[Bu makale TEB Oyun Dergisi'nin 19. sayısında (Kış 2014) yayınlanmıştır.]
Keersmaeker’den
“Vortex temperum”
Müzik ile sahne sanatlarının ilişkisi
bağlamında günümüzün en önemli sanatçılarından biri olan ve geçtiğimiz yıllarda
İstanbul Tiyatro Festivali’nde de bir kaç işini izleme imkanı bulduğumuz Heiner
Goebbels’in üç yıllığına genel sanat yönetmenliğini üstlendiği Ruhrtriennale’nin
2013 edisyonunda Anne Teresa de Keersmaeker’in iki yapıtı sahnelendi; ilki
Keersmaeker ile Boris Charmatz’ın ortaklaşa sahneleyip bizzat dans ettileri,
Bach’ın müziği üzerine “Partita no: 2” idi. Ağustos sonundan ekim başına 1.5 ay
süren festivalin kapanış gösterisi ise Keersmaeker’in dünya prömiyeri
gerçekleştirilen yapıtı “Vortex temporum” idi. Konsept olarak, sadece endüstri
mirasından kalan yapıları gösteri mekanı olarak kullanan festivalde
Keersmaeker’in yapıtı Bochum’da devasa endüstri yapısından kültür ve sanat
mekanına dönüştürülmüş olan Jahrhunderthalle’de gerçekleşti.
“Vortex temporum” Keersmaeker’in
topluluğu Rosas ile çağdaş müzik icrası konusunda uzmanlaşmış İctus
topluluğunun ortak projesiydi.
Yapıtlarında Webern’den Bartok’a,
Reich’dan de Mey’e çağdaş bestecilerin müziklerini kullanan Keersmaeker bu
sefer de 1946 doğumlu, 1998’de aniden vefat etmiş çağdaş Fransız besteci Gérard
Grisey’in aynı adlı bestesini kullandı. “Spektral müzik”in en önemli temsilcisi
olarak görülen Grisey’in bestesi bu müzik türünün kilometretaşı olarak kabul
ediliyor.
Önce altı müzisyenden oluşan İctus
topluluğu (piyano, keman, viyola, cello, flüt ve klarinet) sahnenin en önüne
gelip, normal konser düzeninde, yani oturarak bestenin ilk bölümünü icra
ettiler. Müzisyenler sandalyelerini kaldırarak sahneden çıkarlarken, bu sefer
altı dansçı onların bulundukları noktalara gelip müziksiz olarak, müzisyenlerin
çalgılarını çalarkenki beden hareketleri, çalgılarıyla bedenleri arasındaki
ilişkiler, ve partisyonlarının gerektirdiği içsel devinimlerden esinlenerek
tasarlanmış koreografiyi sergilediler. Ardından müzisyenler tekrar sahneye
gelip bu sefer ayakta ve piyano dahil olmak üzere hareket halinde müzik
icrasına devam ederken, bir kişinin eklendiği dansçılar da (piyano iki elle
çalındığından dolayı bu andan itibaren piyanoyu iki dansçı temsil etmeye
başladı) zeminde tebeşirle ince bir çizgi halinde çizilmiş olan farklı
genişlikteki daireleri ve yayları izleyerek devinmeye başladılar. Altı müzisyen
ve yedi dansçı her biri durmadan değişen yörüngelerde birbirlerine yaklaşarak, uzaklaşarak,
toplanarak, ayrışarak, sanki gezegenelerden oluşan bir galaksi sistemi gibi
hareket ettiler. Piyano da bu büyük devinimde yer aldı; yapıtın son bölümünde
şeflik yapacak olan kişi piyanoyu yavaş yavaş yörüngeler halinde çevirirken,
piyanist de ayakta ve hareket halinde partisyonu çalıyordu. Başat olarak
piyanonun belirleyici olduğu hareket düzeni sonunda, piyano sahnenin en önünden
en arkasına daireler çizerek bir yolculuk yaptı ve orada tekrar sabitlendi. Bu
sırada sahnenin tavanında soyut bir spiral şeklinde tasarlanmış ışık bantları
spiralin kalın tarafından kıvrık ince ucuna doğru yanarken, sahne farklı ışık
kaliteleriyle aydınlanır oldu; yukarıda sadece spiralin en ucunu temsil eden
küçük ışık bantı yandığında sahnenin büyük bir kısmı karanlıktaydı, ama
dansçılar ve müzisyenler hareket etmeye devam ediyorlardı. Sahne bütünüyle
karardığında, arkada piyanonun etrafına yerleşen ama hala ayakta olan
müzisyenler şefin direktifleri eşliğinde yaklaşık bir dakikalık bir bekleyişten
sonra bütün ışıklar yanmasıyla üçüncü bölümü çalmaya başladılar. Bu sefer
sadece dansçılar hareket ederek, gittikçe şiddetinin ve hızının arttığı bir
girdabın bileşenlerine dönüştüler. Bu sayede, “Vortex temporum”un kelime anlamı
“zaman girdabı” sahnede soyut da olsa gerçeleşmiş oldu.
İlk dinleyişte (ve muhtemelen sonraki
dinleyişlerde kolay kolay) kulağa “sıcak” gelmeyen, ama canlı yaşantılandığında
hipnotik etkisine kapılmanın kaçınılmaz olduğu bir besteyi, sadece bestenin
içerdiği biçimsel özelliklerden (örneğin partisyondan, çalgıların birbirleriyle
ve yapıtın geneliyle olan ilişkilerinden, çalgıların onları çalan bedenlerle
olan ilişkilerinden, vb.) yola çıkarak, sahnelemeye hiç bir anlamsal veya
öyküsel bir katman eklemeden dans diline aktarmak ve bunu seyircilere, dikkatlerini
bir an bile kaçıramadıkları şekilde onları hipnotik bir etki altına alarak “seyrettirebilmek”
herhalde ancak Keersmaeker gibi usta bir koreografın başarabileceği bir iş.
Mekan kullanımının ve özellikle de
mevcut mekanın, yani Jahrhunderthalle’nin çok az müdahele edilmiş,
olabildiğince özgün bırakılmış, gerek enine, gerek derinliğine gerekse de
yükseliğine nefeskesici boyutlardaki mekanının “Vortex temporum”un seyirci
üzerinde bıraktığı etkide büyük rolü var.
Keersmaeker’in bu son yapıtı 2013-14
sezonu içinde Brüksel La Monnaie Operası’na, Atina Onasis Kültür Merkezi’ne,
Antwerp, Lille, Paris ve Londra’ya konuk olacak.
.
Tankard’dan “The
Oracle”
Tanztheater Wuppertal Pina Bausch’un 40. yılı olması
sebebiyle 2013-14 sezonu boyunca sürecek olan PINA40 etkinliklerinin önemli
ayaklarından biri 13-17 Kasım 2013 tarihlerinde Düsseldorf’da Tanzhaus NRW’de
gerçekleşti. Eski Pina Bausch dansçıları yeni koreografileriyle seyirci
karşısına çıktılar. Bunlar arasında öne çıkan gösteri Meryl Tankard’ın “The
Oracle” adlı yapıtıydı.
Tankard, Bausch’un efsanevi dansçılarından biri; Tanztheater
Wuppertal’in ilk döneminde, 1978-1984 yılları arasında “Café Müller”den
“Kontakthof”a, “Bandeneon”dan “1980”e bir çok Bausch klasiğine katkıda
bulunmuş, dans etmiş ve 1988 yılına kadar da konuk dansçı olarak topluluğa
destek vermiş.
Tankard Wuppertal’den ayrıldıktan sonra, memleketi Avustralya’ya
dönmüş, ilk önce kendi topluluğunu daha sonra “Avustralya Dans Tiyatrosu”nu
kurmuş ve zamanla kendi dans stilini yaratmış bir sanatçı. 1999’dan itibaren
dünyanın önemli bale ve dans topluluklarında yapıtları sahnelenen Tankard,
2009’da Pina Bausch’un ani vefatından sonra, yerine geçebilecek isimlerden en
çok telaffuz edileniydi.
Solo bir yapıt olan “The Oracle”ın konsept ve mizanseni
Tankard’a ait; koreografik malzeme ise yapıtta dans eden Paul White ile Tankard’ın
ortak çalışması sonucu ortaya çıkmış. 2009 tarihli yapıt o sene Avustralya’da
“En iyi koreograf” ve “En iyi erkek dansçı” ödüllerini almış. Kendisi de Avustralyalı
olan Paul White 2012’den beri Tanztheater Wuppertal Pina Bausch dansçısı.
Uzun atölye çalışması süreci sonucunda koreografik malzemenin
ortaya çıktığı, Tankard’ın kullanılacak müziğe son aşamada karar verdiği “The
Oracle”, bu oluşum süreci dolayısıyla bir “Bahar Ayini” uyarlaması olmasından
ziyade “Bahar Ayini” müziğini kullanan bir iş.
Yapıtın bariz bir librettosu yok; ancak kanımca sanatçının
yeni bir üretim ortaya koyabilmesi için kendini masaya yatırıp kurban etmesini
anlatıyordu.
“Bahar Ayini” çalmaya başlamadan önceki yaklaşık 10
dakikalık prologda kuş cıvıltıları, bomba sesleri, kilise çanları, ortaçağ
müziği ve görsel tasarımı fotoğrafçı Régis Lansac’a ait kaleydospik
görüntülerdeki dansçı bedeniyle yaratılan bir çok diğer şeklin yanısıra haç
formu; yapıtın isminin de “Kehanet” olduğu düşünüldüğünde dini çağrışımlara
kapı açmakta. Ancak, bu atmosferin dini anlamlardan ziyade geçmiş zamanlara ait
bir duyguyu resmettiğini düşünmek de mümkün, çünkü video projeksiyonun
yansıtıldığı arka yüzey üstüste bir kaç boya katmanın gözüktüğü, pentimentovari
efekt yaratan bir etkiye sahipti.
“Bahar Ayini”nin çalmaya başlamasıyla beliren dansçının,
eteğimsi kumaş parçasını birinci bölümde başını ve yüzünü kapatacak şekilde öne
doğru sarkıtarak sadece bedeninin ve ayaklarının gözükmesi, ikinci bölümde
beline takarak bu sefer başının ve torsosunun görünür olup ayaklarının
kaybolması; kanımca ruh-fizikalite, akıl-duygu, baş-ayak ikilemlerini, buradan
hareketle de, sanatçının yaratım sürecindeki sancılarını ifade ediyordu. Pina Bausch’un
en ünlü ve herkesin alıntı yaptığı “Koreografi
yapmaya ayaklardan değil baştan (zihinden) başlarım” sözlerini düşününce
Tankard’ın yapıtının anlamı katmerlendi.
Bazı hareketler ise, Tankard ve White gösteri sonrasında
yapılan söyleşide hiç bir şekilde etkilenmediklerini belirtseler de, Nijinski’nin
ünlü “Bir Faun’un Öğleden Sonrası” koreografisindeki bir kaç temel harekete
gönderme yapıyordu.
“Bahar Ayini”nin “Seçilenin/Bakirenin dansı” isimli,
yaklaşık beş dakika süren ünlü son bölümünde, erkek dansçı sahnede bütünüyle
çıplak dans ederek yaratım sancılarını doğum metaforuna bağladığı gibi, müziğin
dinamizmini ve giderek temposu yükselen aksak ritimlerini de mükemmel bir
şekilde koreografik dile aktardı. Paul White “tükenecek” kadar nefes nefese
kaldı ama kendini yeniden doğurmuş da oldu.
.
Schläpfer’den “Nacht Umstellt”
Martin Schläpfer dört sezondur Ballet am
Rhein Düsseldorf Duisburg’un genel sanat yönetmenliğini yapıyor. Ballett am
Rhein bir yandan Schläpfer’in gittikçe daha da ilginçleşen kendi
işlerinin dünya prömiyerlerini gerçekleştirirken, diğer yandan da Hans von
Manen’den Kylian’a, Nils Christie’den Cunningham’a, Balanchine’den Jerome Robbins’e
geniş bir yelpazede dünya modern dans/bale tarihine mal olmuş koreografileri ve
yeni/genç koreografların dünya prömiyeri işlerini sergiliyor. Schläpfer’in hazırladığı programlara ve topluluğun performansına
bakınca, Ballett am Rhein’ın Almanya’nın opera kurumu bünyesindeki en iyi bale
topluluğu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim, 2013 eylülünde hem Schläpfer hem de topluluk önemli ödüller aldılar: Tanz dergisinin
uluslararası eleştirmenler tarafından belirlenen “2013 – Yılın dans topluluğu”
ödülü ve Schläpfer’e İsviçre Dans Ödülü.
Schläpfer’in en yeni çalışmalarından biri “Nacht
umstellt” (Gecenin kuşattığı). Yapıt müzik olarak Schubert’in 16 Alman Dansı,
Bitmemiş Senfonisi ve “Die Nacht” (Gece) adlı şarkısı ile çağdaş İtalyan
besteci Salvatore Sciarrino’nun “Il suono e il tocere” ve “Shadows of Sound” (Sesin
gölgeleri) adlı besteleri içeriyor. Müziklerin yerleştiriliş kurgusu şu
şekilde: Merkezde Bitmemiş Senfoni var, onun önünde ve arkasında Sciarrino’nun
yapıtları, çeperde (yani yapıtın başlangıcında ve sonunda) ise yine Schubert’in
diğer yapıtları.
“Bitmemiş Senfoni” ve Sciarrino’nun yapıtları Düsseldorf
Opera Orkestrası tarafından canlı çalınıyor; Wen-pen Chien’in şefliğindeki orkestranın
icrası çok çok iyi. Yapıtı başlatan 16 Alman Dansı ile sonlandıran “Die Nacht”
şarkısı ise banttan veriliyor; danslarda Alfred Brendel’in kaydı kullanılmış.
Prolog niteliğindeki 16 Alman Dansı’nda; dansçılar için
zorluk derecesi iyice arttırılmış (örneğin: priouette’ler yukarda passé’de
döndürülmek yerine, aşağıda, plié yardımı olmadan çarpraz beşinci pozisyondan
“sur le cou de pied” olarak) ve yaratıcı fikirlerle bezenmiş neoklasik bir
koreografi izliyoruz. Sahnenin en gerisinde devasa, simsiyah iki kapı kanadı
var, altından ve yanlarından ışık sızıyor; beyaz bir ışık; sanki gündüz gibi.
Schubert’in piyanoyla çalınan neşeli, günlük güneşlik Alman
danslarından sonra ilk şoku Sciarrino’nun müziği ile yaşıyoruz; sanki
cehennemden çıkıp gelmiş, iç kıyıcı, rahatsız edici, sessizlikleri de gerilimin
bir parçası olarak kullanan dinamik bir ses dünyası. Tekinsiz bir atmosfere
girdiğimiz kesin; koreografi ve ışık da müziğin izinden gidiyor. Koreografide
neoklasik hareketlerden eser kalmıyor; bedenler burkulup, kıvrılmaya, adeta bir
kuklanın parçaları gibi bağımsız hareket etmeye başlıyor. Kapı kanatlarının
aralarında sızan ışığın rengi maviye dönüyor; gece ve uyku bütün
tekinsizliğiyle üzerimize iniyor.
Bir sahnede; erkek dansçıların ayaklarında kadın dansçıların
giydiği bale pabuçları, zemine sertçe vurarak geçip gidiyorlar. Dansçıların
kolları, gövdeleri, bacakları kırılıyor, bir kabusun içindeymişlercesine sanki
bedenler ters dönüyor. Triolar, duolar müthiş bir hızla birbirini takip ediyor;
sahnede mekan kullanımı asimetrikleşiyor; önceden tahmin edilmeyen sürpriz
giriş-çıkışlar oluyor.
Bu kaosun ardından gelen Schubert’in Bitmemiş Senfoni’si
koreografideki sert ve yırtıcı durumu değiştirmiyor; ancak sahneye müthiş bir melankoli
ve yalnızlık hakim oluyor. İki bölümlü senfoninin ilk bölümünde tek bir kadın
dansçının solosunu izliyoruz. Schläpfer’in gözde ilham
perilerinden balerin Yuko Kato’nun bedeni minyon ve kırılgan, ama enerjisi
kararlı ve mücadeleci. Senfoninin ikinci bölümünde ise 30 kişilik topluluğu
bütün gücüyle ve etkisiyle yeniden sahnede hissediyoruz. Bir kabusun içinde
miyiz yoksa cehennemde mi belirsiz, ama ikisi de az çok aynı kapıya çıkıyor
zaten; yalnız ve savunmasız olduğumuz kesin.
Tekrar bir Sciarrino sekansı gerilimi iyice arttırıyor ve ardından
gelen, bir nevi arınma gibi, Schubert’in dört erkek sesi için “Die Nacht”
şarkısı yapıtı sonlandırıyor. “Die Nacht”ta bütün sahne kararıyor, sadece kapı
kanatlarının altından masmavi bir ışık boyuyor sahneyi. Prolog’da gördüğümüz
iki erkek bir kadından oluşan üçlü tekrar sahnedeler; kabusları onlar
görmüşler, yaşamışlar; üçlünün arasındaki çetrefil ilişkiler kabusun kendisi
olmuş sanki. Şimdiyse, “Die Nacht”ın dingin etkisiyle durulmuşlar, kabuslar
geride kalmış, bulutlar açılmış, berrak ve sakin bir gökyüzünün altındalar
sanki; fırtınalar atlatılmış ve sonunda huzur bulunmuş gibi..
90 dakikalık “Nacht umstellt”de hiç bir fazlalık, hiç bir
tekrar yok; Schläpfer hiç bir koreografik kelimesini veya
cümlesini yapıt içinde tekrar etmiyor; oldukça dolu ve yoğun bir iş!
Schläpfer’in becerisi ve başarısı, sadece tasarladığı
koreografiyle değil, müzik seçimiyle de kendisini gösteriyor; koreografi ile
müzik bütünleşmiş, etle tırnak olmuşlar sanki.
Sciarrino kendi bestelerini “Sessizlikte, boşlukta, yoklukta kendimizle karşılaşırız; ve hatta,
kaybolup gitmiş rüyalarımız gibi geceleri ortaya çıkan korkularımızla” diye
açıklarken; Schubert’in “Die Nacht”ının evangelist teolog Friedrich Adolf
Krummacher imzalı dizeleri “Ne
güzelsin/mutlu sessizlik, göksel istirahat!/görüyor musun, parlak yıldızlar
nasıl/göğün yaylalarında dolaşıyorlar/ve aşağıya, bize bakıyorlar/uzak
diyarların masmaviliğinden sessizce” diye fısıldamakta bizlere. Martin Schläpfer’in koreografisi de; gecenin hüküm sürdüğü kabusların
dünyasından geçirerek huzura ulaştırırken bizleri, araç olarak bedenin
peyzajını kullanıyor..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder