[Bu metin Atatürk Üniversitesi İletişim ve Açıköğretim fakültelerinin 7-8 Mayıs 2015 tarihinde Erzurum'da düzenlediği 1. Uluslararası Oyun ve Oyuncak Kongresi'nde bildiri olarak verilmiş ve kongrenin bildiriler kitabında tam metin olarak yayınlanmıştır.
Özel, Mehmet Kerem (2015) "Beyaz Küpün İçinde Oyuncu-Seyirci-Mekân İlişkileri: "Sorunlu İnsan Kaynağı" Adlı Yapım Üzerinden Bir Okuma Denemesi", Uluslararası Oyunu ve Oyuncak Kongresi Bildiriler Kitabı, International Play and Toy Congress Proceedings Book, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Orka Ofset, Kayseri, ss.847-855]
Özel, Mehmet Kerem (2015) "Beyaz Küpün İçinde Oyuncu-Seyirci-Mekân İlişkileri: "Sorunlu İnsan Kaynağı" Adlı Yapım Üzerinden Bir Okuma Denemesi", Uluslararası Oyunu ve Oyuncak Kongresi Bildiriler Kitabı, International Play and Toy Congress Proceedings Book, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Orka Ofset, Kayseri, ss.847-855]
1. Giriş
Erika
Fischer-Lichte (2008:43) sahne sanatlarını genel bir bakışla ele alarak, insanların
her türlü biraraya gelmesinin her zaman bir sosyal durum yarattığını belirtir. Gay
McAuley (2000: 5) ise tiyatroyu “sahne üzerinde olduğu kadar oditoryumda da
cereyan eden ve temel imleyenleri fiziksel ve hatta mekânsal olan sosyal bir
olay” olarak tanımlar ve özgünlüğünün, verili bir mekânda performansçılar ile
seyirciler arasındaki etkileşimden kaynaklandığını vurgular. 20. yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren Antonin Artaud, Max Reinhardt, Vsevolod Meyerhold gibi
sanatçılar tarafından sorgulanmaya başlanan oyuncu-seyirci ilişkisi özellikle
1960’lı yılların ikinci yarısından sonra büyük bir ivme kazanır. Jerzy Grotowski’nin
tiyatro laboratuvarı, Eugenio Barba’nın tiyatro antropolojisi, Richard
Schechner’in çevresel (environmental)
tiyatro araştırmalarının yanısıra 1970’lerin başından itibaren performans
sanatının da ortaya çıkışıyla birlikte sahne sanatlarının her alanında oyuncu-seyirci
ilişkileri bütünüyle yeniden tanımlanmaya çalışılır. Bu denemelerde kritik noktalardan
biri mekândır. Bertolt Brecht geleneksel çerçeve sahnede bu ilişkiyi
sorgularken, Artaud tiyatronun çerçeve sahneden kurtulması için hangarları
işaret eder (Ranciere, 2010). Yaklaşık yarım yüzyıl sonra Artaud’nun izinden
giden Ariane Mnouchkine, Grotowski, Schechner gibi sanatçılar geleneksel
olmayan tiyatro sahnelerini oluşturmak amacıyla mevcut binaları kullanmaya
başlarlar. Öyle ki, özellikle oyuncu-seyirci ilişkisini sorgulayan sanatçılar
strateji olarak geleneksel tiyatro binalarını red edip, gösterimler için sosyal
olarak entegre olunabilecek yerleri seçmeyi tercih ederler (Lichte, 2008: 53). Kentsel
veya bina ölçeğindeki kamusal mekânlar da 1968 olayları sırasında ve takip eden
1970’li yıllardan itibaren, özellikle son 30 yılda artan bir şekilde tiyatro
gösterimleri için kullanılır hale gelmiştir.
Mekânı sosyal
morfoloji olarak ele alan Henri Lefebvre (1991: 93-94), mekânın yaşanan deneyimle anlam kazandığını belirtir. Anne Ubersfeld (1977),
Lefebvre’in yaklaşımını benimseyerek, mekânın tiyatral sunumunun mutlaka sosyopolitik
bir yoruma sahip olduğunu vurgular. Ubersfeld mekânın
tiyatroda yerine getirdiği işlevleri beş başlık altında sınıflandırır: sahne
mekânı (espace scénique), sahne yeri
(lieu scénique), tiyatral mekân (espace théatral), tiyatral yer (lieu théatral) ve dramatik mekân (espace dramatique). Sahne mekânı oyun
oynanan alanı, dramatik mekân metinden yola çıkılarak tanımlanan mekânları,
tiyatral mekân ise tiyatroya dair bütün mekânsal organizasyonları ve işlevleri
içinde barındıran bütüncül ve soyut bir kavramı tarif ederken; sahne yeri ve
tiyatral yer başlıkları, tiyatroda mekâna içkin olan toplumsal arkaplanı kapsar.
Sahne yeri, oyunun geçtiği kurmaca yer ile birlikte, verili bir toplum içindeki
belirli bir topluluğun deneyimlediği sosyal mekânın başlıca özelliklerinin topolojik
değişimini içerir (Ubersfeld, 1977: 154). Tiyatral yer ise; hem kentsel bağlam
içindeki tiyatro yapısını hem de bu yapının karakteristik olarak içerdiği -oditoryumun
fiziksel şekline ve sosyal organizasyonun şekline bağlı olan ilişkilere göre
oyuncular ile seyircileri biraraya getiren- bölünmüş mekânı kapsamasından
dolayı mekânın fizikalitesiyle yakından ilişkili olduğu kadar, sosyal
organizasyonun şekline de bağlıdır (Ubersfeld, 1977: 142). Tiyatral yerde
cereyan eden oyuncu-seyirci ilişkisinin çeşitli durumları ise sahne tipi
üzerinden tanımlanabilir. Bunlar meydan sahne, açık sahne, çerçeve sahne
(Athanasopulos 2006), podyum (profil) sahne, yüzük sahne (Köksal 1994) ve hacim
sahnedir (Kuruyazıcı, 2003). Sahne tipi aynı zamanda, tiyatral yerde sahne mekânının, yani oyun alanının nasıl
kurulduğunu da belirler. Sıfırdan tiyatro amaçlı olarak
inşa edilmiş bina kadar, mevcut mekân da özel,
yarı-kamusal veya kamusal oluşuyla gerek oyuncular için üretim sürecinde,
gerekse de seyirciler için alımlama sürecinde çeşitli anlam yaratma ve yorum
yapma olanakları sunar. Mevcut bir mekânın tiyatro gösterimi için kullanımının
getirdiği en büyük özgürlük oyuncu-seyirci ilişkisinin, alışılageldik sahne
tiplerine bağlı kalmadan, sıfırdan tekrar kurulabilme imkânıdır (Fischer-Lichte,
2008: 110). Mevcut mekânın; içerdiği işlevin gerektirdiği fiziki koşullar ve, geçmişindeki
yaşanmışlıklardan dolayı yüklendiği sosyal ve toplumsal bellek (yeni inşa
edilmiş bir mekânsa belleği henüz oluşmamış da olabilir), o mekânda sunulan oyunun
sahneleme stratejisinde anlam yaratmak amacıyla kullanılabileceği gibi, göz
ardı da edilebilir.
Uluslararası tiyatro arenasında geleneksel
tiyatro binası dışında gerçekleştirilen tiyatro gösterimlerinin 19. yüzyılın son
çeyreğinden günümüze uzanan geçmişi, azımsanmayacak çeşitlilikte bir
oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi repertuvarı oluşturmuştur. Aynı şekilde, bu
yapımlar, kullandıkları mevcut ve/veya kamusal mekânların içerdikleri anlamsal,
işlevsel, sosyal veya fiziki potansiyelleri değerlendirmiştir ve her yeni yapım
bu potansiyelleri kullanmaya devam etmektedir. Batı tiyatrosunda son 30 yıldır
bu tarz yapımların olağanlaştığını rahatlıkla söylemek mümkündür. Türkiye’de ise mevcut mekânları, özellikle
de kamusal mekânları kullanan tiyatro yapımları enderdir. Bu açıdan, 2014-2015
tiyatro sezonunda mevcut bir kamusal mekânda sahnelenmekte olan “Sorunlu İnsan
Kaynağı” adlı yapım tekil örneklerden biridir. Oyunun sahnelendiği mevcut
kamusal mekânın, 20. yüzyıl boyunca bağlamsal anlamda büyük bir dönüşüm geçirmiş
olan “beyaz küp” tanımlı galeri/sergileme mekânı olması ise; oyunun anlam
katmanlarını zenginleştirmektedir.
Bu
bildiride “Sorunlu İnsan Kaynağı” örnek olarak ele alınacak; yapımın sahneleme
stratejisi geleneksel tiyatro binası dışındaki bir mevcut kamusal mekânda
oyuncu-seyirci-mekân ilişkilerini tanımlaması ve içinde sahnelendiği mevcut
kamusal mekânın beyaz küp olmasının getirdiği potansiyelleri kullanması bağlamlarında
çözümlenecektir.
2.
Oyun
“Sorunlu
İnsan Kaynağı” İstanbullu tiyatro topluluğu Altıdan Sonra
Tiyatro ile kamusal
alanda sahnelemeler üzerine yoğunlaşan ve Stuttgart’ta
yerleşik
olan Lokstoff!’un ortak yapımıdır. Oyunu Yaman
Ömer Erzurumlu yazmış ve Wilhelm Schneck ile birlikte yönetmiştir. Oyunun konusu
kısaca şöyledir: Uluslararası bir kuruluş olan RHR (Responsible Human Resource
/ Sorumlu İnsan Kaynağı) işsiz beyaz yakalıları davet ettiği bir toplantı düzenlemektedir
ve toplantı sonucunda katılımcılara global anlamda iş tekliflerinde bulunulacaktır.
En uygun teklifi yapabilmek için, katılımcıları doğru tanımak amacıyla toplantı
sırasında çocuk oyunları oynanır.
3.1.
Oyuncu-seyirci ilişkisi
Erika
Fischer-Lichte (2008: 41) seyircinin oyunun içine katıldığı sahneleme
stratejilerini birbirleriyle yakından ilişkili üç başlık altında inceler: 1- Oyuncu
ile seyircinin rollerini tersine çevirme, 2- Oyuncu ve seyircilerden bir
topluluk yaratma, 3- Yakınlık-uzaklık, kamusal-özel ya da görsel-dokunsal
ilişki arasındaki etkileşimi keşfetmeye yardımcı olacak çeşitli karşılıklı
fiziksel ilişki biçimleri tasarlama. “Sorunlu İnsan Kaynağı”nın sahneleme
stratejisi Lichte’nin saydığı üç ilişki tipini de kullanır. Öncelikle
geleneksel nesne-özne ilişkisini altüst ederek; seyircileri toplantının
katılımcıları olarak tanımlayarak ve oyunculardan üçünü seyircilerin arasına
yerleştirerek seyircileri oyuncularla birlikte ortak özneler haline getirir.
Böylece Richard Schechner’in (1973: 44) de savunduğu anlamda bütün katılımcılar
arasında demokratik bir ilişki oluşturulmuş olur.
Oyuna
bilet almış olan seyirci, RHR’nin toplantısına katılanları temsil eder;
dolayısıyla oyuncuya dönüşür. Galeri mekânının kapısından girildiğinde, bilet
kontrol noktasında her seyircinin adı yapışkanlı bir karta yazılıp yakasına
yapıştırılır. Mavi takım elbiseli bir adam her gelen seyircinin elini sıkar ve
selamlar. Seyirci oyunun başlamasını beklerken sergiyi gezerek, telefonuyla
konuşarak veya sadece oturarak zaman geçirir. Bu sırada seyircinin arasına karışmış
oyuncu da katılımcı rolü yaparak mekânda oyalamaktadır. Oyun saati gelip de,
mekana giriş tamamlanınca, mavi takım elbiseli adam seyirciye hitap etmeye
başlar. Önce kendini tanıtır, adı James’tir; neden orada, bir galeri mekânında
toplanıldığını, nasıl bir kuruluşta çalıştığını, kuruluşun amaçlarını ve bu
toplantıda neler yapılacağını anlatır. Bu sırada bazı gündelik sorular sorar; soruları,
yakalarındaki isimleri okuyarak direkt seyirciye yöneltir. Böylece seyirci,
oyunun hikayesinin bir parçası olan katılımcı olarak tanımlanmış olur. Seyirciler
arasından bir kadın, toplantı başlamadan son bir kere lavaboya gitmek
istediğini söyler; James yolu tarif eder; dördüncü kattadır, asansörle çıkması
gerekmektedir. Kadın mekândan ayrılınca James konuşmaya devam eder, bu arada
başka bir seyirci, bu sefer Can isimli bir adam, James’in sözlerini keserek
yorumlarda bulunur. Seyirciden bazıları da James ile adam arasındaki konuşmaya
katılır. Bu sırada mekâna dış kapıdan bir kişi girer; geç kalmıştır, geçerken
güvenlik cihazı öter, kıyafetlerini teker teker çıkararak tekrar tekrar
cihazdan geçer. Herkesin dikkatini çekmiştir; kendini tanıtır, adı Onur’dur.
James toplantının içeriğini anlatmaya devam ederken Onur’un pet şişeden ses çıkararak
su içmesi dikkat dağıtır. Can, Onur’un su içiş şeklini eleştirir ve çantasından
çıkardığı yiyecek paketlerini sesli bir şekilde patlatarak açar ve
yanındakilere ikram eder. Seyirci böylece onun da oyuncu olduğunu tahmin eder. Lavaboya
gitmiş olan kadın döner; binanın hangi katının ne amaçla kullanıldığından,
asansörün ne güzel koktuğundan bahseder; böylece, üçüncü oyuncu da açıkca fark
edilmiş olur. James katılanları tanımak için hep birlikte çocuk oyunları oynayacaklarını
söyler ve katılımcıları bir sonraki mekâna davet eder.
Oyuncu-seyirci
ilişkisi bağlamında Fischer-Lichte’nin tanımladığı ilk iki strateji, oyunun kurmaca
hikayesinin kurulduğu bu açılış sahnesinde gerçekleşir: seyirci önce oyuncuya
ve sonra da oyuncular ile birlikte tek bir topluluğa dönüştürülür.
Çocuk
oyunlarının oynandığı bölümlerde James her seferinde katılımcıları bu oyunlarda
rol almaya davet eder; oyuncu olduğu fark edilmiş olan karakterlerin yanısıra
gerçekte seyirci olan katılımcılar da bu oyunlarda oynamaya talip olurlar. Seyircinin
bu oyunlara, Johan Huizinga’nın (1995) tanımladığı
anlamda “oyuncu insan” (homoludens) olarak aktif ve gönülllü şekilde dahil olması, Fischer-Lichte’nin
belirttiği ilk stratejiyi devam ettirir. Oyunlar sırasında katılımcıların zaman
zaman fiziksel olarak da birbirleriyle temas etmeleri Lichte’nin oyuncu-seyirci
ilişkileri konusundaki üçüncü stratejisini, yani oyuncu ile seyircinin fiziksel
olarak birbirine dokunmasını gerçekleştirir.
3.2.
Yer
“Sorunlu
İnsan Kaynağı” kapalı bir mevcut kamusal mekânda, İstanbul’un en işlek yaya
arteri İstiklal Caddesi üzerindeki bir galeride oynanır. Bir bankaya ait yedi
katlı bir kültür-sanat merkezinin galeri mekânı, sahip olduğu işlevsel,
ekonomik ve fiziki özellikleriyle oyunun anlam katmanlarını zenginleştirir.
Yerin
işlev olarak bir galeri mekânı olması, tiyatroda da var olan, nesne-özne,
izlenen-izleyen üzerine kurulu sergileme mantığını devam ettirir.
Ekonomik
bağlamda, sergi mekânının bir bankaya, bankanın da ülkenin en köklü ve varlıklı
holdinglerinden birine bağlı olması, anlatısı işsiz kalmış beyaz yakalılara iş
imkânı yaratma üzerine kurulu oyunun, sahnelendiği yer üzerinden kazandığı
anlamsal bir katma değerdir.
Yer
fiziksel olarak ise, Brian O’Doherty (2010: 31) tarafından tanımlandığı
özellikleriyle modernist bir galeri mekânıdır: dış dünyayla her türlü
teması engelleyen, duvarları beyaz renkli, ana ışık kaynağı tavan olan, penceresiz,
gölgesiz, temiz ve yapay bir beyaz küptür.
Oyunun
beyaz küp boş iken değil, sergi programı devam ederken sahneleniyor olması da
yine yerin fiziksel özelliklerinin oyuna kattığı anlamlara eklenir.
4.1.
Çözümleme
Oyunun
strüktürü, bir ana hikayeyle birbirine bağlanan alt bölümlerden oluşur. Ana
hikaye – alt bölüm ayrımı, anlatı niteliğinden sahneleme stratejisine kadar
yapımın genel karakterini kuran önemli bir özelliktir. Ana hikayeyi oluşturan
RHR toplantısı bir kurmaca anlatıdır, bir izleği vardır; her ne kadar seyirciye
katılımcı rolü veriliyor olsa da, ana hikaye katılımcılar arasındaki gerçek
oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin kurmaca hayatlarını konu eder. Alt
bölümler ise, toplantının katılımcılarının oynadığı çocuk oyunlarıdır; bunların
izleği yoktur, anlık durumlar içerirler. Seyirci olan katılımcıların da
oyunlara katılabiliyor olması, alt bölümlerin gerçek olan tarafıyken, oyunlarda
oynamak üzere -James tarafından- seçilen gerçek oyuncular ana hikaye
çerçevesinde üstlendikleri karakterlerin kurmaca anlatılarını devam ettirirler.
Dolayısıyla çocuk oyunları izleksiz olmalarına ve anlık durumlara açık
olmalarına rağmen, her biri kendi içinde hem kurmaca anlatıyı hem de gerçeği
içerirler.
Ana hikaye – alt bölüm ayrımı, yapımın
genel sahneleme stratejisinin de belirleyici öğesidir. Dolayısıyla, oyuncu-seyirci-mekan
ilişkisi, bir beyaz küp olarak galeri mekânının kullanımı ve kamusal alanla kurulan
ilişki ana hikaye – alt bölüm ayrımı üzerinden okunacaktır.
Ana hikayeyi konu eden ilk ve son sahne,
galerinin İstiklal Caddesi ile hemzemin ve görsel olarak ilişki içinde olan
giriş mekânında oynanır. İlk sahnedeki tanışma konuşması sırasında James bir
galeri mekânında bulunulduğunu söylediği için kurmaca hikaye kurmaca bir mekânı
gerektirmemiş, mekanın gerçekliği kurmaca mekân ile örtüşmüştür. Dolayısıyla bu
ilk sahne, Ubersfeld’in mekânsal sınıflandırmasındaki dört başlığı üstüste
içerir: Galeri mekânı; oyunun oynandığı alan olduğu için sahne mekânı, ana
hikayenin gerektirdiği kurmaca
yer olduğu için sahne yeri, mekânın
kentsel bağlama kadar genişleyen fizikalitesini içerdiği için tiyatral yer, oyun
metninin mekânını tarif ettiği için dramatik mekândır.
Mekânın oyuncu-seyirci ilişkisine bağlı
kullanım şekli ise ilk ve son sahnede birbirinden farklıdır. Tanışmanın
gerçekleştiği ilk sahnede sahneleme stratejisi, oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi
olarak mekânın bütününü kullanır (Resim 1). Seyirci de birer oyuncu olarak
kabul edildiği için mekânda izleyen-izlenen ilişkisi iki yönlüdür; herkes aynı
anda hem nesne hem özne konumundadır. Bu nedenle de mekânda hiyerarşik, ikili
veya karşılıklı olarak tanımlanabilecek bir düzen yoktur; mekânın her noktası
her an eşit kullanımda ve düzeydedir. Bu tür kullanım, geleneksel sahne tipleri
arasında hacim sahneye karşılık gelir.
Resim 1: Oyunun ilk sahnesinin
mekân kullanımı.
Son sahne ise çocuk oyunlarının
oynanmasının tamamlandığı ve moderatör olarak James’in seçili katılımcılara
-yani gerçek oyunculara- iş tekliflerini yaptığı sahnedir. Bu sahnede ana
hikaye de sonlanacaktır ve bu nedenle oyunun başından itibaren rol değişimi,
topluluk yaratma ve dokunma ile sağlanan seyircinin oyuncu olma durumu en düşük
seviyeye iner. Artık seyirci dört oyuncuyu seyreder. Bu noktada geleneksel ikili/karşılıklı
oyuncu-seyirci ilişkisine geri dönülür. Oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi ise
seyirci oyuncuları üç bir taraftan sardığı için açık sahne tipi tiyatro
sahnesindeki gibidir.
Oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi açısından
geleneksel düzenlerden birine geri dönülmüş olsa da; bu sahne oyunun, mevcut
mekânın kamusallığını ve bağlamını en iyi kullandığı bölümdür (Resim 2). Daniel
Buren’in (1996: 226) “her türlü yer biçimsel, mimari, sosyolojik ve politik
olarak kendi anlamını, içinde gösterilen nesneye (yapıta/yaratıya) aşılar”
tespiti, oyunun sahneleme stratejisiyle vurgulanır. Oyuncuların genel olarak
arkalarına aldıkları galerinin giriş cephesi, büyük açıklıkları sayesinde
İstiklal Caddesi’ni gözler önüne serer. Dışarıda yürüyen kalabalık insan
topluluğu, seyyar satıcılar, zaman zaman geçen nostaljik tramvay oyunun önemli
bir parçası haline gelir. Bu sahnede bazı bölümler -konuşma sesleri yaka
mikrofonu aracılığıyla iç mekâna verilerek- sokakta oynandığı için, kamusal
mekân olarak sadece galeri değil, kentsel kamusal alan olarak sokak da oyunun
bir parçası haline gelir.
Resim 2: Oyunun son sahnesinin
kentsel kamusal alanla kurduğu ilişki.
Çocuk
oyunlarından oluşan alt bölümler kurmaca anlatıdan çok, gerçeğe yakın
olduklarından dolayı, Ubersfeld’in sınıflandırmasındaki ne sahne yeri ne de dramatik
mekân başlıklarını içerir. Dört alt
bölüm vardır: 1- Oyuncular bir yün topağını gruptan seçtikleri gelişigüzel
birine atarken, bir yandan da çocuklukları ile ilgili bir kavramı yüksek sesle
söylerler, 2-
Kendilerini özdeşleştirdikleri hayvanın karakteristik hareketlerini taklit eden
oyuncular sorulan soruya cevap verip bir adım atarak hedefe ilk ulaşan olmaya
çalışırlar, 3- Ayakları bağlı olan oyuncular sorulan soruya ilk cevap verip
hedefe ilk ulaşan olmaya çalışırlar, 4- Oyuncular sorulan soruya cevap verip birdirbir oynamaya
hak kazanırlar. Oyunların ilki ve sonuncusu fiziksel beceri gerektiren işlev
oyunudur ve oynamak için oynanan oyun kategorisindedir, diğer ikisi ise kurallı
oyundur ve kaybetme-kazanma üzerine kuruludur.
Oyunlar
iki katlı galeri mekânının içerisinde, sabit bir tiyatral yer tanımı ve buna
bağlı ilişkiler düzeni baştan kesin çizgilerle belirlenmemiş olduğu için farklı
sahne tiplerinin oluşmasına ve buna bağlı olarak farklı sahne mekânlarının tanımlanmasına olanak
sağlar. Her bir alt bölümü oluşturan çocuk oyununun kuralı ve oynanma şekli
sahne tipini belirler. Bu durum, Huizinga’nın (1995: 27) belirttiği, her oyun önceden
belirlenmiş mekânsal alanın sınırları içinde cereyan eder kuralını
olumlar. Çocuk oyunlarının oynandığı sahne
mekânlarının sınırları üç şekilde belirlenir: 1- Galeri mekânının mevcut fiziki
ve mimari öğeleri kullanılarak, 2- Galeride sergilenmekte olan nesneler veya
düzenlemeler kullanılarak, 3- Katılımcıların bedenleri kullanılarak.
Birinci
oyunda bütün katılımcılar geniş bir daire olurlar ve yün yumağını birbirlerine
attıkça, dairenin içindeki alanda iplikten gelişigüzel bir örüntü oluşur (Resim
3). Böylece, topluluk olarak daireyi
oluşturan bireylerin konumları ortaya çıktığı gibi, bu konumlar birbirine
bağlanarak topluluk fikri vurgulanır. Bu oyunda tiyatral yer aynı zamanda sahne
mekânıdır, çünkü oyun alanı bizzat
oyuncu ve seyircilerin bedenleriyle kurulmaktadır. Tiyatral yerde herhangi bir
bölünmüşlük olmadığı ve bu yeri kuran her öğe özneye dönüştüğü için,
izleyen-izlenen ayrımı kalkar. Bu düzenleme sahne tipi olarak ise, hacim
sahneye karşılık gelir. Oyunun sonunda iki oyuncu kavga ederek yere düşer ve yerde
kavga etmeye devam eder. Bu durum onları izlenene, çevreleyenleri izleyene
dönüştürdüğü için, sahne tipi değişir: hacim sahne, meydan sahneye dönüşür;
tiyatral yer bölündüğü için sahne mekânı dairenin ortası olur.
Resim 3: Birinci çocuk oyununun
başlangıcında ve sonunda oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi.
Bundan
sonraki oyunlar bütün katılımcılar tarafından değil, aralarından James’in
seçtiği üç-dört kişiyle oynanır; dolayısıyla diğer katılımcılar hem bu alt
bölümlerde hem de ana hikayenin içinde seyirciye dönüşürler. Bu durum çocuk
oyunlarının oynandığı her yeni mekânda yeni bir tiyatral yerin ve buna bağlı olarak bir sahne
mekânının tanımını beraberinde getirir. İkinci
oyun, galerinin iki katını birbirine bağlayan merdivende oynanır (Resim
4). Oyuncular en üst basamakta oturup,
her bir soruya ilk cevap verip bir basamak inerek en aşağıya ulaşmaya
çalışırlar. Oyuna katılmayanlar en alttaki kotta toplanır, yukarı doğru bakarak
oynayanları izler. Bu oyundaki oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi çerçeve sahneyi çağrıştırır:
oyuncular bir tarafta, seyirci diğer taraftadır; karşılıklıdırlar.
Resim 4 : İkinci çocuk oyununda
oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi.
Üçüncü
ve dördüncü oyunlarda ise oyunları oynaması için seçilen katılımcılar ortadadır,
seyreden katılımcılar ise iki veya üç yandan onları çevrelemektedir. Bu durum, açık
ve podyum sahne tiplerine karşılık gelir (Resim 5).
Resim 5 : Üçüncü ve dördüncü
çocuk oyunlarında oyuncu-seyirci-mekân ilişkisi.
4.2. Beyaz küp
Ahu
Antmen’in (2010: 15) özetlediği gibi “bir modern sanat yapıtının anlamının ve
değerinin belirlenmesinde nesnenin kendisi kadar sergilendiği mekânın etkisini
[sorguladığı]” çalışmasında Brian O’Doherty, beyaz küp olarak nitelendirdiği
modernist galeri mekânının 1920’lerden 1970’lere uzanan süreçte geçirdiği
dönüşümü inceler. Modernist anlamda ideal galeri mekânı, sanat ürününün “sanat” olarak
algılanışına engel oluşturan her türlü öğeyi dışlayan bir mekân iken (O’Doherty,
2010: 30), 1960’lı yıllardan itibaren bağlamsal bir biçimde ele alınışıyla
birlikte, başlı başına bir unsur olarak algılanmaya ve estetik bir eylemin
parçası haline gelmeye başlar (O’Doherty, 2010: 90). Öyle ki, sanatsal eylemler
artık sadece galerinin içinde sergilenen sanat ürününün içeriğine ya da ürünün
sergilendiği bağlama değil, galeri mekânının “içinde yer aldığı daha genel bağlama da -yani sokak,
kent, para ve iş dünyasına- göndermede bulunur[lar].” (O’Doherty, 2010: 110) Beyaz
kübün geçirdiği bu dönüşümün iki uç noktası oyunun mevcut mekânla kurduğu ilişkide, yani galeri
mekânını ve kamusal alanı kullanış
şeklinde ve bunlarla bağlantılı olarak oyuncu-seyirci-mekân ilişkilerini tanımlayan
sahneleme stratejisinde kendini gösterir. Fischer-Lichte (2008: 110) mekânın edimselliğini kuvvetlendiren üç
strateji saptar: 1- Neredeyse boş, ya da oyuncu ve seyircilerin hareketlerini
kısıtlamayacak çeşitli düzenlemelere imkan veren bir mekânın kullanılması, 2- Oyuncu ile
seyirci arasındaki ilişkinin, hareket ve algının müzakeresi için o zamana kadar
keşfedilmemiş olasılıklar tanıyan mekânsal düzenlemelerin yaratılması, 3- Başka amaçlara hizmet
eden verili mekânlarda
yapılan denemeler. “Sorunlu İnsan Kaynağı”nın sahnelendiği mevcut mekânın başka bir amaca (galeri
işlevine) hizmet etmesi, neredeyse boş olması ve mevcut sergi düzenlerinin
oyuncu ile seyirci hareketlerini kısıtlamayacak düzeyde olmasından dolayı,
oyunun sahneleme stratejisi Fischer-Lichte’nin sınıflandırmasındaki birinci ve
üçüncü başlıkları kapsar.
Modernist
anlamda “ideal galeri mekânı”
fikrinin karşılığı olan beyaz küp, oyunun alt bölümlerini oluşturan çocuk oyunları
için kullanılır (Resim 3, 4, 5). Bu sahnelerdeki mekânsal kullanım, Huizinga’nın (1995)
ve Suits’in (1995) oyun alanlarının kendine özgü ve mutlak düzeni hakkında dile
getirdikleri görüşleri yansıtmaktadır. Huizinga (1995: 39) ayrıca, oyunun en
önemli biçimsel özelliği olarak “eylemin gündelik hayattan mekân olarak
ayrılması” tespitinde bulunur ve şöyle devam eder: “Kapalı bir mekân gündelik
çevreden ya maddi ya da düşünsel olarak soyutlanmış, ayrılmıştır. Oyun,
kuralların geçerli olduğu bu çerçeve içinde cereyan etmektedir.” Çocuk oyunlarının
mekân kullanım şekli (mekânı ideal nitelikleriyle kullanmak ve gündelik
çevreden maddi ve düşünsel olarak soyutlanmak) oyunun anlatı kurgusuyla zıt bir
durum yaratır: “sınırlandırılmış bir zaman ve mekânda, belirli kurallara uygun
olarak, düzen içinde gerçekleşen ve alışılmış dünyaya yabancı olduklarını kılık
değiştirerek vurgulayan grup ilişkilerini doğuran oyunun” (Huizinga, 1995: 31) kurmaca dünyasına
karşılık, seyircinin çocuk oyunlarına katılıyor olması ve kendi hayatından, izlenimlerinden,
anılarından izleri, sözleri, durumları bu bölümlere taşıyor olması anlatı
olarak bu bölümleri oyunun en gerçek kısımları yapar.
Buna
karşılık, oyunun kurmaca anlatı seviyesi en yüksek olan ana hikaye sahneleri,
yine Huizinga’nın (1995: 28) tariflemesiyle “bildik dünyanın
ortasında, belirli bir eylemin gerçekleştirilmesi amacıyla tasarlanmış geçici
dünyalar” olan oyun alanlarının aksine; galeri mekânının içinde bulunduğu
fiziki, düşünsel, sosyal ve ekonomik bağlamla ilişki kuran bir mekânsal
kullanıma sahiptir. Özellikle son sahnede kentsel kamusal alanın oyuna katılımı
(Resim 2), her ne kadar görsel seviyede kalıyor olsa da, oyunu Lefevbre’in (1998:
19) yaklaşımıyla “gündelik hayatın içinde her an kendiliğinden varolan bir etkinliğe”
dönüştürme potansiyelini taşımaktadır. Buradaki diyalektik, kurmaca anlatı ile
yaşamın gerçeliği arasında yaratılan karşıtlıktır. Oyun, özellikle son sahnede,
hiç olmadığı kadar yaşam ile sanat arasındaki sınırları belirsizleştirir. Bunun
bir galeri mekânının içinde gerçekleşmesi ise, beyaz küpün 1960’lı yıllardan
itibaren gerçekleşen bağlamsal dönüşümünün açtığı yolu takip etmektedir.
5.
Sonuç
“Sorunlu İnsan Kaynağı” adlı yapım,
seyircinin oyunun içine katıldığı ve mekânın edimselliğinin kuvvetlendirildiği
sahneleme stratejilerine sahiptir. Yapım bunlarla bağlantılı olarak, sahnelendiği
mevcut kamusal mekânın -yani beyaz küp olarak tanımlanan galeri mekânının-
gerek işlevsel ve fiziksel özelliklerini gerekse de kentsel ve sosyal
bağlantılarını ve tarihsel ve toplumsal arkaplanını kullanmaktadır.
Çözümleme sonucunda ulaşılan sonuç; yapımın
strüktürünün, “ideal mekân-çocuk oyunları-gerçek durum” formülünün kullanıldığı
alt bölümlerde ideal mekân fikri ile gerçekliğin, “bağlamsal mekân-hikaye-kurmaca”
formülünün kullanıldığı ana hikayede ise bağlamsal mekân ile kurmaca anlatının
birbiriyle zıt eşleşmesi üzerine kurulu olduğunu gösterir. Bu sayede, oyunun
seyirci alımlamasında; estetik
bir sürecin sonucundaki bir sanat ürünü olarak tiyatro oyunu ile sosyal olay arasındaki
sınırlar muğlaklaşmakta, seyirci bütün gösterimi temelde bir sosyal olay olarak
yaşantılamaktadır.
Kaynakça
Antmen,
A. (2010). Beyaz Küp ve Ötesi: Postmodern Dönemde Galeri Mekânının Dönüşümü. İçinde: B. O’Doherty, Beyaz Küpün İçinde. Galeri Mekânının İdeolojisi (s. 15-28). İstanbul: Sel Yayıncılık.
Athanasopoulos,
C. G. (2006). Contemporary Theater:
Evolution and Design. Toronto-Singapore:
BookSurge Publishing.
Buren,
D. (1996). Function of Architecture. İçinde: R. Greenberg, B. W. Ferguson ve S. Nairne (Editörler), Thinking About Exhibitions (s.
222-226). Londra: Routledge.
Huizinga,
J. (1995). Homo Ludens. Oyunun Toplumsal
İşlevi Üzerine Bir Deneme. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Köksal,
A. (1994). Zorunlu Çoğulluk.
İstanbul: ATT Yayınları.
Kuruyazıcı,
H. (2003). Oyun-Mekan İlişkisi Açısından
Başlangıçtan Günümüze Tiyatro Yapılarının
Gelişmesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Lefebvre,
H. (1991). The Production of Space.
Oxford: Blackwell.
Lefebvre,
H. (1998). Modern Dünyada Gündelik Hayat.
İstanbul: Metis Yayınları.
Fischer-Lichte,
E. (2008). The Transformative Power of
Performance. A New Aesthetics. Londra: Routledge.
McAuley,
G. (2000). Space in Performance. Making
Meaning in the Theatre. Ann Arbor:
The University of Michigan Press.
O’Doherty,
B. (2010). Beyaz Küpün İçinde. Galeri
Mekânının İdeolojisi. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Ranciere,
J. (2010). Özgürleşen Seyirci.
İstanbul: Metis Yayınları.
Schechner,
R. (1973). Environmental Theater. New
York: Hawthorn Books.
Suits,
B. (1995). Çekirge-Oyun, Yaşam, Ütopya.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Ubersfeld,
A. (1977). Lire le théâter. Paris:
Editions Sociales.
Danzon?
YanıtlaSilpardon, anlamadım; ne oldu? yoksa yorumunuz yarım mı kaldı?
YanıtlaSiloyuncu-seyirci-mekan ilişkileri beni ziyadesiyle yordu:)
YanıtlaSil