bu seriye isviçreli bir ressamla başlamıştım, bir diğer isviçreli ressamla devam ediyim: felix valloton.
2005 yılının soğuk ve karlı ocak ayının son günlerinde bern'i ziyaret edene kadar onu tanımıyordum. bir sempozyum için bern'deydim.
[o zamandan bahsedip şunu da yazmazsam olmaz: sempozyumdan önceki haftasonu vardığım bern'den bir günlüğüne wuppertal'e gidip, pina bausch'un "palermo palermo"sunu seyredip, son gece treniyle geri dönmüştüm. o gün yaşgünümdü, o yolculuk ve o gösteri kendime verdiğim bir hediyeydi. yorucu olmuştu ama değmişti.]
bern'deki güzel sanatlar müzesi'nde felix valloton retrospektifi vardı. sanırım daha önce hiç bir tablosuna denk gelmediğim, ya da geldiysem fark etmediğim valloton'un; kullandığı renklere, sıradışı bakış açılarına sahip kompozisyonlarına, manzaralarına hayran kaldım. gerek dış ama özellikle iç mekan resimlerinin her biri sanki içlerinde birer hikaye barındırıyordu, ve bu hikayelerin çoğunluğu da sanki tekinsiz halleri anlatıyordu. hayran kalmıştım.
elimde o sergiden hiç bir fotoğraf yok, çekmemişim sadece seyretmişim tabloları herhalde. ancak evde, serginin el ilanı büyüklüğündeki afişini bulmam zor olmadı. o zamandan beri, en kolay ulaştığım, arada sırada açıp içine mutlaka güncel bir anı koyduğum dosyadaydı. yani felix valloton'un bern'deki sergisi hala benimle birlikte.
sonraları, her gittiğim müzede bir, en fazla iki valloton tablosuna rastlayınca sevindim, onları ilgiyle inceledim, ama çoğunlukla da üzüldüm çünkü en ünlü müzelerde bile hiç bir tablosuna rastlamadığım oldu. sanırım onun en tanınmış tablosu paris musee d'orsay'da bulunan "le balle (top)" isimli yapıtı.
felix valloton tam yüzyıl dönümünde yaşamış; 1900'den 35 yıl önce doğup 25 yıl sonra ölmüş. pierre bonnard ve edouard vuillard ile birlikte nabis resim akımının en ünlü katılımcılarından biri. lozan'da doğmuş, 16 yaşında paris'e taşınmış, 1900'da fransız vatandaşı olmuş. üretimi kabaca ikiye ayrılıyor; önceleri ahşap baskı alanında işler üretiyor ve bu alanda ünleniyor. paris'te ünlü bir galericinin kızıyla evlendikten sonra ise daha çok yağlı boya tablolar yapmaya başlıyor.
valloton yüzyıl dönümü paris'indeki çoğu sanatçı gibi bohem olmamış; isviçre'de burjuva bir aile doğduğu gibi, paris'teki evliliği sonrasında da yine burjuva yaşam tarzını sürdürmüş.
vallaton politik olarak duyarlı bir ressammış. gerek dreyfuss olayındaki tutumu gerekse birinci dünya savaşı'na karşı duruşu ve bunları sanatına, özellikle ahşap baskı yoluyla yansıtışı övgüye değer kanımca.
valloton'un öldükten sonra yayınlanmış bir romanı (la vie meurtriere / ölümcül hayat) ve hiç yayınlanmamış oyunları varmış, ki çok merak ettim, okumak isterdim.
ben onu, özellikle de iç mekan resimlerini edward munch'un yeşil dönemi olarak anılan ve sadece iç mekan resimlerinden oluşan dönemi ürünlerine çok benzetiyorum. sanki tek fark valloton'un munch'tan daha cesurca renk kullanması. yoksa, aynı gizem, melankoli, karanlığı paylaşıyor iki ressam bana göre.
munch ile valloton'u birleştiren bir diğer unsur da ahşap baskılar. iki sanatçı da bu alanda çok ustalar.
aşağıdaki fotoğraflar geçen yaz ziyaret ettiğim zürich kunstmuseum'un duvarlarında asılı valloton tablolarından bir kaçı. yukarıda dediğim gibi, her birinden yola çıkarak bir hikaye yazabilirim. seyredenin hayalgücünü ateşleyen, gıdıklayan tabloları var valloton'un.
intérieur avec femme en rouge de dos, 1903
(kırmızı kadınlı iç mekan)
la visite, 1899
(ziyaret)
intérieur fauteuil rouge et figures, 1899
(kırmızı koltuk ve figürlü iç mekan)
la malade, 1892
(hasta)
la dordogne a carennac, 1925
(carennac'taki dordogne)
bain au soir d'été, 1892-93
(yaz akşamında banyo)
des sables au bord de la Loire, 1922
(loire nehrindeki kum tepeleri)
coucher de soleil (villerville), 1917
(güneş batışı - villerville)
bu yazıyı hazırlarken denk geldim: londra academy of arts'da 30 haziran-29 eylül 2019 tarihleri arasında kapsamlı bir felix valloton sergisinin açılacakmış. yolu bu tarihler arasında londra'ya düşecek olanlar ne yapıp edip sergiye uğrasınlar.
Kendisini çok ilginç buluyorum, bende de hertür merakı uyandırıyor. Akım olarak Art Nouveau ve Magic Realism dönemlerinin ortasına düşüyormuş ama adamda zamanın dışında bir tuhaflık var.
YanıtlaSilAmsterdam'daki Van Gogh müzesinde 'intimacies' serisinden 'woodcuts' dedikleri tabloları var. Çok enteresan bir kişilik gerçekten. Oyunların yanısıra üç tane de roman yazmış (diyorlar da ortada yok).
Seyretmediysen ilgini çekeceğini düşünüyorum diye şu linki öneriyorum.
https://youtu.be/j-5bE4HTqX8
O intimacies serisinde ilham kaynağı olan kadın Misia Sert, kendisinin resmedildiğini fark ettiğinde hislerini kağıda dökmüş. Bu animasyonu ve hikayeyi çok etkileyici bulmuştum seyrettiğimde, sonra da orada burada Valloton arar oldum ben de senin gibi. :)
bu etkileyici kısa filmi seyretmemiştim, sağol paylaştığın için..
YanıtlaSil