10 Ağustos 2011 Çarşamba

beklenen şov yapıldı, salon şenlik yerine döndü; etkileyiciydi!


simon bolivar venezüella senfoni orkestrası dün akşam beklenen şovunu yaptı. televizyonlardan defalarca kayıtlarını izlediğimiz şekilde, programlı konser bitip, bislere sıra gelince; salon ve sahne bütünüyle karartıldı ve ışıklar yeniden yandığında sahne rengarenkti. 220 tane venezüella bayraklı ceket giymiş müzisyen!

akşamın sürprizi ise; orkestranın çalacağı bis parçalarını yönetmek üzere, gustavo dudamel’in seyircilere doğru belli bir yöne bakıp iki genci parmağıyla sahneye çağırması oldu. beraber arkaya gittiler, dudamel ile gençlerden biri venezüella ceketi giymiş olarak geri geldi. dudamel gencin eline batonu tutuşturdu, şef podyumuna bıraktı ve salona inip seyircilerin arasında bir koltuğa oturdu.
genç, sanki kırk yıllık orkestra şefiymiş gibi rahat, akıcı, kendinden emin ve neredeyse bütün çalgıların girişi bilerek arturo marquez’in 2 numaralı meksika dansını (danzon) yönetmeye başladı. [ne diyorum ben! zaten, sahnede 40 yaşının üstündeki tek kişi, çekim yapan kameramandı! ne orkestra üyeleri ne de gustavo dudamel. ortalama herhalde 25 falan olmalıydı] sonra diğer genç geldi sahneye ve bernstein’in “mambo”sunu ve ginestra’nın “malambo”sunu yönetti.
bugün-yarın gazetelerde yazar, öğrenmiş oluruz; sanırım bu iki genç istanbulluydular; maestro abreu ile dudamel’n pazar akşamı galata meydanı’ndaki konserlerden gözlerine kestirdikleri iki doğal yetenekli müzisyen genç.

...

pazartesi akşamının resmiyetinden sonra, dün akşamın enerjisi tam da venezüellalı gençlerden beklediğimizdi. doğrusu ben, tek bir bis parçası bile çalmadıkları pazartesi akşamından sonra, “bunlar yarın akşam bayraklı eşorfmanlarını da giymeyecekler, şovlarını da yapmayacaklar herhalde” diye düşünmeye başlamıştım. değil mi ki orkestranın adından “gençlik”i çıkartıp “senfoni”yi koymuşlar, bayraklı şovlar da eskide kalmış olabilirdi; olmadı.
venezüellalı gençlerin, bernstein’in “mambo”sunu; bir yandan çalgılarını çevirirken, diğer yandan “mambo” diye bağırarak, mütemadiyen ayağa kalkıp oturarak, kendi etraflarında dönerek ve iki yana salınarak çaldıklarına tanık olmaktan pek memnunum.
konserin sonunda salona doğru fırlattıkları venezüella bayraklı ceketlerini kapmış olan şanslı seyirciler benden de mutlu olmalılar.
olur da bir daha gelirlerse kesin parterde ön sıralarda olacağım.

...

konsere gelirsek; orkestrada pazartesi akşamki sıradanlıktan eser yoktu. benim izlenimim, belli ki çaykoski’ye daha ısınamamış olmaları; minimal kusurla ve düzgün çalıyorlar ama daha içerden hissetmiyorlar.

dün akşam ise, programın ortasına yerleştirilen venezüellalı ve meksikalı bestecilerin birer yapıtını kenara koyarsam, başlangıç ve sondaki zor yapıtların icralarında olağanüstüydüler.
ikisi de 20 yüzyıl başının efsanevi emprezaryosu diaghliyev tarafından bale yapıtı olarak ısmarlanmış ravel’in “daphnis ve chloé süiti” ile stravinski’nin “ateşkuşu süiti”nde orkestranın icrası o kadar etkileyici, sürükleyici, tek bir nefeste çıkmış gibi bütünsel ve duyguluydu ki acaba venezüellalı gençlerin repertuarlarında “bahar ayini” de var mıdır diye düşünmeden edemedim. varsa eğer, onlardan “bahar ayini” dinlemek unutulmaz bir deneyim olmalı!

1 yorum:

  1. bir düzeltme: bisleri yöneten gençler istanbullu değilmiş.
    benim özellikle beğendiğim ilk genç, yani danzon no.2'yi yöneten şefin adı jesús parra'ymış.

    YanıtlaSil