yazdıdaki bütün fotoğraflar: mehmet kerem özel, antwerp, 15.12.2023
gösterinin başlamasını beklerken
İnci Avcıları (Les pêcheurs de perles) Bizet’nin Carmen’den sonra en tanınmış operası olsa da, genel opera repertuvarı içerisinde az bilinen ve ender sahnelenen yapıtlardan biri; o kadar ki, temel opera kitaplarında, örneğin Faruk Yener’in 1964 tarihli “100 Opera”sında yer almıyor.
İnci Avcıları’nın dünya prömiyeri 1863 yılında Paris’te Théâtre Lyrique’de yapılmış; seyirciler tarafından olumlu karşılanmış, Hector Berlioz dışında dönemin bestecileri ve eleştirmenler tarafından ise beğenilmemiş. Yapıtın tarih içindeki yolculuğu da talihsiz: Bizet hayattayken bir kere daha sahnelenmemiş, daha sonra özellikle sonu birkaç kere değiştirilmiş, ek müzik yazılmış. Bizet’nin özgün versiyonuna; 1970’lerin başında Arthur Hammond’un müdahelesiyle yaklaşılmış, 2010’da bizzat Bizet’ye ait 1863 yılı şef partisyonunun Fransa Ulusal Kütüphanesi’nde bulunmasıyla ulaşılmış.
Librettosu Eugene Cormon ile Michel Carré imzalı, üç perdelik İnci Avcıları antik dönem Ceylan’ında (şimdiki Sri Lanka) iki erkeğin, inci avcılarının lideri Zurga ve Nadir’in, birbirlerine verdikleri dostluk yemini ile aynı kadına, Leyla’ya duydukları aşk arasında kalışlarının öyküsünü anlatıyor. Buna paralel olarak, bir Hindu rahibesi olan Leyla’nın erkeklerden birine duyduğu aşk ile kutsal yemini arasında kalışı da operanın yan anlatılarından biri.
Operanın başında inci avcılarının kendilerine lider seçtikleri Zurga (bariton) ile köye bir yıllık bir aradan sonra dönen Nadir (tenor), eskiden aynı kadına aşık olmalarına rağmen birbirlerine verdikleri dostluk yeminini bozmadıkları için eski günleri yad ederler. Bu sırada söyledikleri “Au fond du temple saint”, opera tarihinin en tanınmış ve sevilen düetlerinden biridir. Nadir bir yıl önce, o sırada köyden ayrılan Leyla’nın ardından gitmiş, Leyla’nın inci avcılarını korumak üzere dua etmek için köydeki tapınağa geri dönüşüyle, onun peşinden köye geri gelmiştir. Zurga denize açıldıktan sonra Nadir’in Leyla’ya duyduğu aşkı dillendirdiği “Je crois entendre encore” tenor sesi için yazılmış en içli aryalardan biri olmasının yanı sıra operanın; kendisinden de ünlü, en bilinen, sevilen ve konserlerde sık sık icra edilen parçasıdır. Leyla (soprano) da Nadir’e aşıktır, o kadar ki, inci avcılarını korumak için ettiği duayı içeren ünlü “O Dieu Brahma” aryasını aslında sadece Nadir için söylemektedir.
Leyla ile Nadir tapınakta operanın başka bir ünlü parçası “Ton coeur n’a pas compris le mien” başlıklı düetle aşklarını hatırlayıp tazelerken başrahib Nourabad (bas) tarafından yakalanırlar ve köye ifşa edilirler. Köylüler Zurga’dan Leyla ile Nadir’in idamını talep ederler. Zurga, yüzü baştan beri peçeyle kapalı olduğu için tanımamış olduğu Leyla’nın yüzünü görmesiyle Nadir’in, birlikte ettikleri yemine ihanet ettiğini anlar; bu nedenle çok kızgındır ve intikam istemektedir, ama “L’orage s’est calme” aryasında söylediği gibi gençliklerinden beridir dost olduğu Nadir’i kaybedecek olmaktan üzgündür de. Leyla ile Nadir idama götürülürken Leyla boynundan çıkarıp, annesine ulaştırması için Zurga’ya bir kolye verir. Kolye, küçük yaştayken saklanacak bir yer bularak kurtardığı bir kaçak tarafından Leyla’ya verilmiştir. Kolyeyi gören Zurga, yıllar önce onu kurtaran kızın Leyla olduğunu anlar, köyü ateşe vererek köylülerin dikkatini dağıtır ve böylece Leyla ile Nadir’in kaçmalarını sağlar. Operanın özgün versiyonu, Zurga tek başına sahilde otururken sonlanır.
Bizet’nin ölümünün ardından yenilenerek sahnelenen 1886 versiyonunda Leyla ile Nadir’in kaçmalarına izin verdiğini gören Nourabad’ın köylülere söylemesi üzerine Zurga bıçaklanarak öldürülür. Yapıtın sonraki başka versiyonlarında Zurga farklı şekillerde de öldürülmüştür.
Belçika’nın Ghent ve Antwerp şehirlerinde yerleşik olan ve performanslarını bu iki şehirdeki opera binalarında gerçekleştiren Flaman Opera ve Balesi (Opera Ballet Vlaanderen) yapımı olarak sahnelenen İnci Avcıları’nın yönetmen koltuğunda Belçika’nın dünyaca ünlü tiyatro kolektiflerinden FC Bergman ekibi oturuyor. Geçtiğimiz yaz Venedik Tiyatro Bienali’nde Gümüş Aslan Ödülü’nü almış olan ekip, Antwerp Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun arkadaşlar Stef Aerts, Thomas Verstraeten ve Marie Vinck’ten oluşuyor.
FC Bergman ekibi hikayeyi bir huzurevine taşımış. Bu tercih ilginç, ancak aryaların çoğunda protagonistlerin şimdiki zamandaki duygu ve düşüncelerinden çok birbirleriyle yaşadıkları anıları anlattıkları düşünüldüğünde, anlatıyı eskinin hatırlandığı bir huzurevine taşımak yadırgatıcı değil. Ayrıca, özgün hikayede protagonistler aslında yaşadıkları aşk ve ettikleri yeminlerden sonraki bir zamanda tekrar karşılaşıyorlar; FC Bergman’ın tercihi, bu tekrar karşılaşmayı bir yıl sonrasına değil, protagonistlerin hayatının son evresine taşımak.
Yapımda, çoğu opera yapımının vazgeçilmez öğesi döner sahne kullanılıyor. Döner sahnenin bir yüzünde yaşlılar yurdunun birkaç mekanı; yemekhanesi, ölü yıkama odası ve morgu varken, diğer yüzünün bütününü, yükseldiği en uç noktada donup kalmış devasa bir dalga kaplıyor. Yemekhanenin bir tarafındaki büyük pencere dalganın olduğu tarafa açılıyor. Sahnenin yavaş yavaş dönmesiyle ve bazı sahnelerde bu dönmenin hiç durmamasıyla; her an ölümün kol gezdiği, her an sakinlerinden birinin ölüme yenik düştüğü yaşlılar yurdunun mekanı ile ölümsüzleşen anıların imgesi olan donup kalmış dalga mekanının, yani zamanların, şimdi ile geçmişin sürekli iç içe geçmeleri, sanırım bir opera mizanseninde döner sahne kullanımının, hızlı bir sahne değişimini sağlamanın çok ötesinde, derin bir anlam kazanarak anlatıya hizmet ettiği ender örneklerden biri.
FC Bergman anlatıda ve hikayede bazı değişikliklere de gitmiş. Anlatıdaki en önemli değişiklik Zurga, Nadir ve Leyla’dan ikişer tane olması; yaşlılıklarını şancıların oynadıkları Nadir ve Leyla’nın gençliklerini genç dansçılar, Zurga’nın gençliğini ise yapıtın ilerleyen kısımlarında Nourabad’ın partisyonunu da söyleyen, ama ilk kısımlarda dansçılarla birlikte hareket tasarımının bir parçası olan -dolayısıyla benim gibi çoğu seyircinin başta sadece dansçı zannettiği- genç bir şancı canlandırıyor. Böylece protagonistlerin yaşlılık halleri eskiden, anılardan bahseden aryaları icra ederken, gençlik halleri önce fotoğraf karelerini andıran hareketsiz duruşlarla belli anıları canlandırıyorlar, ilerleyen sahnelerde hareketleniyorlar da. Bunlar arasında en etkileyici olanı Nadir ile Leyla’nın aşk düeti sırasında çırılçıplak iki genç dansçının (Bianca Zueneli ve Jan Deboom) donmuş dalganın altında müthiş akıcı bir hareket tasarımıyla kah ayakta kah yatarak kah birbirlerine dokunarak, kah ayak veya elleriyle birbirlerine ivme vererek oynaşıyor, sevişiyor oldukları.
Nourabad’ın partisyonunun Zurga’nın gençlik hali olması da hikaye açısından sırıtmıyor, çünkü başrahip Nourabad’ın katı ve kuralcı sözleri Zurga’nın, Nadir ile Leyla’nın ihanetlerini öğrendikten sonra iç dünyasında yaşadığı ikilemdeki sert tarafı dillendirmeye yarıyor.
FC Bergman’ın hikayade yaptığı değişikliklerden en önemlisi ise; librettonun Zurga’nın Nadir ile Leyla’yı bağışlamasını kolyeyi fark etmesi gibi basit bir olguya bağlamasını, Nadir ile Leyla’ya duyduğu dostluk ve aşk ile onlar tarafından ihanete uğramasıyla yaşadığı hayal kırıklığı ve öfke arasında kalışının çözümünde basit kaldığını ve bunun Zurga karakterinin ruhsal dünyasına haksızlık olacağını düşünmelerinden dolayı, kolye objesini hikayeden kaldırmak.
FC Bergman’ın sahnede kurduğu dünyada hoş detaylar var. Donmuş dalganın geçmişteki güçlü bir anı/anıyı zamanda sabitlemek gibi bir imgesel anlamının olmasının yanı sıra, Hokusai’nin ünlü estampındakine benzer devasa boyutlarda, bütün gücüyle birazdan sahile ulaşıp belki önüne çıkanları tarumar edebilecek bir dalga ile geçmişteki bir anının/yaşanmışlığın tekrar hatırlanmasıyla şimdiyi etkileyecek olmasının örtüşmesi anlamlı.
FC Bergman’ın bütün yapıtlarında olan kara mizah ve tiyatroya “meta” bakış bu sahnelemede de kendini gösteriyor. Donmuş dalgaya gösterinin son bölümünde sanki bir diarama’mıymış (gerçek veya kurgu bir olayın, anın veya hikâyenin, ışık oyunları da kullanılarak yapılan gerçek boyutta ve üç boyutlu maketi) gibi davranılıyor, yani meta-bakışla dalganın “dekor olma hali”nin altı çiziliyor: Dalganın altına -devrilmesin diye- bir dayanak yerleştiriliyor, bir restoratör dalganın boyalarını yeniliyor, hatta Nadir ile Leyla’nın huzurevinden kaçışları doğrudan merdiven dayadıkları dalganın üzerine çıkmalarıyla gerçekleşiyor. Nadir ile Leyla’nın hayalinin, yani sonsuza kadar birlikte olmak istemelerinin, dalganın üzerine çıkışlarıyla gerçekleşmesi ile baştan beridir huzurevinin mekanlarında dalga motifli tabloları ve akvaryumu görmüş olmamız da tesadüf değil; huzurevindeki bütün yaşlıların hayali bu aslında, dalgalı bir sahile ulaşmak. Bu bölümde küçük yemek masalarının tek bir uzun masa olarak, yarısının yemekhane kısmında yarısının ise pencerenin diğer tarafında, yani donmuş dalga diaraması tarafında olacak, yani iki mekanı birbirine bağlayacak şekilde yerleştirilmiş olması, bu son bölümde artık anlatının içerdiği iki dünyanın tek bir gerçeklikte birleşiyor olmasını da beraberinde getiriyor.
Dalgayı ilk gördüğümüz andan itibaren üzerinde onunla birlikte, uçmakta olan donmuş martılar da anlamlı: Dalgayla oynaşmayan martı bilir miyiz, martısız dalga olur mu? Eğer dalga bir tutkuysa, ki bu hikayedeki arzu nesnesi Leyla, martılar da ona hayran ve aşık olan Nadir ile Zurga değiller mi? Hatta FC Bergman’ın yorumunda Leyla’nın yaşlı bir popstar olduğu göz önüne alındığında, o martılar sadece Nadir ile Zurga değil, Leyla’nın “O Dieu Brahma” aryasını söylerken, aynı bir pop konserindeymiş gibi çakmaklarını yakarak ona eşlik eden huzurevi yaşlılarının hepsi aslında. Ve, son sahnede martıların yerde ters dönmüş yatıyor olmaları ile Zurga’nın yüzükoyun yerde yatıyor olması da tesadüf değil. Çünkü hikayenin kaybedeni Zurga. Bu noktada, Zurga’ya, gösterinin ilk yarısında ölmüş olan bir yaşlıya yapılmış olan ölüm ritüelinin (başından su dökmek, yosunla kaplamak ve fotoğrafını çekmek) aynısının yapıldığını görmek de Zurga’nın öldüğüne, ya da ölecek kadar kahrolduğuna işaret; FC Bergman belki bu mizansenle Bizet’nin ölümü sonrası İnci Avcıları’na yapılan ve hepsinde istisnasız Zurga’nın öldürüldüğü müdahelelere ince, ironik bir göndermede bulunuyor.
gösteriyi alkışlarken
FC Bergman, arasız 105 dakika sürecek şekilde kurguladığı yapımı Flaman Opera ve Balesi bünyesinde ilk defa 2018 yılında sahneye koymuş. Büyük bir başarı elde eden yapım bu sezon 15 Aralık 2023 ile 24 Ocak 2024 tarihleri arasında yeni orkestra şefi ve şan sanatçılarından oluşan bir kadroyla tekrar sahneleniyor.
Belçikalı şef Karel Deseure orkestrayı hassasiyetle yönetiyor, yapıtın 1863’teki prömiyerinin ardından eleştirmenlerin Bizet’yi “Wagneryen” olmakla itham ettikleri orkestrasyonun tüm detaylarını ve katmanlarını görkemli ve tempolu ama aynı zamanda duygulu ve zarif bir şekilde ortaya seriyor. Jan Schweiger yönetimindeki koro, bulunduğu sahnelerde gereken etkiyi yaratma konusunda orkestraya mükemmel bir şekilde eşlik ediyor. 2018 yapımında da Leyla rolünü canlandırmış olan Rus lirik soprano Elena Tsallagova sadece billur gibi sesi, net artikülasyonu ve etkili icrasıyla değil, Leyla’nın yaşlılığını canlandırdığı sahnelerdeki oyunculuğu kadar yapımın ikinci yarısında makyaj ve protezlerden kurtularak genç Leyla’ya dönüştüğü zamanki cesaretiyle de övgüyü hak ediyor. Zurga rolünü kariyerinde ilk defa canlandıran Türkiyeli bariton Kartal Karagedik dostluk ile aşk, güven ile ihanet arasında kalmış, bütün bunları gençliğinde yaşamış ve durulmuş ruh dünyasının yaşlılığında tekrar bulandığı bu protagonistte öfkeyi, melankoliyi, fedakarlığı ve kabullenmişliği gerek oyunculuk gerek ses icrasındaki titiz, nüanslı ve ikna edici yaklaşımıyla mükemmel bir şekilde yakalıyor ve aktarıyor. 58 yaşındaki Belçikalı tenor Marc Laho da dostunu ve aşkını hatırlayan yaşlı Nadir olarak ikna edici. Laho, operanın en ünlü iki parçasında, Zargo ile düetinde dengeli, kendi aryasında ise seyirciyi, en azından beni, ağlatacak kadar lirik ve duyguluydu.
Tarihi operaların çağdaş sahnelemelerinin en büyük handikabı müziğe ve librettoya ihanet etmek olabiliyor; günümüz yönetmenleri yapıtı, güncellemek adına pervasızca, içerdiği hikayenin geçtiği tarihten veya yerden bağımsız bir şekilde ele alabiliyorlar. Tiyatro sanatçılarından oluşan bir kolektif olan FC Bergman’ın bu ilk opera sahnelemesinde yakaladığı başarı sahnelemenin temelini besteyle et-tırnak ilişkisinde olan güftelerin içeriğinin alması kadar, burada tek tek değinemeyeceğim titizlikte, ama yazının başlangıcında ilk örneğini verdiğim üzere, müzikteki neredeyse bütün vurguların, devamlılıkların, kesintilerin gözetilerek figürlerin ve döner sahnenin hareketlerinin ve mizansenin hazırlanmış olması. FC Bergman’ın rejisi, hikayesini şimdiye kadar beğenilmeyen, oryantalist veya eskimiş bulunan özelliklerinden arındırdığı İnci Avcıları’nı güncelliyor. Tabii ki bu sıradışı reji Flaman Opera ve Balesi’nin orkestra ve korosu ile konuk orkestra şefi ve şan sanatçılarının adanmışlıkları ve başarılı icraları olmadan etkili bir sonuca ulaşamazdı.
[Bu yazı Andante dergisinin Ocak 2024 tarihli 207. sayısında yayınlanmıştır.
Yazının, gösteriden fotoğraflar da içeren özgün haline bağlantıyı tıklayarak ulaşılabilir.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder