15 Ocak 2012 Pazar
zümrüt-ü anka kuşu gibi bir "zenne"
"zenne" zümrüt-ü anka kuşu renklerinde bir film. konu ettiği karakterlerinin dert dolu, depresif hayatlarına rağmen, "zenne" umut dolu bir film. "zenne", küllerinden yeniden doğan anka kuşu gibi, töre cinayetine kurban giden eşcinsel ahmet'in de daha mutlu, daha eşit, daha özgür, daha sevgi dolu bir dünyaya tekrar doğacağını hayal eden bir film.
bu topraklarda ilk filmini çeken bazı yönetmenler gibi (örneğin: uğur yücel, bknz: "yazı tura") "zenne"nin yönetmenleri m. caner alper ve mehmet binay da kucaklarına, taşıyamayacaklarından çok karpuz doldurmaya çalışmışlar. bu ülkede töre cinayetlerini ve eşcinsellerin yaşadıklarını anlatmak yeterince ağır ve zorken, bir de bunlara alman fotoğrafçının travmatik afganistan izlenimleri, güneydoğu'da şehit olmuş binbaşının iç savaşta arızalanmış büyük oğlunun hezeyanları katılmış. yetmemiş; can'ın teyzesi, ahmet'in kızkardeşi, danny'nin menejeri derken senaryo o kadar kabarmış ki, esas karakterler yeterince derinlikli çizilememişler, onların arasındaki ilişkileri işlemeye yer ve zaman kalmamış. neyse ki özellikle yan karakterleri canlandıran oyuncular (tilbe saran, esme madra, jale arıkan) o kadar inandırıcılar ki, onları seyretmek bir keyif; karakterlerini hiç fazlalıkmış gibi hissettirmiyorlar.
ancak; bu kabaran senaryo yüzünden eşcinsel ahmet yıldız'ın ailesi tarafından öldürülmesinden esinlenilen esas hikaye neredeyse ikinci plana itilmiş.
antalya'da ahmet'i oynayan erkan avcı'ya en iyi erkek oyuncu ödülü verilmiş ancak filmin birinci karakteri o değil ki; "zenne" can, canlandıranı kerem can. kaldı ki, kerem can erkan avcı'dan daha iyi bir performans çıkarıyor; ödül neden ona verilmemiş!
ve ne yazık ki "zenne"nin bir çok sahnesi bir çok filmi hatırlatıyor. ilk akla gelen; kumsal sahnesi ve "çöller kraliçesi priscilla".
bu kadar can alıcı bir konuyu gündeme getirmek ne kadar isabetliyse, ve yönetmenlerin samimiyetlerinden zerrece kuşku duymuyorsam da, "zenne" maalesef sinema sanatı açısından oldukça acemice bir film. bol renk, müzik ve oryantalizme göz kırpan gösterişli kostümlerle bezenmiş dans sahneleri filmi kurtarmıyor. bir çok sahne yapay kalıyor; duygusu seyirciye geçmiyor. filmin artistik ve estetik puanları güçlü ancak dramatik yapısı yeterince sağlam değil.
çok basit bir örnek: ahmet neden kızkardeşini gardan uğurlamaz da, evde kalır. gar sahnesi çekmek pahalı olduğu için mi. o zaman sadece iç mekanlarda, odalarda geçen bir film çekilseymiş. zaten filmin büyük bir çoğunluğu, karakterlerin iç dünyalarını yansıtan iç mekanlarda, odalarda geçiyor. karakterlerin kıstırılmışlık hisleri de bu iç mekanlarda daha yoğun hissediliyor.
zenne can'ın odasında, yatağının başucunda asılı fotoğraflardan biri pina bausch'un gençlik zamanından cilveli bir pozu. can'ı canlandıran kerem can'ı zenneliğe çalıştıranlardan biri de pina bausch'un dansçısı ve asistanı daphnis kokkinos.
sırf o pina fotoğrafı bile filmin bütün ekip tarafından ne kadar içtenlikle çekildiğinin kanıtlarından biri. ancak ne yazık ki, sözkonusu sanat olunca sadece samimiyet ve niyet yeterli olmuyor.
yine de; bütün acemiliklerine rağmen "zenne" izlenmeyi hak ediyor. başta, yönetmenler olmak üzere bütün yaratıcı ekibin, bu toplum için marjinal kalan kahramanların hikayelerini beyazperdeye taşıma cesareti gösterdikleri için.
ve ahmet yıldız için...
Etiketler:
dans,
daphnis kokkinos,
gay,
kerem can,
m.caner alper,
mehmet binay,
pina bausch,
sinema,
tilbe saran
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder