28 Temmuz 2011 Perşembe

amy winehouse'un ardından


ne yalan söyliyim, amy winehouse'u, öldüğünün ertesi gününe kadar kulak kesilip dikkatlice dinlemiş biri değildim. o güne kadar, arada sırada gazetelerin müzik, ama ağırlıklı olarak magazin sayfalarında onunla ilgili haberlere rastlamışlığım vardı sadece.
cumartesi akşamı bilgisayar başında avare avare dolaşırken, ilk önce tayfun serttaş'ın blogunda gördüm winehouse'un ölüm haberini. daha sonra ayşe'nin kitap kulübü'nde.
referanslar kuvvetli olunca, dikkatlice okudum winehouse ile ilgili yazılanları.

"back to black" klibiyse hem serttaş'ın yazdıklarından dolayı, hem de mekanı mezarlık, rengi siyah beyaz bir video olmasından dolayı ilgimi çekti; "play" tuşuna basıp oynatmaya başladım.
o andan beridir sadece amy winehouse dinliyorum.

...

o gece geç saatlere kadar youtube'da amy winehouse'un neredeyse bütün kliplerini, canlı, akustik performanslarını (belgrad konserinden olan kaydını dışarda tutarak) izledim.
sesi, hali tavrı, bedeni, saçları, makyajı, dövemeleri, şarkı sözlerinin isyanı ve hemen insanı cezbeden, sarıp sarmalayan müziğiyle amy winehouse'u çok geç kalmış bir hayranlıkla seyrettim, dinledim saatlerce.
hayattayken onu takip edenlerden, değerini anlayanlardan olmak isterdim. değil mi ki aynı zaman diliminde paylaştık dünyayı; ne 50 yıl önce ne 100 yıl sonra...



kliplerindeki, kayıtlarındaki sayısız görüntüden biri beni çok etkiledi:
2008'de glastonbury'de verdiği konserde saçlarının arasına yerleştirdiği kağıttan rengarenk kokteyl şemsiyeleriyle olanı.
samimi, doğal, içinden nasıl geliyorsa öyle davranan birinin kitlelere teklifsizce sunduğu kendisiydi benim gördüğüm.

...

dün, yıllar yıllar önce "sinek sarayı"yla derinden etkilenmiş olduğum mine g. saulnier'in [o "kırıkkanat"a dönüşse de, ben onu "saulnier" olarak tanıdım, ve benim için o, bu ismiyle daha değerli] gazetedeki köşesinde winehouse'un arkasından yazdıkları beni ağlattı:

"Amy Winehouse, bir kuyrukluyıldız gibi gelip geçti dünyamızdan. "Genç öleceğim" diyordu, sözünü bir tuttu, pir tuttu. Sesleriyle büyüdüğü Janis Joplin, Kurt Cobain, Jimmy Hendrix, Jim Morrison, Robert Johnson, Brian Jones'la aynı yaşta öldü: 27.
Bu kadarı herhalde rastlantı olamaz, kuyrukluyıldızların ömrü yirmi yedi yıldır belki de, ne bir eksik, ne bir fazla, kimbilir?
Kuşkusuz iki ucundan tutuşturulmuş birer mum gibi yaktılar yaşamlarını, hepsi. Dünyamıza hiç susmayacak yankılar bıraktılar ve gittiler. Seslerine yansıyan duyguları, duygularına yansıyan şarkılarıyla adeta başka bir gezegenden gelmişlerdi. Zaten kısacık ömürleri boyunca, başka bir gezegende yaşamak istediklerini haykırmadılar mı, hep?
Umarım böyle bir gezegen vardır ve kendisinden önce oraya varan kuyrukluyıldızlar, Amy Winehouse'ı bir ışık cümbüşüyle karşılar."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder