foto: engin iriz
mihran tomasyan zemini kaplayan beyaz kağıt şeritleri bantla birbirlerine tutturduktan sonra, üzerlerine birazdan seyredeceğimizin "bir dağ hikayesi" olduğunu yazdığında, aklıma ilk ararat/ağrı geldi. keşke yazmasaydı diye geçti içimden. meğer onlar da, yani mihran tomasyan ile saro usta, yani bu gösterinin yaratıcıları, çok tartışmışlar, yazsak mı yazmasak mı diye, en sonunda bu gösterinin onlar için çıkış noktası ve anlamı dağ olduğu için yazmaya karar vermişler. neyse ki seyredenleri çok bağlamamış o yazı; sınava hazırlanan bir öğrencinin kağıtların yırtılıyor olmasına odaklandığı gibi, işin bütününü küresel ısınmaya ağıt şeklinde yorumlayan da olmuş, benim seyrettiğim akşam "dağ" kelimesini fark etmediği için, gösteriyi bütünüyle hayvanlar üzerine bir mesel olarak okuyan da vardı.
ancak az çok herkesin üzerinde uzlaştığı, sahnedeki kağıttan dağın ve kağıdın sonrasındaki durumlarının insanın hayatındaki yükleri, bagajı olduğuydu. zaten "dağ"ın bu coğrafyadaki anlamlarından biri dert, yük değil mi. boşuna "derdim var dağlar gibi" demiyor sadettin kaynak.
ben o bembeyaz kağıt yüzeyin dönüştüğü dağı ararat/ağrı dağı'na yordum ya, o bembeyaz kağıt yüzeyini de bu coğrafyanın yerlilerine. tabii sonrasında dağın/kağıdın ısrarla sıkıştırılması, üzerine bastırılması ve paramparça olması "büyük felaket"i çağrıştırdı bana. tarümar olmuş kağıtlardan bir parçanın kuş misali yükselip uçmaya başlaması, herkes gibi bana da umut verdi. benim için hrant dink'ti o küçük buruşuk beyaz kağıt parçası. kuşlar ikilendiğinde, tamam dedim, hrant rakel'iyle karşılaştı, buluştu. iki kağıt parçası bir süre cilveleşti, oynaştı. ve sonra, malum, güvercin tedirginliğiyle titredi o kağıt ve yitti. siyah kocaman naylon bir poşet bütün o darmadağın olmuş buruşuk kağıtları içine aldı, zorla sokularak, sıkıştırılarak, bastırılarak. o siyah poşetin içinde ermeniler de vardı benim için, 5-6 eylül olayları da, uğur mumcu da, onat kutlar da, abdi ipekçi de. biçimsel olarak sanki miyazaki'nin bir animasyonundan kaçmış havada kontrolsüzce uçuşan, sonra da bütün iyilikleri yedikten sonra patlayacakmış gibi şişip zemine oturan, tarihsel olaraksa 100 yılı aşkın zamandır bu coğrafyada hüküm süren kötülük imgesi o siyah poşet neyse ki, yine mihran tomasyan tarafından gözlerimizin içine baka baka (mihran'ın gözlerinin o anda bizlerle iletişim kuran bakışını sanırım uzun süre unutamayacağım) her bir yerinden küçük yırtıklarla parçalandı. o yırtıkların birinden yine küçük bir beyaz kağıt çıktı. o kağıt yine umut oldu, mendil oldu, hep birlikte çekilen halayın imgesine dönüştü. keşke o son umut dolu "kalabalık" dans sahnesi eğlenceli bir halayla değil de, vakur bir folklor ile betimlenseydi. halay bence o kadar acıyı, yükü, derdi, uğraşı, didinmeyi çok hafifletti.
yalın ve tek malzeme olarak kağıt, kağıdın peyzajı, kağıdın sesi (konsept ve uygulama: mihran tomasyan & saro usta), her bir sekansı ayrı ayrı tanımlayan ve hiç biri bir önceki spotu kullanmayan, atmosferik -ve son yıllarda türkiye'de izlediğim en şahane- ışık tasarımı (cem yılmazer), canlı yapılan seslerden ve kayıtlı müziklerin karşımından oluşan ses dünyası (saro usta) ve bütünüyle doğaçlamadan oluşan hareket tasarımı (mihran tomasyan).
çıplak ayaklar kumpanyası'nın "sar"ı her anlamda tatmin edici, etkileyici, sarsıcı!
denk geldiğinizde kaçırmayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder