19 Haziran 2013 Çarşamba

penderecki molası



arvo paert ve giya kancheli’den sonra, bir başka büyük besteciye daha, bu sefer leh usta krzysztof penderecki’ye pazartesi akşamı aya irini’de istanbul müzik festivali kapsamında iksv yaşam boyu başarı ödülü verildi. ödül töreni ve konser öncesinde aya irini’nin osmanlı dönemi eki medresenin avlusunda pencerecki ile bir söyleşi gerçekleştirildi.


penderecki söyleşisi ve münih oda orkestrası’nın konserinin, gezi direnişinde sinirlerin fena halde gerildiği dehşetengiz haftasonunun ardından, ortamın görece sakinlediği bir güne rastlaması, 20 gündür durdurakbilmeden süren “koşuşturma”da soluklanmak için iyi bir fırsattı.

penderecki ile yapılan yarım saatlik söyleşi, konserden daha mutlu etti beni. penderecki, mizahi dozu yüksek anlatımıyla bizleri gülmekten kırdı geçirdi. her an suratında bıyıkaltı, muzip bir gülümseme ile anlatığı her anektodta 80 yıllık bir hayatın damıtılmış tecrübesi vardı.

“etkilendiğiniz, size esin veren besteci?” sorusuna “benden önceki hepsi” anlamına gelen yuvarlak bir cevap verirken, “peki 20.yy’dan hangi bestecileri beğeniyorsunuz?” sorusuna stravinski’den schönberg’e kendinden önceki kuşağı teker teker sayarak cevap verdi. yani, kendisiyle aynı dönemde veya 1950 sonrasında beste yapan hiç bir müzik adamının adını anmadı. “ıssız bir adaya yanınızda, kendi besteleriniz dışında, hangi bestecinin hangi eserini alırdınız?” sorusuna ise, önce yine muzipçe “kendi bestelerimi ayırmanız iyi oldu” dedikten sonra “kesinlikle bach! yapıt olarak da herhalde ya bi minor mass’ı ya da aziz matya pasyonu’nu alırdım” diye devam etti.

moderatör hanım “stanley kubrick’in “shining” filminde kullandığı bestenizden bahseder misiniz?” diye sorarken, tam da shining kelimesi sonrasında mikrofonun eko yapması üzerine penderecki “benimki böyle bir beste değil ama” diyerek herkesi güldürdü. çalgıları bozacağını iddia ederek yapıtlarını çalmayı rededen orkestralar olduğunu, tepki almaktan çok memnun olduğunu ve bunu doğal karşıladığını belirtti.

1960’larda müzikte devrim yaratan elektronik müzik bestelerinin o zaman için sıradışı olduğunu, ancak o alanda yapmak istediği her şeyi denediğini ve ardından daha klasik anlamda beste yapmaya geri döndüğünü, değişimin insanın doğasında olduğunu ve bunu yadırgamamak gerektiğini söyledi. bilgisayarla müzik bestelemek konusunda tutucu olduğunu, bilgisayar öğrenmediğini ve bu yaştan sonra da öğrenmeyeceğini, bestelerini eski usulde kalemle yazarak kayda geçirdiğini ve bundan memnun olduğunu söyledi. piyanoda çalarak veya deneyerek değil, ilk önce aklında tasarlayarak beste yaptığını, diğer türlü deneme-yanılma-arama yöntemiyle beste yapanları gerçek besteci olarak görmediğini de ekledi.

sinema için hiç müzik bestelemediğini, ancak 1960’larda tiyatro için bir çok bestesinin olduğunu söyledi. yale üniversitesi’nde ders verdiği dönemde film müziği bestelemesi için teklif geldiğini, ancak yüksek ücret teklifine ragmen geri çevirdiğini yoksa kendini para kazanmaya kaptırmasının an meselesi olduğunu ekledi.

her gün sabah erkenden itibaren beste yapma işine kendini verdiğini, düzenli olarak çalışmadığı takdirde üretemediğini, şu sıralar bir sürü oda müziği yapıtı bestelemekte olduğunu, viyana operası siparişi üzerine 2015’e “phedre” adlı bir opera yazdığını belirtti. moderatör hanımın “hiç besteleme krizi yaşadığınız oluyor mu?” sorusuna “her sabah” demesi yine hepimizi gülümsetti.

hiç bir yapıtını politik amaçlarla/dürtülerle bestelemediğini, örneğin o akşam dinleyeceğimiz “52 yaylı için hiroşima kurbanlarına ağıt” adlı yapıtında da olduğu gibi, önce besteyi yazdığını, ardından adını veya ithafını koyduğunu söyledi. akşamın ilerleyen saatlerinde münih oda orkestrası ve 30 kadar türk müzisyen tarafından seslendirilen yapıtı dinlediğimde tam da atom bombası ve ardından gelen acıları anlatıyormuş gibi geldi bana. sanki yapıtın adını bilmesem de aynı izlenimi edinirdim diye düşünüyorum; bence en azından apokaliptik, karanlık, keskin, tekinsiz bir atmosferi vardı yapıtın. ben “hiroşima kurbanların ağıt”ı, barışcıl gezi parkı protestolarında acımasızca şiddet gören herkesi düşünerek, hepimizi anarak dinledim.

demir perde döneminde o ülkeler arasında polonya’nın en özgür ülke olduğunu, sadece müzik alanında değil, tiyatro ve sinema alanlarında önemli sanatçıların yetiştiğini, bu nedenle duvar yıkılıp sscb’nin dağılmasından sonra polonya’da sanatsal özgürlük açısından değişen pek bir şey olmadığını vurguladı. demir perde dönemindeki en büyük sorunun pasaport alma olduğunu, konservatuarı bitirdikten sonra en büyük istediğinin yurtdışına çıkmak olduğunu, bu nedenle 1959’da birincilik ödülü yurtdışı seyahati olan bir beste yarışmasına birincilik ödülünü garantilemek için üç ayrı eserle katıldığını anlattı. iki eliyle de yazabildiği için bir besteyi sağ eliyle, ikinci besteyi sol eliyle, üçüncü besteyi de bir arkadaşına yazdırmış, el yazısından üçünün de aynı kişiye ait olduğu anlaşılmasın diye. neticede üç bestesi ile yarışmanın üç ödülünü birden kazanmış. yurtdışı seyahatini ise, o güne kadar görmeyi çok istediği italya’ya yapmış.

Şehrimizde giderek doğru düzgün parklar bahçeler kalmazken, park yapılabilecek yerlerden birer birer gökdelenler, toki konutları yükselirken 80 yaşındaki bu bilge kişiden 40 yıl önce 3 hektarla başladığı arberatumunu günümüzde 30 hektara çıkarttığını; doğayı, kendi diktiği ağaçlar arasında, altında, gölgesinde yürümenin onu çok mutlu ettiğini öğrenmek onun adına beni ne kadar mutlu ettiyse, şehrim adına da o kadar hüzünlendirdi.



penderecki’yi istanbul’da yıllar yıllar önce festival’de, başyapıtlarında biri olan “leh requiem”iyle de, üç yıl önce crr’de sinfonietta cracovia’yı yönetirken de izleme imkanımız olmuştu. meğer eşiyle stanbul’u çok seviyorlar ve şehrimize arada turistik ziyaretler de yapıyorlarmış.

önümüzdeki yıl polonya-türkiye ilişkilerinin 600. yılı kutlanacak; bu vesileyle sanat etkinlikleri gerçekleştirilecek. umalım büyük usta penderecki 2014’te de konuğumuz olsun; hatta kendisine bir yapıt sipariş edilse ne güzel oldurdu..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder