23 Aralık 2024 Pazartesi

madrid'de iki brutalist kilise



20 yılı aşkın bir süre sonra, bu yıl kasım ortasında dört günlüğüne tekrar madrid'e yolum düştü. önceki dört gidişimde şehrin belli başlı mimari yapılarını deneyimlemiştim. bu sefer, ayrı kaldığım zaman zarfında şehre eklenen bazı yapıları deneyimlerken, bir yandan da '60'lı yılların sonlarında inşa edilmiş iki brutalist tapınma yapısını ziyaret etme imkanı yarattım kendime. 




bunlardan ilki: nuestra señora del rosario de filipinas kilisesi yerleşkesiydi. 
yerleşke madrid'in bitişik nizam ve çok katlı dokuya sahip yapı adalarından birinde konumlanıyor. mimarı cecilio sánchez-robles tarín (1905-1971) yerleşkenin projesini 1967 yılında tasarlamaya başlamış. açılması ise tarín'in ölümünden bir yıl önce gerçekleşmiş. bitişik nizamda yerleşmiş tapınma yapılarına rastladım (bence en iyilerinden biri gottfried böhm'ün köln'deki st. gertrud yerleşkesidir) ama bir tapınma yapısının çok katlı bir doku içinde ve sokağa bakan cephesi dar olanıyla pek karşılaşmadım. bu açıdan bu yerleşke çok ilginç bir örnekti. cephesi dar, ama aslında yerleşkenin, önündeki caddeye bakan cephesi geniş; mimar cephenin yarısını kilise ve manastıra ayırmış, diğer yarısını yerleşkeye gelir getirecek ofislere vermiş.






kilise genel olarak loş ve mekansal etkisi oldukça güçlü bir yapı; 
. sokağa -belli ki büyük/önemli törenlerde- cephe boyunca açılabilen yatay ve geniş bir kapıyla bağlanıyor,
. içeri ilk girildiğinde ziyaretçide, üst kottaki -bir nevi- balkondan dolayı basık ve neredeyse karanlık bir mekan hissi uyandırıyor, ama ucunda çatıdan kademe kademe alınan doğal ışıklarla dolaylı aydınlanan altarın gözükmesinden dolayı hedefi de gösteriyor. 





yapının mimari olarak en ilginç taraflarından biri balkon ile altarı bağlayan basamaklı rampa. tarín, bitişik nizam dokuda ve dar alanda olmanın getirdiği kısıtlamalardan dolayı gerekli kapasiteyi tek kota sığdıramayıp ciddi sayıda kişi kapasitesini balkona yüklemek zorunda kalınca, ister istemez, orada oturan inananların katolik ayinlerinden en sık tekrarlananı olan evharistiya/komünyon'un sonundaki ekmek ve şarap paylaşımı için altardaki rahibe ulaşmalarını kolaylaştırmak için bu mimari öğeye başvurmuş. rampa mekanın içinde çok etkili duruyor: sağır bir yüzeyi boydan boya kat eden eğimli bir çizgi. yapının diğer kısımlarının malzemesi ile rampanınki aynı olunca, ortaya çıkan etki minimal ama güçlü olmuş.


çatı oyunu yapılarak, balkonun en arka sıralarına da aynı altar tarafı gibi doğal ışığın alınması, geleneksel dünyaya sahip inananların çoğunluğu için itici ve soğuk olarak algılanabilecek beton-brutalist iç mekanın yumuşamasını ve insanileşmesini sağlıyor. 








kiliseyi ayin sırasında ziyaret edebildim; sonra hakkında araştırma yapınca, yerleşkenin diğer kısımlarının fotoğraflarına rastladım ve sadece kilise kısmının değil, diğer kısımlarının da oldukça ilginç tasarımlara, özellikle de ışık kullanımı konusunda etkileyici tasarımlara sahip olduğunu gördüm. umarım madrid'e bir kere daha gidişte buraya uğrama fırsatım olur, belki yerleşkenin diğer kısımlarını da gezme imkanım olur...



madrid'de ziyaret ettiğim ikinci brütalist tapınma yapısı santa ana y la esperanza kilise yerleşkesi idi.
miguel fisac'ın (1913-2006) 1965-1971 tarihleri arasında tamamladığı yerleşke, madrid'in içinde değil, bu sefer banliyölerinden moratalaz'da bulunuyor. burası merkeze (puerta del sol meydanı durağına) metroyla 20 dak. ve ardından yürüyerek 5 dak. uzaklıkta; yani aslında ulaşması oldukça pratik bir konumda. 









yerleşke, 60'ların sonu 70'lerin başında inşa edilmiş en alçağı beş katlı toplu konutların arasında serbest duran bir yapı. yerleşke çan kulesi ve selvileriyle bir nirengi noktası oluşturuyor; geniş giriş sacağı önce sizi altına alıyor, oradan üstü açıl küçük bir bahçe-avluyu seyredebiliyorsunuz, avludan ilerleyip tali girişlere de ulaşabilirsiniz, ya da geniş giriş sacağının altından doğrudan tapınma mekanına girebilirsiniz.





nuestra señora del rosario de filipinas kilisesi'nde olduğu gibi dolaylı alınan doğal ışıkla altarın aydınlatıldığı, genel atmosferin loş olduğu bir mekan burası. altarın kavisli formu/duvarı cemaati kucaklıyor, sarıyor hissi uyandırıyor. ayrıca kavisli duvar ve içindeki üç oyuk, mağaramsı bir etki yaratıyor. malum, mağara hangi inanç olursa olsun anlamsal karşılığı olan dinler-üstü bir imge. hele de özel bir yerine, kaynağı belli olmayan bir noktadan ışık da geliyorsa, imgenin etkisi daha da güçleniyor.




fisac'ın, yerleşkenin genelinde strüktürel olarak taşıyıcı beton duvarların üzerine oturan bütün çatıları, ister devasa hacimli tapınma mekanını örtsün (ki altar hizasında 20 metre açıklık var), ister farklı yüksekliklerdeki ek mekanları, içi boş ön gerilmeli prekast beton kirişlerle kurmuş. bu yapıda dil birliği oluşmasını sağlıyor.






uzaktan yerleşkeye yaklaştıkça hacimlerin kaskat vari şekilde giderek yükselerek tapınma mekanı ve çan kulesiyle zirve oluşturması dışarıdan dağ imgesini çağrıştırıyor ki, bunun da yine, ilklerinden kitaplılarına bütün inanışlarda karşılığı var.


__________________
hamiş: 
1995 yılında bitirdiğim "dini mimaride merkez kavramı (tapınma mekanına 'merkez' kimliği kazandıran dini öğeler)" başlıklı yüksek lisans tezimde ispanya'dan, madrid yakınlarındaki tres cantos kasabasındaki andrés perea ortega imzalı bir kilise yapısını, çatı formunun dinamik bir formla altarın üzerinde yükselerek altara yukarıdan ışık sağlayan çağdaş örnekler arasında saymıştım. şimdi fark ediyorum ki, ortega kilise mimarisine dair bir geleneği devam ettirmenin yanı sıra kendi coğrafyasındaki kilise tasarımlarına da eklemlemiş kendisini. 
bir dahaki madrid seferinde, yıllar önce tezimde kullandığım bu kiliseyi de ziyaret etmek farz oldu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder