istanbul şehir tiyatroları’nın “yuvaya dönmek- babam için”
adlı yapımı yoğun pina bausch atmosferi dolayısıyla beni o kadar
heyecanlandırdı ki, künyesinden projenin kilit ismi olduğunu fark ettiğim selim
can yalçın’ı aradım, ve onunla bir söyleşi gerçekleştirdim.
selim can yalçın’la mart sonunda (24 mart'ta), havanın limonata gibi
olduğu bir pazartesi öğleden sonrasında moda’da buluştuk; 1.5 saat kadar sohbet ettik. bazen ben sormadan o heyecanla anlattı, bazen benim pina bausch tiyatrosu üzerinden
sorduğum soruları yanıtladı; işte konuştuklarımız:
SÜREÇ
öncelikle bu projenin nasıl gerçekleştiğini merak ediyordum. selim can yalçın’ın ağzından “yuvaya dönmek”in kısaca oluşum süreci:
“alessandra paoletti üç yıl önce şehir tiyatrolarının cgsm
bünyesinde bir atölye çalışması yapmak üzere istanbul’a gelmişti, ben de bu
atölyeye tesadüfen katılmıştım. tanıştık, arkadaş olduk; zamanla, benzer
şekilde düşündüğümüzü fark ettik.
alessandra “burada bir iş yapmak istiyorum, oturup
çalışalım” dedi; çalışmaya, araştırmaya başladık..
alessandra sınır kavramıyla çok ilgileniyordu, istanbul’u
iki kıta arasında doğal bir sınır olarak tanımladığı için burada çalışmak onun
için çok önemliydi..”
TEMA
oyunun genel dramaturjik yapısı pina bausch’un yapıtlarına
çok benzediği için, oyununu omurgasını kuran tema(ların) nasıl oluştuğunu, üretim
sürecinde bausch gibi soru-cevap şeklinde mi çalıştıklarını, yazılı bir metnin
olup olmadığını sorduğumda selim can yalçın’ın anlattıkları şunlardı:
“alessandra’nın ilgilendiği sınır kavramının yanısıra, kayıp
ve göçmenlik temaları etrafında da gelişen bir çalışma yaptık; herşeyini
kaybetmek zorunda kalmış, toprağından gönderilmiş bir ailenin hikayesi..
tarihi bir olay içinde bir ailenin çöküşü, parçalanmaya
böyle bir yapının vereceği tepkileri araştırmak istedik, ancak oyunda bunların hikayesini aktarmıyoruz; hikaye bir yerden
başlayıp bir yere gitmiyor; parçalar arasında çizgisel bir bağ yok, birbirinden
bağımsız özellikleri var..
küçük insanların yaşadıkları şeyler, küçük ayrıntılar önemliydi
bizim için.. oyunun başında anlatılan hikaye ise oyundaki hiç bir karakterin
hikayesi değil; o gerçek bir hikaye..”
“sınır, kayıp, göçmenlik temaları etrafında kişisel
hikayeler anlatırız, doğaçlayarak bu temalar etrafında bir şeyler çıkarırız
diye düşünürken, süreç içinde çalışma şeklimiz evrildi ve biz bir metnimizin
olması gerektiğine karar verdik; bu sayede hem çalışacağımız insanlarla
iletişimimiz kolaylaşacak, hem de 1-2 senelik prova sürecine ihtiyacımız
olmayacaktı. ama, öyle yapsaydık, belki başka bir iş ortaya çıkmış olacaktı.”
“zaman içinde bir metin oluştu; alessandra çok yoğun
çalışarak, başka kaynaklardan da beslenerek metni oluşturdu; metnin ilk
versiyonunu çıkardıktan sonra üzerinde çalışmaya devam etti ve 10-15 versiyonunu
yazdı. ancak, oyuncularla üretim sürecinde metin ile çalışmadık. metne geri
dönmemiz çalışmaya başladıktan 1.5-2 ay sonra oldu. bu zaman zarfında,
oyuncularla metinden alınan kavramlar üzerinden soru-cevap şekilde çalıştık.
çocukluğu hatırlamak, çocukluğa veda etme zorunda kalmak,
kişilere veda etmek zorunda kalmak, o aramanın, arayışın, kaybetmenin,
endişenin oyuncuların kişisel geçmişindeki karşılığını bulabilmek için, belli
hazırlanmış sorularla oyuncuların kişisel malzemelerinden yola çıkmak gerekti.
bazı şeyleri sürekli kendi içimizde veya dışımızda aramak ve
bulmak zorundaydık; malzemeleri ürettik, sonra bunları metindeki sahnelere ve
diyaloglara yönlendirdik.
oyunun son halindeki konuşmaların sıralaması metin ile aynı değil;
dramaturjik çalışmayı yaparken daha akışkan bir kurgu izleyebilmek için
değiştirdik..”
“savaş, etnik köken veya din sebebiyle insanların bir yerde
bir yere aktarılması, hele de bu durumla alakaları yokken gönderilmeleri; kendi
evinizin olduğu yerde birdenbire bir yabancıya dönüşmek; gidilen yerde yabancı
olmak çok acı bir şey! bu yüzden oyunun başında üvertür olarak bir masal
anlatıyoruz; tilki’nin horoz ile arkadaş olalım deyip onu yemesi aslında oyunun
özeti..”
“derdimiz belli bir dönemi ve belli insanları aktarmak
değildi; bu yüzden oyunun içindeki hikayeler gerçek olsa da, sahnelemede “gerçekçi”
bir yaklaşım yok; anlar ve parçalar var.. oyundaki kişiler temsili bir yerdeler;
bir anının içinde başka bir anı hatırlıyorlar; oradan oraya yolculuk ediyorlar..
biz burada hayatın karmaşasını anlatıyoruz ama karmaşık bir
şey anlatmıyoruz; felsefi bir damardan, anlaşılmayacak kavramlar üzerinden
kimsenin yaşamadığı, yaşamayacağı şeyler, duygular anlatmıyoruz.. oyunun
politik söylemleri, felsefi kavramları yok, çok öz bazı şeyleri var, ama onları
da başka türlü anlatmaya, aktarmaya çalıştık; biraz soyutlayarak anlatıyoruz..”
oyunun adındaki “babam için” alt başlığını sordum selim can
yalçın’a:
“tabii ki babası, alessandra’nın en büyük kaybı; biz de
oyunda kayıp temasını işlerken, bu çok anlamlı.
bu işe başladığımız zaman ben de babamı kaybetmiştim.
ancak, öte yandan oyunda baba figürü yok; iki aile var,
kuzenler var, ama ikisinin de babası yok.
oyunda babaların olmaması, ilk kayıpların babalar olması, kayıp
temasını işliyor ve projenin içine kendimizden de bu kadar şey koyuyor olmamız
dolayısıyla bu alt başlığın özel ve anlamlı olacağını düşündük; bir anlamda
taziye gibi bir oyun..”
JULİE ANN STANZAK
bu projeye pina bausch dansçılarından julie ann stanzak’ın
sanatsal danışman olarak ve damiano ottavio bigi’nin yardımcı koreograf olarak
katılmaları nasıl oldu; neden yapımın genel havası bu kadar yoğun bir şekilde “bauschvari”
diye sorduğumda selim can yalçın şunları söyledi:
“alessandra aslında oyuncu ve oyuncu koçu; çok yakın zamanda
oyun yazmaya ve yönetmeye yöneldi.
bu proje, alessandra’nın bu tür iş yapmak istemesi, bu tür
işten hoşlanması, kendi cümlesiyle “ben bununla büyüdüm, bunu seviyorum, böyle
tiyatro yapmak istiyorum” demesiyle gerçekleşti. demek ki, alessandra’nın
başlamak istediği atmosfer ve varmak istediği nokta buymuş..
kaldı ki metin kullanmamız, oyun içindeki sahneler,
oyuncuların oynuyor olması, konuşmanın, monologların olması bu projeyi pina
bausch’un yapıtlarından ayıran özellikler kanımca..”
“julie ann stanzak’ın projeye dahil olması ise bütünüyle
alessandra’nın çabasıyla oldu.
ben alessandra ile nasıl tanışmışsam, alessandra
da julie ile aynı şekilde tanışmış. julie projeyi çok sevmiş, aralarındaki
dostluk sebebiyle “sen orada böyle bir şey yapıyorsan ben de gelirim” demiş
julie.”
“julie öyle kolay kolay bir yerlere gidebilen birisi değil;
tanztheater wuppertal’in programı dolayısıyla çok yoğun. bu yüzden onu çok zor
getirdik; ben her seferinde julie’yi havalimanından alıp, hep beraber 2 gün
aralıksız çalıştıktan sonra havalimanına bırakıyordum. ayda iki kere bunu
yapıyorduk.”
“julie’nin tam bir “artistic collaborator” (sanatsal
katılımcı anlamına gelen bu tabiri biz sanatsal danışman olarak
türkçeleştirdik) olarak kostümlerden sahne tasarımına kadar projenin her şeyine
katkısı oldu.”
“”yuvaya dönmek”de hareketleri üretirken imgeler-imajlar
üzerinden çalıştık.
bir çocuğa ev çiz deyince bir ev, bir nehir çizer, ağaç
cizer, arkaya da bir dağ çizer. oyunda da bir ev, bir ağaç var, dağ var, nehir
var, sınır var, geçmiş olduğumuz bir deniz var; ve bunların hepsi tersine
dönmüş duruyor sahnede. biz bunların arasında deviniyoruz ve bunlar dönüşüyor;
çok anlamlı hallere bürünüyorlar..
bunların gelişiminde ve oluşumunda julie’nin yardımı çok
büyük oldu. julie metinden aldığı imgeleri kullanarak bize; bir sözcüğü beden
diline nasıl dönüştürürüz, bir cümleyi bedenimizle yazdığımızı düşündüğümüzde
nasıl bir hareket çıkar ortaya, onun anlamı bizim için ne olabilir, bu anlamlar
nasıl yeni anlamlar üretir, oyuncu kendi kendinin, kendi hareketlerinin yazarı nasıl
olur anlamında çok yardımcı oldu. bu süreçte sololar, ikililer, topluluk
hareketleri ortaya çıktı..”
“damiano; julie ve alessandra’nın davetlisi olarak projeye
katıldı, bizimle çok uzun vakit geçirdi; koreograf olarak onun bilgisinden her
anlamda faydalandık; damiano ilk defa dansçı olmayan bir tiyatro ekibiyle
çalışıyordu. aynı zamanda, yardımcı yönetmen gibiydi de.”
“giuseppe sangiorgi diye bir arkadışımız daha vardı. yardımcı
yönetmendi, bizimle müzik ve ses üzerinden doğaçlama çalıştı, alessandra’nın
yönlendirmelerine göre hareket çalışmaları yaptırdı.”
EKİP
sahne üzerindeki oyuncu ekibin dans konusundaki başarıları
ise ayrıca takdir edilesi. formal dans eğitimi almamış oyuncuların bu seviyeye
nasıl geldiklerinin cevabı selim can yalçın’daydı:
“kalabalık ve yoğun çalışan bir tiyatro kurumundayız,
dolayısıyla mevcut kastın oluşturulması ve seçilmesi kolay olmadı. bu kastı bir
araya getirebilmek için bayağı uğraştık. kurumda bir proje için oyuncu seçmek
diye bir şey yok ama, ben bu projede görev alan herkesi tanıyorum; özel ilgi
alanları, böyle bir çalışmada olma istekleri de gözönünde bulundurulduğunda
ideal bir kadroyu bir araya getirmeyi başardık.”
“aramızda dans geçmişi olan yok; sadece, dansla ilgilenenler
var; hiçbirimiz kendimize dansçı diyemeyiz. herkes kendi isteği ile gönüllü
olarak çalıştı.”
DEKOR
“sahne tasarımının bir parçası olarak kullanılan çatı adrian
paci’nin “gidilecek ev” adlı bir enstalasyonu; bize kullanmamız için izin verdi.
paci göçmen bir sanatçı ve bu tür işleri var; bizi destekledi.
alessandra özellikle paci’nin işlerinden çok etkileniyor.
kapısını çalıp projeyi anlatınca paci projeyi beğenmiş ve “gidilecek ev”i sahne
tasarımının bir parçası olarak kullanmamız için izin vermiş; bu da bizim için büyük
bir şans.”
tam da burada, yine pina bausch’a referans vererek selim can
yalçın’a şunu soruyorum: bausch’un yapıtlarında sahne tasarımı prömiyerden bir
ay önce belli olur, ama bausch ve dansçıları bu kısa sürede sahne tasarımıyla
vakit geçirerek onu kendilerinin kılmayı, kullanmayı başarırlar. sizin sahne
tasarımıyla ilişkiniz nasıl oldu, “gidilecek ev” baştan belli miydi?”
“repertuvar versiyonunu çıkaracağımız belli olduğu zaman alessandra
“gidilecek ev” ile gelmişti zaten. sonraki çalışma sürecinde bu çatıyı niye
devirmiyoruz, altına tekerlek koyup hareket ettirmiyoruz, içini oda gibi
kullanabiliriz, kısmen devrilmiş bir mekana dönüşebiliriz, üzerine çıkabiliriz
dedik, denedik..”
SAHNE
bana göre, özellikle harbiye muhsin ertuğrul sahnesi’nde
mekanını, espasını bulan “yuvaya dönmek”in şehir tiyatroları’nın diğer
sahnelerine nasıl adapte olabileceği kaygımı paylaştığım selim can yalçın bu
konuda şunları söyledi:
“provaları ağırlıklı olarak fatih reşat nuri sahnesi’nde
yaptık. bu yüzden de galada o sahnenin çalışanlarına özel olarak teşekkür ettik.
ama doğrusu, harbiye muhsin ertuğrul sahnesi gibi bir alana ihtiyacımız vardı;
mesafe, ölçü, ölçek olarak.
ancak tiyatroda en önemli şeyi yapıyoruz veya diğer
ekiplerden, oyunlardan bir farkımız var gibi bize yaklaşılsın istemedik, bunu
hiç bir zaman düşünmedik de. zaten kurumu oldukça zorladığımızı düşünüyoruz;
yardım konusunda ellerinden geleni yaptılar.
“baştan başlarken “siz bunu lütfen mümkün olduğu kadar her
yerde oynayın” demişlerdi; sahnelere göre başka çözümler bulmak durumunda
zorunda kalıyoruz, henüz küçük bir yerde oynamadık ama şimdi, nisan ayında
üsküdar kerem yılmazer sahnesi’nde oynayacağız. oyun genelinde değişmeyecek, çünkü
değiştirme fırsatımız yok; çünkü prova yapılacak yer yok. biz sadece kendi
hazırlığımızı yapıyor olacağız. yaratıcı ekip de aslında istiyor ki her haftaki
oyun için gelsinler, bizim yanımızda olsunlar; oyun daha nasıl geliştirilir,
daha ileriye nasıl götürülür, başka neler yapılabilir diye çalışalım.. ancak
böyle bir devamlı çalışma-araştırma süreci için imkanımız yok.”
“kerem yılmazer sahnesi’nde alan küçülecek ama olduğu kadar
aynı kalitede oynamaya çalışacağız, elimizden geleni yapacağız. oynamak
zorundayız, oynayacağız, çok fazla şansımız yok, oradaki seyirciye de ulaşsın;
biz çözüm bulup, ulaştırmak istiyoruz.”
KURUM
en çok merak ettiğim şeylerden biri, böyle bir yapımın
istanbul şehir tiyatroları içerisinde gerçekleşmesinin nasıl mümkün olduğuydu; selim
can yalçın anlattı:
“projenin gerçekleşmesi çok zor oldu ama kurumun desteği çok
fazlaydı. bu tarz bir proje için talepleri vardı da biz böyle bir iş yaptık
değil. biz çıkardık, onlar da hayır demediler; şansımız ve çabamızdı!”
“oyunun daha önce bir versiyonu çıkarmış, iki yıl önce genç
günler kapsamında oynamıştık; kurum yöneticileri hem işi hem de konuyu çok
beğenmişlerdi. o yapımda dans bu kadar baskın değildi ama o ekipte dansçılar
vardı.”
“doğal olarak kurum tarafından ürkek yaklaşılıyor; seyirciye
ne kadar konuşur, hitap eder.. ama herkes, hepimiz için bir açılım oldu. herkes
çok büyük fedakarlık gösterdi; hem oyuncular hem de tiyatro kurumu.
kurumun bizi anlaması, sabır göstermesi çok önemliydi;
çalışma şekli olarak farklı bir düzene sahip bir kurumda bu projeyi yapmak bir
devrimdi.”
“projenin bizler için önemi ise; alessandra, julie ve
damiano’nun nasıl çalıştıklarını, nasıl bir disiplinleri olduğunu, nasıl
yaklaştıklarını ve herşeyin özüne nasıl inebildiklerini görmüş olduk. bizler
için çok iyi bir tecrübeydi.”
SON OLARAK
selim can yalçın son olarak şunları söyledi:
“yabancı yönetmenler türkiye’de iş yaptıklarında, bir kaç
istisna dışında genellikle, daha önce yurtdışında yaptıkları prodüksiyonları
burada yeniden gerçekleştiriyorlar. buraya gelip sıfırdan iş yapan yabancı
yönetmen neredeyse yok..
biz bu projeyi burası için, burada, birlikte ürettik.
insanlar gelip burada kendi çabalarıyla vakit geçirdiler. bu çok sesli, çok
kültürlü bir projeydi: italyan, alman, amerikan ve türk; dört ülkeden
sanatçılar birlikte çalıştılar.
istanbul’da, sınırda bunun oluyor olması, bu kadar insanın,
dilin bir araya gelmesi, istanbul’un tiyatrosu’nda bir araya gelip birbirini
anlamaya çalışıyor olması ve bunun gerçekleşmesi projenin özüne de çok uygundu;
kültürlerarası ortaklık ve köprü kuruldu…”
ilginiz için teşekkür ederim.. sevgiler..
YanıtlaSil