7 Ağustos 2019 Çarşamba

Hollanda Festivali’nde Bir Hafta

[geçtiğimiz haziran ayında bir hafta holland festival'i takip etme imkanım olmuştu. 
izlenimlerimi aktardığım yazım 30 temmuz 2019 tarihinde unlimited'de çıktı. 
isteyen bağlantıya tıklayıp https://www.unlimitedrag.com/single-post/Hollanda-Festivali-nde-bir-hafta oradan okusun, isteyen buradan.]

aus LICHT - LUZIFERS TANZ.
Fotoğraf: Ruth & Martin Walz

Hollanda Festivali, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaralarını sarmaya çalışan Avrupa’nın bir çok şehrinde düzenlenmeye başlanan sanat festivallerinden biri. Bu yıl 72. yılını kutlayan festivalin programı, İKSV İstanbul Festivali’nin eski hali gibi, müzik konserinden gösteri sanatlarına, sergilerden film gösterimlerime sanatın bütün türlerini içeriyor. Hollanda’nın yanısıra dünyanın prestijli ve önemli sanat etkinliklerinden biri olmaya devam eden festival yıllardır, özellikle müzik ve gösteri sanatları alanlarında dünyadan geniş bir yelpazede davet ettiği sanatçıları buluşturan ve bir çok önemli dünya prömiyeri gerçekleştiren bir nirengi noktası konumunda.

William Kentridge ve “Daha Az İyi Fikir”
Bu yıldan itibaren yeni bir uygulamayla festivalin artistik programının bir bölümü “Ortak Sanatçı” olarak belirlenen bir veya iki sanatçıyla birlikte oluşturuluyor. Bu yılın ortak sanatçıları Güney Afrikalı görsel sanatçı ve tiyatro yönetmeni William Kentridge ile Kongolu dansçı-koreograf Faustin Linyekula idi. 


William Kentridge. 
Fotoğraf: Marc Shoul

Festival Kentridge ile Linyekula’ya iki hafta boyunca Amsterdam’ın canlı, çok-kültürlü ve deneysel işlere kapılarını sonunda kadar açan Frascati salonlarını emanet etti. Onlar da kendi işlerinin yanısıra davet ettikleri sanatçılarla Frascati’yi daha da sinerjik bir etkinlik alanına çevirdiler. Dans ve tiyatro gösterileri, söyleşi ve yuvarlak masa toplantıları, enstalasyonlar ve performansların yanısıra Kentridge’in beş yıl önce Johannesburg’un bir banliyösünde açtığı The Centre for the Less Good Idea (Daha Az İyi Fikir için Merkez)’in geçen yıl ve bu sezonki gösteri ve sergi programlarından seçkiler Frascati’deydi. 
Kentridge özellikle bu merkezin gösterilerinde, kanatları altına aldığı Güney Afrikalı genç sanatçıları yalnız bırakmadı, orta metrajlı (yaklaşık 40 dakika süren) işlerin öncesinde, konferans formatındaki ünlü performanslarından bir kaçını sergiledi. “A Defence for the Less Good Idea” (Daha Az İyi Fikir için bir Savunma) Kentridge’in bu merkezi kurma hikayesini, nedenlerini, merkezin yapısını ve amaçlarını tipik Kentridge’vari bir estetikle, yani sahnenin arkasındaki beyazperdeye yansıtılan kendi çizimlerinden oluşan hareketli görüntülerle senkronize bir anlatımla ortaya koyan bir gösteriydi. 
2017’de New York’ta prömiyer yapan “Ursonate” ise ünlü Dadaist Kurt Schwitters’in aynı adlı performansının yine Kentridge estetiğine uyarlanmış haliydi. Ağızdan çıkan anlamsız seslerden oluşan bu kaotik ses senfonisine, sonlara doğru çalgılarıyla bazı müzisyenler de eşlik ettiler. 


Enyangeni. 
Fotoğraf: Zivanai Matangi

Kentridge’in performanları iki akşam da Gregory Maqoma ile Nhlanhla Mahlangu’nun koreografileriyle devam etti: “Requem Request” (Ağıt Arzusu) ve “Enyangeni” (Yükselen). İki yapıt da Zulu folklörünün gerek müzikal gerekse koreografik öğelerini içeriyordu, ancak çağdaş bir anlayışla sahneye konmuşlardı. 

Philippe Quesne ve eğlence parkları
Bu sene festivale Leh usta Krystian Lupa ve kariyerini Almanya’da sürdüren Amerikalı koreograf Richard Siegal gibi, geç de olsa ilk defa davet edilen bir diğer sanatçı Fransız tiyatro yönetmeni Philippe Quesne idi. Vivarium Studio isimli disiplinlerarası işler üreten topluluğun kurucusu ve aslen sahne tasarımcısı olan Quesne 2014 yılından beri Fransa’nın ödenekli tiyatro kurumlarından Theatre Nanterre-Amandiers’in de başında. 


Fotoğraf: Martin Argyroglo

Quesne’nin festivalde sunduğu en yeni işi “Crash Park - La vie d’une ile” (Kaza Parkı - Bir Adanın Hayatı) bir uçak kazasından sonra denizin ortasında ıssız bir adaya ulaşan bir grup insanın başından geçenleri anlatıyordu. “Issız ada”, “sıfırdan başlamak” ve “ütopya” denince akla gelebilecek neredeyse bütün klasik ve popüler edebi ve felsefi referanslar gösteri sırasında bir şekilde anıldı. Ancak Quesne ilginç bir şekilde, yapıtının gidişatını bunların hiçbirinin herhangi sıradan bir seyircide uyandıracağı çağrışımlarla örtüştürmemişti. Kazazedeler ne “Sineklerin Tanrısı”nda olduğu gibi iktidar savaşına girip birbirlerini katlettiler, ne “Robinson Crusoe” gibi ölüm kalım savaşı verdiler, ne de “Lost”ta olduğu gibi hayatta kalmak için çözümler ürettiler. “Crash Park” “Mavi Göl”de olduğu gibi cinsellik veya erotizm de içermedi. Sanki bir grup naif insan bir süreliğine bir eğlence parkına bırakılmışlar ve orada dertsiz tasasız eğlenerek zaman geçiriyorlardı. Gösteri her ne kadar insanlığın tarih boyunca (evet, yapıt çok usta ve basit bir-iki trükle çağlar arasında dolaşıyor) dünya üzerinde ayak bastığı her yeri her anlamda (ticari, ekolojik, sosyolojik) kirletmesi üzerine düşünmemizi sağlasa da, insankızı ve -oğlunun kendi psikolojisi ve hayatta kalma içgüdüsü söz konusu olduğunda Quesne’nin bakışı müthiş iyimser ve safiyane şekilde ütopikti. Quesne’nin sahne estetiği ise tam da öykündüğü B-tipi Hollywood macera filmleri ve eğlence parkları gibi yapay ve çapaklıydı. 
Quesne “Crash Park”la, herhangi bir kalburüstü gösteri veya konseri daha ilk selamda ayağa kalkarak alkışlayacak kadar geniş gönüllü Hollanda seyircisini bile ikna edemedi maalesef, hatta şaşırtıcı şekilde, gösteri bitmeden salonu terk edenler azımsanmayacak miktardaydı.


Heidi & Rolf Abderhalden ve Kolombiya tarihi
Kolombiyalı Mapa Teatro “Los Incontados - Un Triptico” (Göz Önüne Alınmamışlar – Bir Üçleme) adlı yapıtı, topluluğun daha önce üç ayrı akşamda sahneleği üç işin yoğunlaştırılmış olarak biraraya getirilmiş versiyonuydu. Bu gösteri ile Mapa Teatro, Kolombiya’nın 1960’lardan günümüze sol gerilla, sağ paramiliter ve askeri güçlerinin kanlı iktidar savaşına sahne olan politik tarihini; mekanı, objeleri, kayıtlı ve canlı icra edilen müzikleri, belgesel film görüntülerini ve sesleri kullanarak, karnavalesk bir happening estetiğinde ve 55 dakika gibi kısa bir sürede ama oldukça yoğun (seyirciyi adeta görsel ve işitsel bir bombardımana maruz bırakacak) şekilde sundu. 


Fotoğraf: Mauricio Esguerra

Gösteri süreci boyunca Kolombiya tarihinden farklı zamanlar üst üste çakıştıkça, perde açıldığında 60’lardan kalma bir oturma odasını tarif eden sahne alanı, geriye doğru katman katman açılarak önce 80’lerden bir parti-karnaval mekanını, son olarak da bir jungle’ı görünür kıldı. Sadece görünür kılmakla yetinilmedi, zamanların üst üste bindirilmesi gibi bu üç mekan gösterinin son çeyreğinde iç içe de geçirildi. “Her eğlencede bir düşman saklıdır” diyen Kolombiya özdeyişinin izinden giden, Mapa Teatro’nun kurucuları Kolombiya-İsviçre asıllı Heidi ve Rolf Abderhalden kardeşler bizlere zamanların, mekanların, karnavalın, devrimin ve şiddetin sınırlarının belirsizleştiği bir gösteri sundular. Ne yazık ki sahnedeki yüksek ve enerjik duygu, sahne ile seyirci arasına yerleştirilmiş cam yüzeyden dolayı olsa gerek, seyirci kısmına aynı etkiyle geçirilemedi kanımca.

Anne Teresa de Keersmaeker ve Brandenburg’lar
Dünya çağdaş dans dünyasının tartışmasız kraliçesi Anne Teresa de Keersmaeker, Eylül 2018’de prömiyer yapmış en yeni yapıtı “The Six Brandenburg Concertos” (Altı Brandenburg Konçertosu) ile festivaldeydi.“The Six Brandenburg Concertos”; klasik, modern ve çağdaş bestelerden pop ve rocka, yapıtlarında müziği yapısal, biçimsel ve dramaturjik açılardan ustaca çözümleyerek harekete tercüme eden Keersmaeker’in, sadece barok müziğin değil genel olarak müziğin ustası Bach’la beşinci buluşmasıydı.


Fotoğraf: Anne van Aerschot

Dönem çalgıları kullanan 18 kişilik B’rock Orchestra’nın canlı icrası ve Keersmaeker’in kendi topluluğu Rosas’tan 17 kişilik dansçı ekiple görkemli bir kadrosu olan yapıt, Bach’ın kristalize olduğu kadar sürprizlere açık müziğini bütün müzikal ve dramaturjik nüanslarıyla sahneye taşıdı. Aynı Bach’ın, Brandenburg Konçertoları’yla sanatının bütün hünerlerini gösterdiği ve mükemmelliğe ulaştırdığı müziği gibi, Keersmaeker’in bu yapıtı da onun şimdiye kadar kullandığı bütün koreografik araçların birarada izlenebildiği, sanatsal birikiminin doruk noktası niteliğindeydi. Şöyle ki, “The Six Brandenburg Concertos” onun “My walking is my dancing” (Yürüyüşüm dansımdır) düsturundan, hareket vokabüleri olarak ani durmalar, ters yöne ani gerilmeler, dönüşler, akıcı kıvrılmalar ve sıçramalara, kalabalık dansçı grubunun gerek ileri geri çizgisel, gerekse farklı yörüngelerde dairesel hareketleriyle boş ve geniş sahne mekanını kullanımından, tasarım olarak duo, trio ve quartet danslarından ziyade herkesin, hareket ederken birbirini etkilese de birbirine değmediği solo danslara, Keersmaeker’in bütün alamet-i farikalarını içeriyordu. Dolayısıyla, Bach’ın ilahi müziği ile Keersmaeker’in soyut, yalın ama etkili koreografisi birleşmiş ve ortaya iki saatlik bir başyapıt çıkmış.

Karlheinz Stockhausen ve “LICHT”
Bu yılki Hollanda Festivali’nin iddialı projesi, 20. yüzyılın en avant-garde bestecisi Karlheinz Stockhausen’in 29 saatlik yapıtı “LICHT” (IŞIK) opera dizisinden seçilmiş 16 saatlik “aus LICHT” idi. 


Stockhausen. 
Fotoğraf © Stockhausen-Stiftung für Musik, Kürten

Elektronik ve elektro-akustik müzik besteleriyle Miles Davis’ten Beatles’a, Herbie Hancock’tan Pink Floyd’a, David Bowie’den Björk’e bir kaç nesil caz, pop ve rock müzisyenine ilham kaynağı olan çağdaş müzik ustası Stockhausen elektro müzik alanında bir çok deneme yaparak kendi müzikal dilini geliştiren, ve bu sayede kendini klasik müziğin geleneklerinden kopartarak özgürleştiren bir bestecidir; sadece elektro-akustik müzik besteleriyle değil, önce müziği sonra da müzisyenleri konser salonunun içinde dolaştıran denemeleriyle de konvansiyonel anlamda sesin statik olarak sahneden (veya tek bir merkezden) çıkmasına alternatifler üretmiş, özellikle operalarında bunu yaparken sadece şancıların değil çalgıcıların, örneğin trompetçilerin veya flütçülerin de aynı birer oyuncu gibi hareket halinde ve tiyatral olarak belirli karakterleri canlandırmasını öngörmüştür. 
Stockhausen, 1977-2003 tarihleri arasında bestelediği ve başlıklarını haftanın günlerinden alan yedi operadan oluşan “LICHT” ile sadece bir operanın bestecisi değil, sıfırdan bütün bir evrenin, bir mitin yaratıcısıdır. Stockhausen, birbirini takip eden bir anlatı çizgisi içermeyen dizide genel olarak üç karakterin, Michael, Lucifer (Şeytan) ve Eva (Havva)’nın, birbirleriyle ilişkileri üzerinden iyilik ve kötülük kavramlarını tartışır. Gerek diziyi oluşturan operalar, gerekse de operaların perdeleri birbirlerinden bağımsız olarak seçilip biraraya getirilerek veya tekil olarak sahnelenebilirler; opera dizisinin bütünü de şimdiye kadar sahnelen(e)memiştir.

Amsterdam’da eski gazhane yapılarından dönüştürülmüş Westerpark içindeki gaz silosu Gashouder’da, üç gece süren bir dizi şekilde tasarlanan ve üç kere tekrarlanan “aus LICHT” festivalin Hollanda Ulusal Operası (De Nationale Opera), Lahey Kraliyet Konservatuvarı (Koninklijk Conservatorium Den Haag) ve Stockhausen Müzik Vakfı (Stockhausen – Stiftung für Musik, Kürten) ile ortak prodüksiyonuydu. Yönetmen koltuğunda, 2018’e kadar 30 yıl Hollanda Ulusal Operası’nın genel sanat yönetmeni olan Pierre Audi oturuyordu. 


Pierre Audi. 
Fotoğraf: Sarah Wong

Audi’nin bu yapımdaki rejisi için “sahnelemek”, “sahneye koymak” tabirlerinden ziyade “mekanlaştırmak” gibi bir kelime kullanmak daha yerinde olur kanımca. Çünkü Audi; gerek Stockhausen’in elektro-akustik dünyasına uygun endüstriyel estetiğiyle, gerek Stockhausen’in evrenini kapsayan dairesel planı ve kubbesiyle, gerekse de her bölümde farklı seyirci-sahne imkanları sağlayan mekansal esnekliğiyle Gashouder’in imkanlarını sonuna kadar kullandı; özellikle dizinin 10’ar saat süren ikinci ve üçüncü bölümlerde mekanı her perdede farklı şekillerde düzenleyerek, seyircinin her seferinde farklı bir deneyim yaşamasını sağladı. Bütün bu düzenlemeler sayesinde seyirci her an müziğin içinde yer aldı ve bir operayı seyretmek veya bir müziği dinlemekten çok, bütünsel bir operatik deneyimin parçası haline geldi. 


aus LICHT - HELICOPTER-STREICHQUARTET 
Fotoğraf: Ruth & Martin Walz

aus LICHT“in doruk noktası, aynı zamanda Stockhausen’in efsanevi yapıtlarından biri ve bu opera dizisinin “MITTWOCH” (ÇARŞAMBA) bölümünün bir parçası olan “HELICOPTER-STREICHQUARTET” (HELIKOPTER YAYLI ÇALGILAR DÖRTLÜSÜ) idi. 20’li yaşlarındaki dörtkadın müzisyenden kurulu Pelargos Quartet, seyircilerin Gashouder’daki dört devasa ekrandan canlı takip ettikleri yayında; ayrı ayrı birer helikoptere bindiler ve birbirlerini duymayarak ama senkronize bir şekilde, yaklaşık 18 dakika süren yapıtı havada icra ettiler. Böylece, “Arkasında felsefi bir düşünce yok, rüyamızda hep havalandığımızı, uçtuğumuzu görürüz, ben de rüyamda böyle şeyler görürüm ve ayrıca müzik havada uçuşan bir şeydir, ben de müzisyenlerin ayağını yerden kesip müziğin birebir havada olmasını istedim” diyen Stockhausen’in rüyası bir kere daha gerçekleştirilmiş oldu.

Üç güne yayılan toplam 25 saatlik sürede 16 saatlik müziğin sunulduğu “aus LICHT”; müziğin, mekanın, ışığın, videonun, kostümlerin, makyajın ve koreografinin birleştiği tam bir Wagneryen gesamtkunstwerk’ti. “aus LICHT” sadece 72. Hollanda Festivali’nin değil çağdaş müzik tarihinin sayfalarına, seyircilere yaşatılan olağanüstü bir deneyim olarak altın harflerle yazıldı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder