1 Aralık 2017 Cuma

bir duvarın iki yüzündeki yalnızlıklar: wajdi mouawad'dan "seuls"




duvar
karşımızda bir duvar yüzeyi; ona dayalı bir yatak, yanda masa üzerinde koliler, yerde çevirmeli bir telefon. bize göre sağdan, duvarın arkasından bir adam girer; üzerinde siyah bir boxer şort dışında hiç bir şey yoktur. söylediklerinden bir tez savunmasına hazırlandığını anlarız; jüri üyeleri bizlermiş gibi bize dönük anlatır, zaten salonun ışıkları da yanıktır. adamın konuşması ilerledikçe salonun ışıkları söner, dinleyici rolünden seyirci rolüne geçmiş oluruz böylece.

duvarın üzerinde bir pencere vardır; adam ara sıra pencerenin jaluzisini aralayıp dışarı bakar. bunu oyunun ilerleyen sahnelerinde de ara sıra yapacaktır. oyun boyunca pencere kendi dışında başka bir çok işleve ve mekana bürünür. pencere sadece duvarda açılan bir delik değildir; bazen iç ile dış, yaşam ile ölüm arasında bir bağlantıdır, bazense bir ara-yer, araftır. ev bir bedense pencere de gözüdür o bedenin, evin dışarı bakan gözüdür. oyun sonunda adam kör olduğunda pencere de artık duvara dönüşür.

adam yalnızdır; sevgilisi onu terk ettiği, evden attığı için daha yeni taşınmıştır bu daireye. çoçukken ise doğduğu ülkedeki savaş yüzünden ailesiyle taşınmıştır bu ülkeye. doğduğu ülke güneşli ve sıcaktır, burası ise karlı ve soğuk. o sırada dışarda kar yağıyordur zaten, evden çıkarken sıkıca giyinir adam, evin içindeki çıplaklığının karşıtına dönüşür dışarda.
o tek duvar yüzeyi adamı dış dünyadan ayırır, sınırlar, ısıtır. dışarısı soğuktur, sıcak evlerimiz ise bedenlerimiz gibidir; oralarda yalnız da olsak güvende hissederiz kendimizi, o yüzden de çıplaktır belki orada adam; bedeniyle, kendiyle barışıktır; seyredeni yoktur, rahat ve güvendedir. halbuki o adamı bir tiyatro salonu dolusu insan seyretmektedir.



hikaye
wajdi mouawad'ın yazdığı seuls (yalnız) savaş yüzünden lübnan'dan kanada'ya göç etmiş bir ailenin küçük erkek çocuğu harwan'ın hikayesini anlatır. kız arkadaşından ayrılmış ve tek başına bir eve çıkmış olan harwan'ın, bitirmesi gereken bir tez vardır. tez, dünyaca ünlü, quebec'li tiyatrocu robert lepage hakkındadır. harwan tez danışmanından aldığı bir haberden dolayı, tezini bir an önce bitirebilmek için lepage ile yapması gereken söyleşinin tarihini öne alır; bu amaçla st. petersburg'a gidecektir. ve bu yüzden de her pazar babası ve ablası ile yedikleri yemeği iptal etmek zorunda kalır; telefonda babasıyla tartışırlar. harwan pasaport ve vize için vesikalık fotoğraf çektirmek amacıyla, -yurtdışında çok bulunan- fotoğraf kabinlerinden birine girer.

seuls (yalnız) -tahmin edileceği üzere- gerçeklerden esinlenen bir hikayeye sahip. oyunun yazarı -ve 23-25 kasım 2017 tarihlerinde 21. istanbul tiyatro festivali'ne konuk olan paris la colline - theatre national yapımının yönetmeni ve tek oyuncusu- olan wajdi mouawad kanada'ya göçmüş bir lübnanlı, ve gerçek hayatta yazmış olduğu tez de robert lepage hakkında. dolayısıyla robert lepage da kurgu bir kişilik değil, gerçek; gerçek olmasının ötesinde, günümüz tiyatrosunu etkileyen önemli tiyatro insanlarından biri. [hayıflanma hatırlatması: 2016 yılındaki 20. istanbul tiyatro festivali'nin programında yer alıp biletleri satılmış olan, lepage'ın yazdığı ve yönettiği needles & opium, topluluk terör olaylarından dolayı son anda gelmekten vazgeçmeseydi, istanbul seyircisi tarafından izlenebilecekti.]



sır
oyunun son virajına girildiğinde, yani bitmesine yaklaşık 40 dakika kala metin/mizansen seyirciye açık eder ki; harwan vesikalık fotoğrafını çekmek için kabine girdiğinde, patlayan flaş yüzünden bilişsel bir kaza geçirmiş ve komaya girmiştir.
seyirci olarak; bir yandan şimdiki zamanda oyunu izlemeye devam ederken bir yandan da zihnimiz geriye giderek, oyundaki tersyüz olma durumunun, başka deyişle oyunun "sırrı"nın, ipuçlarını hatırlamaya/yakalamaya ve anlamlandırmaya başlar. örneğin; kablosu prize takılı olmamasına rağmen çalan telefon, veya adamın kanada'daki evinin telefon numarası ile st. petersburg'daki bir telefon numarasının aynı olması gibi gariplikler artık yerli yerine oturur. hele de adamın, oyunun o anlarında komada olduğunu zannettiğimiz babasıyla yaptığı konuşmanın aslında adamın iç hesaplaşması olduğunu, ve o sırada onun babasına tekrarladığı bazı sözlerin aslında komada olan ona babası ve ablası tarafından söyleniyor olduğunu fark etmemiz oyunun doruk noktasıdır.
geriye dönük düşündükçe taşlar yerine oturur, sadece metne dair değil, mizansene dair kararlar da anlam kazanır; mesela babayla konuşmada mouawad'ın oyunculuğunu (jestlerini, vurgularını, mimiklerini) gereksizce aşırı bulmuşken, aslında bunların komadaki birisinin iç hesaplaşması olduğunu öğrenmek, o aşırılıklara birden anlam katar.


yapı
tiyatro oyunları/yapımları içinde en zoru hiç kuşkusuz tek kişilik olanlarıdır; hikayeyi kurmak ve tek kişi üzerinden anlatmak, bunu yaparken zorlama ve tozlu mizansen trüklerine başvurmaktan kaçınmak, örneğin karakteri karşısında biri varmış gibi konuşturmadan hikayenin gelişimini sağlamak zordur. mouawad bu durumu ustaca fikirlerle çözmüş; hikayenin başlangıcını tez savunma provasıyla sağlıyor, gelişim yapısını ise telefon konuşmaları fikri üzerine kuruyor. ders gibi bir strüktür bence.
mouawad'ın mizansen seçimleri de, metnin yapısı kadar isabetli. mesela; babayla konuşma sahnesi ne kadar abartılıysa, oyunun sonunda çok uzun (yaklaşık yarım saat) süren boyama sahnesi de o kadar abartılı; tek fark, mouawad ilkinde sözü kullanırken ikincisinde rengi kullanıyor. ayrıca; aşırılık ve çoşku üzerine kurulu bu iki sahne, oyunun ilk yarım saatinin sakin atmosferini de dengeliyor.



esin
seuls (yalnız)'ın bana göre en ilginç özelliği referanslarının hiç birini saklamıyor oluşu. mouawad oyunda kullandığı bütün öğeleri seyirciye teker teker sunuyor ve seyirciden bunlar arasında bağlantı kurmasını bekliyor.
robert lepage'ın etkisi; lepage'ın birebir oyunun metninde ve ses bandında yer almasının yanısıra, hem hikaye kurgulama biçiminde hissediliyor hem mizansen mantığında, hem video projeksiyonla yapılan ilüzyonlarda hem de sahne mekanının kullanımında. mouawad sahne mekanını tek bir yer ve zamanla sabitlemeden kullanma konusunda lepage kadar yaratıcı değil, ancak ustasının marifetlerini içselleştirmiş bir çırak olduğu yadsınamaz. mouawad lepage'dan daha edebi bir yerden yaklaşıyor sahne üretimine, güçlü olduğu taraf da orası zaten. yine de, özellikle hikayenin tersyüzünden sonra sahne mekanını kullanma konusunda boyutu (hem birebir fiziki hem de duygusal anlamda) ustaca genişletiyor mouawad: harwan hiç mekan değiştirmeden, evinin iç mekanı iç benliğinin mekanına dönüşüyor.

harwan yer değiştirmemiş, hala oyunun başında konuştuğu, hareket ettiği alandadır ancak duvardaki pencere artık başka bir mekana, mesela dışarıya açılmıyordur. duvar sadece sınırlamaz harwan'ı; bir yandan hapsederken, bir yandan da zihnin enginliğine geçit veren kapı olur, katman katman açılır, şeffaflaşır. duvar artık komadaki bir insanın içerden dışarıya bakışını görselleştirmeye yaramaktadır; mouawad duvarı mekana tercüme eder ve bunu hiç de girift olmayan, çok basit fikirlerle yapar, ama basit fikirler müthiş görsel bir etki yaratır sahnede. karakterin aynı anda hem iç dünyasını hem de o dünyadan hastane odasına bakışını gösterir bize.
harwan anılarında en mutlu olduğu yere dönmüştür, bulunduğu mekanı o yere dönüştürür. çünkü hafızamız, anılarımız vardır ve onlar sıcak tutar bizi. benliğimizin derinlerine, geçmişe gittikçe huzur buluruz, hele de vatanımızdan uzakta, bambaşka bir ülkedeysek, adımızı söylediğimizde karşı taraf anlamadığı için bir kaç kere tekrarlamamız gereken bir ülkede.
harwan beş yaşına kadar konuşmadığı, sessiz kaldığı çocukluğundaki dünyasına geri döner; o dönemde yaptığı resimlerin, boyaların, renklerin dünyasına. entelektüel bagajlı seyirciler hemen jackson pollock referansını yapıştırırlar, ben de yves klein'ı ekliyim. özgür seyirci ise; çocukluğa dönmüş bir adamın boyalarla oynaması diye yorumlar bu uzun sahneyi, sıkılmaz, bir sekans önceki uzun monologu zamanın lastik gibi uzadığı bu boyama seansında sindirebilir ancak.

mouawad, sadece gerçek hayatta da öğrencisi olmuş olduğu robert lepage'ı değil, oyunda kullandığı her türlü öğenin kavramsal arkaplanını kuran referansları seyirciyle paylaşır.
örneğin; harwan evde yokken telefonuna bırakılan bir mesajdan öğrenmemizin sağlandığı üzere, harwan'ın ısmarladığı ve kitapçıya geldiği belirtilen -adını hatırlamadığım bir yazar ait- "pencere" isimli kitap yoluyla biz seyirciler için duvardaki pencerenin anlamı çoğalır.
luka incili'ndeki "müsrif oğul" meseli ve rembrandt'ın bu meseli resmeden "savurgan oğlunu dönüşü" tablosu da yine oyunun hem metninin içine yedirilmiş hem de mizanseninin. harwan çoçukluğuna döndüğü uzun boyama seansı sırasında önce rembrandt'ın -sahneye (duvarda önceleri pencerenin, şimdi ise beyaz bir duvarın bulunduğu alana) projeksiyonla yansıtılan- tablosunda babasının önünde diz çökmüş oğulun pozisyonuna girer, bir süre sonra ise bu sefer babanın yerine geçer. sonda ise tablo silinir, harwan kalır geride; başı dışarda, bedeninin geri kalanı beyaz duvarın içinde kaybolmuş bir şekilde.
harwan; oyun boyunca gerek onun gerekse de projeksiyonlu alter ego'sunun aralayıp diğer tarafa bakmasına yarayan pencere ile, sonda ise duvar ve tablo ile imlenen "araf"ta kalmayı mı, yoksa gözlerini kaybetmiş de olsa dünyaya geri dönmeyi mi seçmiştir, belirsiz kalır; harwan sadece tebessüm ediyordur..


tanıklık
seuls (yalnız) bir erkek hikayesi anlatır; orta yaşta, yalnız ve göçmen bir erkeğin babasıyla ilişkisini, hesaplaşmasını, kendini keşfetmesi ve baba figürüyle barışmasını. bu keşfi ve barışmayı ancak komadayken iç benliğinde yapabilen bir erkeğin hikayesidir bu..

günümüzün önemli tiyatro yazarlarından wajdi mouawad’ı kendi oyununu yönetirken ve bizzat oynarken sahnede izlemek, hiç kuşkusuz ki unutulmayacak anlardan biri olarak iksv istanbul tiyatro festivali tarihine geçti. 21. festival kesinlikle mouawad’ı seyrettiğimiz yıl olarak hatırlanacak! kişisel olarak ise; metinlerinin yapısına ve anlattığı hikayelere hayran olduğum bir sanatçıyı iki saat boyunca kendi cümlelerini yorumlarken tek başına sahnede izlemek sanki bir rüyaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder