3 Temmuz 2011 Pazar

istanbul opera festivali / fatih



gösterinin tam başlama saatiyle birlikte, bir süredir kentin üzerinde toplaşan koyu bulutlar da yüklerini boşaltmaya başladırlar. önce yoğun bir sağanak geldi, etkisi azalmaya yüz tuttuğunda, kaçışanlar yerlerine geri döndüler.
açıkhava tiyatrosu gibi büyük bir mekanı, opera gibi seveni az bir sanat dalının gösterisinde azımsanmayacak sayıda doldurmuş seyirci kitlesi yağmurluklarını geçirmiş, azimle operayı izlemeye hevesli olarak alkış tutmaktaydı ki, organizasyon gösteriyi başlatma kararı verdi.
ancak ne yazık ki, ilerleyen dakikalarda yağmur şiddetlenerek, her şeye göğüs germeye hazırlıklı istanbullu operaseverlerin sabırlarını ve dayanıklılıklarını sınamayı seçti.
sahnede tanrısına bizans düşmesin diye yalvaran prensese, gökteki zeus acımasızca şimşeklerini yolladı, fırtınasını daha da güçlendirdi. kullar da ne yapsınlar, teker teker pes edip, ya açıkhavayı terk ettiler ya da en yukardaki arkad'a sığındılar.
istanbul'un düştüğü, mehter takımının çıktığı ve açıkhava'nın orta koridorundan yeniçerilerin hücüm ederek sahneyi kapladığı bölümde sanırım sahne üzerindekilerin sayısı (yaklaşık 170 kişi) seyircilerden fazlaydı.
23.00'e doğru ilk yarı biterken yağmur hafif hafif azaldı ve yarı olup da ışıklar yandığında arkasında bıraktığı zaiyat bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı: sırımsıklak beyler, parçalanmış kalitesiz 7tl'lik yağmurluklar, sıçana dönmüş saçlarıyla hanımefendiler, göl deryası ara yollar ve herşeye rağmen dayanmanın verdiği gururla etraflarındakilere dayanışma bakışı fırlatan operaseverler...

...

opera festivalimizin başına "istanbul" yerine "yekta kara" konulsa daha yerinde olurdu; festivalin sanat yönetmeni olmasının ötesinde, bu seneki 8 yapımdan 3'ünün rejisi ona ait. bunlardan biri de yabancı topluluk; dışardan bir opera geldi, farklı bir bakış, yorum izleyeceğiz diye sevinirken, künyesini okuyunca bir de ne görelim, meğer onun da yönetmeni -yaptıklarına genel olarak itirazımız olmasa da- bildiğimiz, tanıdığımız bir isim; yekta kara'ymış.

yekta hanımı takdir etmemek mümkün değil, ancak eleştirdiğim husus: tekelci yaklaşım! bu topraklarda her kurumda/oluşumda yaşandığı gibi burada da kaçınılmaz olarak içine düşülmüş.
halbuki; daha yeni, mayıs ayında sezon kapanırken ülkemizin iki opera kurumu iki önemli türkiye prömiyerini başarıyla gerçekleştirmişken ve bunlar hakkında çok iyi eleştiriler basında (bknz: andante) çıkmışken neden bu yapımlar sıcağı sıcağına istanbul'a getirilmez!
bahsettiklerim: ankara operası'ndan "tannhaeuser" ve izmir operası'ndan "iphiigeneia tauris'te".

yoksa yekta kara'nın rejilerine söyleyecek laf yok. örneğin rossini'nin "fatih sultan mehmet" operası için hazırladığı reji dört dörtlüktü.

bir kere: açıkhava tiyatrosu'nun sahnesi bütün imkanlarıyla ve mekansal zenginlikleriyle (yani olduğu gibi) kullanılmıştı.
açıkhava tiyatrosu kullanıma açıldığı 1950 yılında arkitekt dergisinde fotoğrafları ve projeleri yayınlanır. kendimi bildim bileli açıkhava'da bir sürü farklı etkinlik izlemişimdir, sahnenin o ilk, temiz, pür ve geniş haliyle kullanıldığına ilk defa şahit oluyorum.
gerek üvertür sırasında gerekse de kentin düşüşünde yekta kara'nın mizanseni; hiç bir dekor öğesi olmadan, sadece 1-2 platformla düzenlenmiş yalın sahnenin bütün yataylığını kullanarak enfes ve epik bir sinemaskop etki yarattı.
üvertür çalarken: mor bir ışık altında sahnenin üst, alt, yan, farklı bir sürü girişinden simetrik olmayan bir düzende sahneye giren, dolaşan bizanslıların kentin yaşamını betimlemesi; ve kentin düşüşü sahnesinde beyaz bir ışık altında kırmızı kıyafetli yeniçerilerin simetrik bir düzende sahnede ve iki tarafa doğru yükselen merdivenlerden dizilişleri çok etkileyiciydi.

...

yekta kara, ali taygun'la birlikte, habitat II sırasında ilkini sahnelediği ve sonrasında bir markaya dönüşen "lirik tarih" gösterisinden beri mehter takımını kullanmayı sever; ya mozart'ın alla turka'sına bağlar ya da beethoven'ın 9'una.

mehter müziğinden etkilenmiş avrupalı bestecilerin olduğunu hepimiz biliriz, ancak -ve maalesef- rossini'nin "fatih" operasının müziğinde böyle bir etkilenme yok. dolayısıyla; evet görsel açıdan, bir anda sahnenin ortasındaki büyük kapının açılıp içeriye dumanlar eşliğinde mehter takımının girmesi, bir yandan da tiyatronun seyirci basamaklarını kırmızı kıyafetleriyle yeniçerilerin kaplaması bayağı etkili oluyor, operasever seyircilerimiz de galeyana gelip mehteranımızı alkışsız bırakmıyorlar, ancak böyle bir sekansın mizansen içine yedirilmeden, opera müziğinin kesilip araya sokulması fazlaca kolay bir çözüm gibi geldi bana. yadırgatıcı da. müzikal açıdan: ara verdik, mehteran dinledik, sonra tekrar operaya geri döndük gibi oluyor. maalesef, yapıştırma kalıyor!
seyircilerimizin alkışına ise ne diyeceğimi bilemiyorum! bu konuyu sosyologlara ve psikologlara havale ediyorum...

gösterinin müzikal kalitesi mi nasıldı?
şemsiyeme düşen yağmur damlalarının sesinden sahnedeki sanatçıları duyamadım, özür dilerim...



hamiş(ler):
.fatih'i bindirdikleri beyaz at da doğrusu böyle bir prodüksiyona hiç yakışmıyordu; zavallım, kendini zor ayakta tutuyordu!
.bir opera tek bir akşam sahneleniyorsa hangi role kimin çıkacağı bellidir; o zaman neden program kitapçığında aynı role iki kişinin adı yazılır; biri birinci diğeri ikinci perdede mi çıkacak! sanatçıyı sima olarak tanımayanlar için o akşam kimin o rolde sahne aldığının açıklanması gerekmez mi!
."halkla elele" sloganıyla opera festivali düzenliyorsanız, hele de devlet kurumu olarak bunu yapıyorsanız, eliniz cebinize gidecek; cebinizde akrep olmayacak! her seyirciye bir yağmurluk hediye etmek hoş bir jesttir. mikrofondan "dağıtılıyor" deyip, kıytırık yağmurluklara 7 tl. istemek, meydanı boş bulan fırsatçı büfe işletmecisine alet olmaktır!

4 yorum:

  1. Ben Opera Festivali'ne ısınamadığım için daha hiçbir gösteriyi izlemedim. Ama anladığım kadarı festival de konuya pek vakıf olamamış.

    Bu arada internet siteleri de çok kötü, tıpkı afişler gibi.

    YanıtlaSil
  2. yavaş yavaş oturacak diye ümit ediyorum gülda hanım, ve bu nedenle de opera festivalini destekliyorum.
    çünkü özellikle açıkhava mekanlarında etkinlik düzenliyor olmak önemli bir uygarlık göstergesi bana göre.

    ayrıca, istanbul'da iksv'nin tekelini kırması açısından da çok hayati buluyorum bu festivali!

    sanırım her yıl tekrarlayacakları "fatih"i, bütün eksikliklerine rağmen tavsiye ederim; sırf açık hava tiyatrosu'nun heyecan verici sahnesinin kullanımını yaşamak bile etkileyici...

    YanıtlaSil
  3. Hatırlar mısınız? Eskiden Müzik Festivali Topkapı’nın bahçesinde Saraydan Kız Kaçırma ile açılırdı. Çok güzel bir ritüel olduğu için ben hep giderdim. Fatih’e de seneye tavsiyenize uyup gideceğim. Haklısınız.

    Bu arada İKSV Tosca Operası’na Beyaz Lale üyesi olduğumuz için davetiye verdi:) Neye alamet olduğunu gelecek senelerde göreceğiz sanırım!

    YanıtlaSil
  4. topkapı sarayı ikinci avlu akağalar kapısı önünde aydın gün'ün sahnelediği saraydan kız kaçırma'lar unutulur mu... ama sakın yıllar öncesinin nezih, saygın ve alçakgönüllü ortamını şimdilerin açıkhava'sındaki fatih'ten beklemeyin, hayal kırıklığına uğrarsınız. sadece, "hoş bir açık hava etkinliği" olarak düşünün :)

    YanıtlaSil