Beklerken (21 Eylül 2025, Berlin)
İstanbullu bir tiyatro-sever olarak, İKSV’nin düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali’ni Dikmen Gürün’ün yönettiği yıllarda Berlin’in prestijli tiyatro topluluğu Schaubühne’yi ve topluluğun 26 yıldır genel sanat yönetmeni olan Thomas Ostermeier’in sanatını yakında tanıma imkanım oldu. Hem Schaubühne hem de Ostermeier İstanbul Tiyatro Festivali’ni, 36 yıllık geçmişinde, Robert Wilson ile birlikte, en çok ziyaret eden yabancı topluluk/yönetmen ünvanına sahip sanırım.
Schaubühne-Ostermeier birlikteliği bizleri ilk olarak 2004’te bir Henrik İbsen uyarlaması olan Nora – Bir Bebek Evi ile şaşırtmıştı. Sonra, Ostermeier’in, festivalin Onur Ödülü’nü aldığı 2012 yılında Hamlet, 2014’te Bir Halk Düşmanı ve son olarak geçen yıl III. Richard uyarlamalarını seyrettik.
Ostermeier’in oyunlarını, yıllar içinde kayıttan izlediğim dört-beşinin yanı sıra, Berlin’de ve yurtdışındaki başka şehirlerde denk geldiğimde de kaçırmadım. Çoğundan derinden etkilendiğim bu oyunlardan maalesef son ikisi bende büyük hayal kırıklığı yarattı. Bunlardan ilki olan, 2023’te Aix-en-Provence Opera Festivali’nde seyrettiğim Comedie Française yapımı, Brecht-Weill ikilisinin kült müzikli tiyatro yapıtı Üç Kuruşluk Opera hakkındaki izlenimlerimi Türkiye’nin tek klasik müzik dergisi Andante’nin Eylül 2023 tarihinde yayınlanan 203. sayısında okuyucularla paylaşmıştım. İkincisi ise geçtiğimiz Eylül ayında Berlin’de seyrettiğim Schaubühne yapımı, İbsen uyarlaması, Yaban Ördeği idi.
Yaban Ördeği geçtiğimiz yaz, dünyanın en prestijli tiyatro etkinliği olan Avignon Festivali’nin resmi programında prömiyer yaptıktan sonra, Milo Rau’nun Die Seherin’i ile birlikte Eylül ayında Berlin’de, Schaubühne’nin 2025-2026 sezonunu açtığından beridir kapalı gişe sahneleniyor. Şimdi sizlerle Yaban Ördeği’nden hayal kırıklığı ile ayrılma nedenlerimi paylaşacağım.
İbsen'in 1884’te yazdığı ve ilk defa 1885’te sahnelenen Yaban Ördeği'nin ana teması gerçek ile yalan arasında yaşanan ikilemdir. İbsen oyununda; insanın hayatını, sonuçları ne olursa olsun, örneğin mutsuzluğa, umutsuzluğa sürüklese de, gerçeğin peşinden giderek yaşaması ile yalan üzerine kurulu da olsa mutluluk içinde yaşaması arasındaki ikilemi tartışır. Dürüstlük ilkesini hayat felsefesi yapmış olan, varlıklı bir ailenin inzivayı seçmiş oğlu Gregers Werle, gençliğini geçirdiği kasabaya yıllar sonra geri dönünce, lise arkadaşı Hjalmar Ekdal'ın şimdiki eşi Gina ve kızı Hedwig’in, aslında kendi babasının, yani zengin tüccar Hakon Werle’nin eski metresi ve gayri meşru çocuğu olduklarını fark eder. Gregers Hjalmar'ı ve Hedwig’i adım adım gerçeklerle yüzleştirirken, diğer görüşte olan Ekdal’ların aile dostu Doktor Relling ise, sıradan insanların mutlu olmaları için hayatlarında basit yalanların olmasının doğal olduğunu, bu yalanların onların elinden alındığı takdirde mutluluklarından da mahrum kalacaklarını savunmaktadır. Gregers’in girişimleriyle sırlar teker teker ortaya çıkarken, Relling’in öngördüğü gibi, Ekdal’lerin zaten hem psikolojik hem de sosyal açıdan kırılgan olan aile ortamı bütünüyle alt üst olur. Üzerine titrediği ailesinin aslında bir yalan üzerine kurulu olduğunu öğrenen Hjalmar kahrolurken, Hedwig de bu sırrı kaldıramaz ve önce, oyunun başından beridir tavan arasında beslediği -Hakon Werle’nin bir av sırasında vurmuş, köpeğinin gölden çıkarmış ve Ekdal’lerin bakmakta oldukları- yaralı yaban ördeğini, sonra da kendini vurarak öldürür. Gerçek kazanmış, ancak beraberinde yıkımı da getirmiştir.Tabii ki İbsen, yaralı yaban ördeğini Ekdal ailesinin içinde yaşadığı sahte dünyanın metaforu olarak oyuna yerleştirmiştir; yaban ördeğinin, Ekdal’lerin sahte hayatının esas müsebbibi olan Hakon Werle tarafından vurulduğunda yaralanmış olması da aynı metafora hizmet eder.
Thomas Ostermeier, yazar-dramaturg Maja Zade ile birlikte yaptığı Yaban Ördeği uyarlamasında yıllardır denenmekte olan bir yaklaşımı izlemiş; dramatik çerçeveyi olduğu gibi bırakmış, birkaç yan karakteri ve sahneyi çıkartsa da metne hiçbir ekleme yapmadan bağlı kalmış, ancak metnin malzemesini güncelleyerek hikayeyi günümüze yakın bir zamana yerleştirmiş. Ostermeier özellikle Werle ile Ekdal ailelerinin içinde bulundukları toplumsal ve ekonomik çevreye odaklanmış. Bu açıdan, döner sahne kullanımı aynı dairesel alan içinde yan yana var olan birbirine zıt, zengin ile yoksul dünyaları, bütün sarihliği ile ortaya koymaya hakkıyla hizmet ediyor. Smokinli, “grand tuvalet”li Werle’lerin deri koltuklarla döşeli, geniş ve ferah mekanlı dünyası ile Ekdal’lerin iç çamaşırı, atlet veya eşorfmanla dolaştıkları, ev ile işyerinin birbirinin içine girdiği sıkışık dünyaları arasındaki zıtlık Magda Will imzalı sahne ve Vanessa Sampaio Borgmann imzalı kostüm tasarımlarında vurgulu hale getirilmiş.
Ostermeier-Zade uyarlamasının, İbsen’in özgün metninden ayrıldığı en temel nokta, Hedwig’in; 14 yaşında, masum ve etkisiz bir protagonistten, 17-18 yaşlarında, sömürgeciliğin tartışılmıyor olmasına karşı çıktığı için okula gitmeyi bırakmış ama okul gazetesinde güvencesizlik ve feminizm hakkında yazmaya devam eden, ilerde gazeteci olmak isteyen, güçlü ve aydınlanmış bir genç kıza dönüştürülmüş olması.
Ostermeier’in yorumunda; Hjalmar Hedwig’in biyolojik kızı olmadığını öğrendiğinde aşırı bir kahroluşla yıkılıyor, deliye dönmüş gibi davranıyor, sanki ayağının altından bütün zemin çekiliyor. Hedwig de aynı şekilde, gerçek babasının Hjalmar olmadığını öğrendiğinde dehşete düşüyor, o kadar ki bu sırrı öğrenmesinin ardından kendini dekordaki bankonun arkasına sakladığı için görünmüyor, ama yaşadığı acıyla dinmeyen öğürtüleri salonu inletiyor. Halbuki öncesinde Hjalmar ile Hedwig’in baba-kız ilişkileri çok sıcak betimleniyor.
Anlaşılan Ostermeier, uyarlamasında bize; Hıristiyanlık anlayışında ahlaki açıdan ideal olarak kabul edilen samimiyet/dürüstlük buyruğunun izinde yarım gerçeğin gölgesine bile izin vermeyen, tamamen şeffaf bir yaşam şeklinin insanı mutlak mutluluğa götürdüğüne inanan psiko-politik bir ideolojiye dönüştüğünü ve fakat bu durumun beraberinde getirdiği gerçeklik fanatizminin insanın mahvolmasıyla sonuçlandığını göstermeye çalışıyor.
Ancak, diğer taraftan baktığımda ben, özgün metnin tarihlendiği 19. yüzyılın sonlarında insanlar tarafından kolay kolay kaldırılamaması doğal karşılanabilecek bu tür bir gerçeğin/sırrın, günümüzde yaşamakta olan iki protagonist tarafından bu kadar abartılı şekilde kabullenilmeyişini açıkçası çok garip karşıladım. Günümüzden bakıldığında, ne çıplak gerçeğin insanı altüst etmesine, ne de insanın mutlu olmak için yalanlara ihtiyaç duymasına gerek var. Dolayısıyla, bu oyundaki ilişkiler ağı özelinde protagonistlere, bu iki seçeneğin ötesinde, üçüncü bir yol sunulamaz mıydı diye düşünmeden edemedim. Bu minvalde Ostermeier’in, hazır hikayeyi günümüze ve Hedwig’in yaşını, etrafında olanları olgunca kavrayacak bir yaşa taşımışken, üçüncü yol için “Ebeveyn olmak için biyolojik ilişki mi önemlidir, yoksa geçirilen zaman, verilen emek, gösterilen sevgi mi?” tartışmasını oyuna katmasını ve İbsen’in metnine bugünden bakarak, Nora’da, Hedda Gabler’de veya Bir Halk Düşmanı’nda yaptığı gibi radikal ve cesaretli öneriler getirmesini beklerdim; bekledim. İlla böyle olsun diyemem tabi ki, ama bir şekilde; kamusal alanda sahte haberlerin ve yalanların hüküm sürdüğü günümüzde, bu oyunu vesile edip gerçeğin olanakları ve sınırları üzerine düşünmek değerli bir çaba olabilirdi, eğer Ostermeier ile Zade, İbsen’in zamanından günümüze getirdikleri protagonistlere kırıntı kadar bile olsa, gerçekle baş edebilme yetisi bahşetmiş olsalardı.
Neticede bana göre; Ostermeier’in Yaban Ördeği, İbsen’in 140 yıllık metnine “şimdi ve burada”n bakmayan, suya sabuna çok da dokunmadan, sadece küçük değişikliklerle metni yenileyip, eli yüzü düzgün ve “şık” bir sahnelemeyle seyirci karşısına çıkaran, etkisiz, açıkçası günümüz için oldukça gereksiz ve anlamsız kalan bir yapım.
Alkışlarken (21 Eylül 2025, Berlin)
Yazıdaki bütün fotoğraflar Mehmet Kerem Özel'e aittir ve 21 Eylül 2025 tarihinde çekilmişlerdir.
Bu yazı, gösterilerden yayın haklı fotoğraflarla Tiyatro Drrgisi'nde yayınlanmıştır.