunlukla bir bilgisayar ekranı. 
genellikle yatay bir dikdörtgen (cep telefonu veya tabletse yönüyle oynanabilir tabii). iki boyutlu. siyah renkli (ait olduğu kişinin zevkine göre döşenmiş bir arkaplanı olabilir tabii). 
en üstünde, en altında veya yanında bir bilgi çubuğu olan. üzerinde, ait olduğu makinenin içindeki bilgilere ulaşımı kolaylaştıran küçük görsellerin olduğu.
içinde pencereler açılan. aynı anda, yani eşzamanlı olarak bir çok pencere açılabilen. açılan pencerelerin istenilen süre boyunca durabildiği; üs tüste binebildiği, yan yana konumlanabildiği, boyutlarının büyütülüp küçültülebildiği.
ekran, bilgisayarın "mekanı". pencereler de o mekanın baktığı/içerdiği peyzajı (yani, içindeki bilgileri) gösteren delikler/açıklıklar. 
mimari terminolojide kapılar da pencereler gibi bir açıklık türüdür, tek farkı kapılar hareket tarif ederler, kinestetiktikler, içlerinden geçilip başka bir mekana ulaşılır. pencereler ise sadece görsel bir hareket sunarlar, gösterirler. bilgisayar ekranındaki (mekanındaki) açıklıklara kapı değil pencere denmesi de bu yüzden herhalde..

almanya'nın köln-düsseldorf-mülheim an der ruhr şehirlerinde 30 yıldır gerçekleştirilen impuls theater festival (impuls tiyatro festivali)'nin bu yılki zorunlu çevrimiçi edisyonundaki bir gösteri tam da yukarıda tariflediğim mekanı, yani bilgisayar ekranını, tam da yukarıda idealize ettiğim farkındalıkla kullanıyordu. bu gösteri genç alman sanatçı oliver zahn'ın "lob des vergessens, teil 2" (unutmaya övgü, bölüm 2)'si idi.

"unutmaya övgü" aslında fiziksel mekan için tasarlanmış bir gösteriymiş. zahn bu gösteriyle festivale davet edilmiş. malum şartlardan dolayı festival fiziksel olarak gerçekleştirilemeyince zahn aynı temayı işleyen ama aslından bağımsız bir gösteri tasarlamış; yenisinin başlığında "bölüm 2" ibaresini bu nedenle eklemiş, yoksa öncekinin devamı veya dönüştürülmüş bir versiyonu olduğu için değil.

zahn bu gösteride ne anlatıyor, önce kısaca ondan bahsedeyim. 
zahn bir kaç yıl önce bir ses arşivinde bir şarkıya rastlar. bu, sözlerinden anlaşıldığı üzere yurdundan edilmiş birisinin, bir muhacirin söylediği bir şarkıdır; almancadır. zahn şarkıdan çok etkilenir ve araştırmaya başlar. şarkının izini sürerken, bir yandan da doğu avrupadan sürülmüş alman muhaciri kendi dedesinin/anneannesinin hikayeleriyle yüzleşir. zahn bu çıkış noktasından başlayarak yaklaşık 40 dakikalık gösteride kendi geçmişiyle hesaplaşarak unutmanın stratejilerine ve hatırlamanın dinamiklerine doğru yola çıkartır bizleri.

zahn gösteri boyunca biz zoom'daki seyircilerle paylaştığı kendi bilgisayar ekranında canlı olarak pencereler açar. 
zahn konuşmaz, konuşmak yerine word belgesi olarak açtığı pencerelerin içine yazar, yazdığını seçip bir kerede siler, tekrar yazar. değil mi ki icracı ile seyirci bir bilgisayar ekranını paylaşıyorlardır, icracı da o mekana içkin araçları kullanarak seyirciyle iletişim kurmaktadır. 
dolayısıyla zahn sadece word belgesi de kullanmaz. şarkı için wav belgesini kullanır, şarkının geçmişini araştırırken bulduğu bir görüntüyü bizlere seyrettirmek için tarayıcısını kullanır. o tarayıcıda zahn'ın arama geçmişini, tarayıcıdan ulaştığı youtube sayfasını, bize izlettirmek istediği videodan önce otomatik olarak çıkan reklam videosunu görürüz.

icracı daha en baştan, seyirciyle paylaştığı gösteri mekanının fiziksel sınırlarını da vurgulamayı ihmal etmez. bunun için; bir pencereyi sol üste, bir diğerini sağ alta yerleştirir. word belgesi olan pencerelerin üsttekinin içinde "bu" alttakinini içinde ise "yapıtın gerçekleştiği mekan"dır yazar. tek bir cümleyi ikiye bölerek bizlere, gözlerimizle takip ettiğimiz yazı sayesinde gösteri alanının sınırlarını fark ettirir. 
icracı gösteri boyunca ekran mekanını/alanını gösterinin içeriğiyle örtüşür şekilde kullanmaya devam edecektir. bu anlamda en canalıcı sahnelerden biri; zahn'ın sözkonusu şarkıyla karşılaştığında ve şarkıyı araştırırken kendi geçmişine dair hafızasındaki boşluğu fark ettiğini yazdığı sırada, bu cümleyi içeren iki pencereyi ortaya şarkı belgesini alacak şekilde ekranın iki zıt ucuna taşıdığı sekanstır. iki pencere arasındaki alan, bir ekranda olabilecek en uzak mesafe üzerinden boşluğu temsil ediyor, boşluğu zahn'a fark ettiren şarkı da o boşluğun tam ortasında duruyordur.
pencerelerin mekandaki (ekrandaki) konumları kadar, icracının pencere içine o anda yazdığı metnin pencerenin içindeki konumu da (yani sola dayalı veya sağa dayalı olma hali de) tasarlanmıştır ve anlam içerir.

zahn gösterinin ilerleyen anlarında ses arşivinde rastladığını belirttiği şarkının wav belgesini ekranın ortasına yerleştirir. belgeyi açar ve seyirciye dinletir. o sırada, daha önceden dökümünü yaptığı sözlerin olduğu bir belgeyi, sözler şarkıda geçtikçe, yukarıdan aşağıya doğru açarak görünür kılar.
icracı wav belgesinin kaç megabayt olduğunu yazar; bilgisayarın hafızasında kapladığı yeri imler. icracı daha sonra bize wav belgesini ses belgesi olarak değil, bilgisayar diliyle yazılmış haliyle açar. böylece sanki sahne üzerinde yaratılmış tiyatral bir yanılsamanın çıplak halini, adeta sahne arkasındaki bütün teknik aletleri ve aksamı görürüz.
bir sekansta ise icracı şarkı belgesinin bulunduğu arşiv dosyasının bütününü açar. alt alta sıralanmış belgeler vardır. icracı bazı noktalara dikkatimizi çeker: numaralanmış dosyaların arasında bazı numaralar eksiktir. adeta hafızadaki boşluklardır bunlar ve sorar: o dosyalar kayıp mıdır, analogdan dijitale dönüştürülmemişler midir, o aşamada unutulmuşlar mıdır, yoksa hiç bir zaman var olmamışlar mıdır..

bütün bu yazma-silme, belge/dosya açma-kapama, pencereleri boyutlandırma-konumlandırma eylemleri hem baştan sona performatiftirler hem de gösteri boyunca yapılan her eylem bütün çıplaklığıyla gösterile gösterile yapılıyordur.
yazar, yönetmen ve icracı olarak oliver zahn bütün bu eylemleri canlı olarak gerçekleştirirken, içerik olarak da, unutmanın ve hatırlamanın yakın geçmişteki ve günümüzün internet çağındaki teknikleri, stratejileri nelerdir üzerine tartışma açar, düşünür, bunları sorgular.

zahn'ın "lob des vergessens, teil 2" adlı çevrimiçi gösterisi bana benzersiz bir deneyim yaşattı. çevrimiçi gösteriler hakkında daha önce düşünmediğim şeyleri düşündürttü. umarım ilerde bir gün rast gelirim, onun bir yapıtını fiziksel bir mekanda da deneyimleme, seyretme imkanım olur.

oliver zahn bu gösteriyi impulse theatre festival'de üstüste iki akşam sahneledi, ilk akşam almanca ikinci akşam ingilizce olarak. bu gösterinin sanatçının sitesinde iki yeni gösterimi gözüküyor; 24 haziran'da paris goethe enstitüsü etkinliği olarak, ve ağustos'taki hamburg kampnagel'in uluslararası yaz festivali kapsamında henüz belli olmayan bir tarihte. 
merak edenler kaçırmasınlar..


8 Haziran 2020 Pazartesi

çevrimiçi gösteri izlenimlerim I - digital silence, lotte van den berg / building conversation


gösteri sanatlarının herhangi bir dalı genel kabul ile iki, bana göre üç bileşen olmadan gerçekleşemiyor: genel kabulde seyirci ve icracı yeterliyken, ben bunlara mekan'ı ekliyorum.

salgınla birlikte gösteri sanatları alanında yapıt tasarlayanlar ve/ya icra edenler üretimlerinde malum, fiziksel mekanı terk etmek zorunda kaldıklarından dolayı, sanal mekanı, yani internetin olanaklı kıldığı çevrimiçi mekanı kullanmaya başladılar. fiziksel mekandaki seyirci-icracı birlikteliği de böylece sanal çevrimiçi mekana taşınmış oldu. bu üretimlerde almanca konuşulan ülkelerin sanatçıları başı çekiyorlar. "normal" zamanlarda olduğu gibi bu üretimlerin de iyisi var, kötüsü var. ben bu aşamada kötüsünü bile değerli buluyorum, çünkü bilinmeyen, daha önce pek denenmemiş, yeni bir ortam kullanılıyor. artısı, eksisi, getirisi, olanakları pek bilinmiyor, keşfediliyor. denemeler yapılıyor. bu aşamada benim için "denemeler yapıyor olmak" önemli, denemelerin niteliğinden ziyade. tabii, niteliği yüksek işler daha çok tatmin ediyor, heyecanlandırıyor beni. ama kötü bir iş izlediğime de hayıflanmıyorum, belki bunda en başat neden izlemeye verdiğim vakit dışında bir vakit kaybetmiyor olmam, yani evimden çıkıp 30 ile 90 dakika arasında bir vakit harcayıp bir mekana gitmiyor ve aynı zamanı harcayıp dönmüyor olmak.

son iki haftadır internette canlı çevrimiçi gösterilere/etkinliklere katılıyorum. zoom'dan olanlara önceden kayıt olmak gerekiyor, bazılarına ücretsiz bile olsa bilet almak ta. youtube'dan olanlara ise direkt bağlantıyı açarak katılınabiliyor. seyrettiklerim/katıldıklarım arasında beni etkileyenler hakkında yazacağım. bunlardan ilki: building conversation platformunun "digital silence" isimli gösterisi.

zoom'da 11 kişiyiz. gösteri öncesinde bizlere yollanan kılavuzda sessiz bir ortamda ve yalnız olmamız, kameramızdan içinde bulunduğumuz mekana dair fikir verecek kadar bir kısmının görünmesi isteniyordu. gösterinin yaratıcısı lotte van den berg bizleri mikrofonlarımız kapalı olarak karşıladı ve bizlere gösterinin programını açıkladı: bizler ilk 5 dakikada içinde bulunduğumuz mekanda kameramızın görüntüsüne girmeyeceğimiz bir konumda olacaktık, sonraki bir saatte mekanı terk etmeden mekanda vakit geçirecektik (cep telefonlarımız kapalı olacaktı, yani birileriyle konuşmayacaktık) ve sonraki 5 dakikada ise mekandan dışarı çıkacaktık, sonra da yaklaşık 30 dakika deneyimlerimiz üzerine sohbet edecektik.

o zaman dilimleri zarfında mekanımız; iki boyutlu bir ekranın üzerindeki 11 küçük dikdörtgenden biri midir, o küçük dikdörtgenlerden birinin çerçevesi içinde gözüktüğü kadar mıdır? fiziksel mekan nerede başlar, sanal mekan nerede biter? sanal veya fiziksel, mekanımızın sınırları, boyutları nedir?  sanal mekan iki boyutlu mudur? sınırlar ve boyutlar sadece matematiksel, görsel veya kinestetik midir? mekanımızın boyutlarını içinde ne kadar ve nasıl hareket edebildiğimiz mi belirler sadece? yoksa işitsel sınırlar da mekanı tanımlar mı? örneğin penceresi açıksa, dışardan gelen sesler ne kadar o mekana aittir? peki, o zaman dilimlerinde ekrandaki diğer dikdörtgen çerçevelerden gelen sesler kendi bulunduğumuz mekanın özelliklerinden birine dönüşür mü? ne zaman ve nasıl var oluruz? kameraya girdiğimizde, diğerleri tarafından görünür olduğumuzda mı? görüntüde yoksak, gerçekte var olmamız ne ifade eder? görünmesek de hareket ederkenki sesimizin veya mekanımızdaki bizden bağımsız seslerin diğerleri tarafından duyulması var olduğumuzun kanıtı mıdır? örneğin mekanımızı paylaştığımız ya da hemen penceremizin dışındaki hayvanın sesi bizleri var eder mi? zoom uygulamasındaki dikdörtgen görüntü çerçevelerinden o sırada ses geleninin renklenmesi o çerçevenin içindekini öne çıkarttığı gibi var olmasını da sağlar mı? kimler için varız; bizi gören, duyan diğerleri için mi, kendimiz için mi? mekanımızdan dışarı çıktığımızdaki zaman dilimi mekanımıza dair farkındalığımızı arttırır mı? mekanımızdan dışarı çıktığımızda, yine bir iç mekanda (mesela koridorda) olmak ile dış mekanda (mesela bahçede) olmak arasındaki farklar nelerdir? mekanımızın birden çok çıkışı varsa, o son 5 dakikalık zaman dilimi için hangisini seçeriz? bu da yine önceki zaman dilimindeki deneyimimizle ilişkili değil midir?

"digital silence" medidatif bir 70 dakika sonrasında hemen az önce arkada bıraktığım yakın-şimdi'ye, içinde bulunduğum mekana ve o yakın-şimdi'yi paylaştığım diğer 11 mekana, yani beylik tabirle "şimdi ve burada"ya dair farkındalığımı arttıran bir gösteriydi. hele de ben dahil bütün katılımcıların bu etkinlik sırasında bulundukları mekanlardan (muhtemelen evlerinden) son 2-3 aydaki karantina sürecinden dolayı çık(a)madıkları ve/ya buralarda normalden uzun sürelerle bulunduklarını düşündüğümde "digital silence" bana daha çok dokundu; herhangi bir sanat yapıtına dair "neden şimdi?" ve "neden burada?" sorularımı tam da en can alıcı yerinden cevapladığı, bana bir önceki paragraftaki soruları sordurduğu için.

bu deneyimi merak edip yaşantılamak isteyenlere müjde: "digital silence" 12 haziran'da ingilizce olarak tekrar gerçekleşecek. katılmak için burayı tıklayın.

1 Haziran 2020 Pazartesi

2019-2020 sinema sezonu


vizyon filmleri (01 haziran 2019 - 31 mayıs 2020)
.üzgünüz size ulaşamadık (sorry we missed you) ken loach 05ara *****
.acı ve zafer (dolor y gloria) pedro almodovar 15ekm *****
.kızkardeşler emin alper 26eyl ****.5
.yüzleşme (grace a dieu) françois ozon 07ağs ****.5
.sonsuz gökyüzü (om det oandliga) roy andersson 04mrt ****.5
.hangi kadın (celle que vous croyez) safy nebbou 24eyl ****
.elveda (the funeral) lulu wang 27ock ****
.alev almış kadının portresi (portrait de la jeune fille en feu) celine sciamma 02ock ***.5
.bir zamanlar hollywood’da (once upon a time in hollywood) quentin tarantino 05eyl ***.5
.parazit (parasite) bong joon-ho 01ksm ***.5
.küçük kadınlar (little woman) greta gerwig 18şbt ***.5
.judy rupert goold 27ock ***.5
.joker todd phillips 17ekm ***
.ve sonra dans ettik (and then we danced) levan akin 05ara ***
.yıldızlara doğru (ad astra) james gray 26eyl ***
.eşanlamlılar (synonyms) nadav lapid 24eyl ***
.yıldız savaşları IX: skywalker’ın yükselişi (star wars IX: the rise of the skywalker) j.j.abrahams  01ock ***
.beyaz karga (the white crow) ralph fiennes 27hzr ***
.new york’ta yağmurlu bir gün (a rainy day in new york) woddy allen 05eyl ***
.matthias & maxime xavier dolan 17ock **.5
.küçük joe (little joe) jessica hausner 02ock **
.çarpıcı kız (the staggering girl) luca guadagnino 01ksm *.5

18. !f bağımsız filmler festivali 13-22 eylül 
.jonathan agassi saved my life tomer heymann 18eyl ***
.fuga agnieszka smoczynska 19eyl **.5

filmekimi 04-13 ekim 
.gloria mundi robert guediguian 09ekm ****
.görünmez yaşam (a vida invisible de euridice gusmao) karim ainouz 07ekm ****
.bembeyaz bir gün (hvitur hvitur dagur) hlynur palmason 10ekm ****
.bacurau kleber mendonça filho & juliano dornelles 10ekm ***.5
.saklı gerçekler (la verite) hirokazu kore-eda 08ekm ***.5
.burası cennet olmalı (it must be heaven) elia suleiman 09ekm ***.5
.onur konuğu (guest of honor) atom egoyan 10ekm **
.gizli bir yaşam (a hidden life) terrence malick 11ekm *.5

39. istanbul film festivali çevrimiçi gösterim programı mayıs seçkisi
.lilian andreas horvath 25mys ****.5
.sluzobnicı (hizmetkarlar) ivan ostrochovsky 19mys ***.5
.vrba (söğüt) milcho manchevski 31mys ***
.you will die at 20 (20 yaşında öleceksin) amjad abu alala 18mys ***
.berlin alexanderplatz burhan qurbani 24mys ***

kültür merkezleri gösterimleri 
.who’s gonna love me now tomer heymann 14ksm ***.5