24 Mart 2018 Cumartesi

Almanya’da Çağdaş Dans Platformu 2018: Hayvansı, Tribal ve Politik!



İlk defa 1994 yılında düzenlenen ve şimdiye kadarki edisyonlarının başlığı Tanzplattform Deutschland (Dans Platformu Almanya) olan, bu seneden itibarense siyaseten doğru haliyle Tanzplattform in Deutschland (Almanya’da Dans Platformu) olarak ismi değiştirilen 4-5 günlük bu festival iki yılda bir Almanya’nın farklı bir şehrinde düzenleniyor ve gerek Almanyalı koreograflara ait, gerekse de Almanya’daki dans kurumlarının sipariş ettiği, ortak yapımcısı veya sponsoru olduğu yapıtları bir araya getiriyor. Önceki iki yılın yapıtlarından bir jürinin yaptığı seçkide henüz bir ay önce prömiyer yapmış bir iş de bulunabiliyor, iki yıldır dolaşımda olanlar da. Örneğin bu yılki 13 yapıtlık seçkide; Richard Siegal 2018 şubat’ında, Sasha Waltz 2017 ağustos’unda, Boris Charmatz aynı yılın eylül’ünde prömiyer yapmış işleriyle, Xavier Le Roy ve Claudia Bosse ise 2015’ten beri farklı şehirlerde sahnelenen işleriyle yer aldılar. Dolayısıyla Tanzplattform hem Almanya’da geçmiş iki yılın özeti gibi, hem de Almanya çağdaş dansının ileriye dönük showcase’i niteliğine sahip bir festival.
Tanzplattform’un 2018 edisyonu 14-18 mart tarihlerinde Essen’de gerçekleşti. Gösteriler Almanya’nın önemli çağdaş dans ve tiyatro merkezlerinden biri olan Pact Zollverein’in evsahipliğinde sadece Aalto-theater ve Musiktheater im Revier gibi dünya tiyatro mimarisi literatürünün kilometretaşlarını oluşturan binalarda değil, Sanaa gibi günümüzün önemli çağdaş mimarlık ofislerinin tasarladığı ikonik yapılarda ve Unesco Dünya Mirası kapsamındaki Zollverein Maden Ocağı’nın kömür fabrikalarından kültür-sanat etkinlikleri düzenlenmek üzere dönüştürülmüş mevcut mekanlarında sahnelendi. Dolayısıyla seçkide; tam donanımlı kutu sahne gerektiren geniş kadrolu “büyük” prodüksiyonlardan, stüdyo tipi mekanlara giren deneysel işlere, mekanı sergi mantığında kullananlardan, mekanı “ortak yazar” olarak gören konuma-özgü (site-specific) işlere geniş bir yelpazede Almanya’da üretilen çağdaş dans işleri sergilendi.

İlk iki günün öne çıkan yapıtları Sasha Waltz’in (Sasha Waltz & Guests) “Kreatur”u, Bruno Beltrao’nun (Grupo de Rua) “Inoah”ı ve Rafaële Giovanola’nın (CocoonDance Company) “Momentum”u idi. İlki aydınlık, diğer ikisi loş hatta karanlık atmosferlere sahip olsalar da üçünün ortak noktası; insan bedeninin, hareketlerinin, ve gerek bireysel gerekse sosyal davranış mantığının hayvansı tarafını öne çıkararak sahnede müphem varlıklar ve tekinsiz ortamlar yaratmalarıydı. Beltrao ve Giovanola işlerini sokak danslarının (özellikle hip-hop ve breakdance’in) dilini dönüştürerek ve -gerek dansçıların kendi aralarında, gerekse de seyirciyle kurdukları ilişkide saldırgan bir noktadan yaklaşarak tasarlamışken, son yıllarda “estet” olma hali gittikçe artan Waltz bütünüyle yapay, aşkın ve mesafeli bir yapıt ortaya çıkarmıştı.
Waltz’in “Kreatur”unun bahsettiğim baskın niteliklerinin nedeni ve şimdiye kadarki işleri arasında, diğerlerinden özellikle ayrılan belirgin özelliği moda tasarımcısı Iris van Herpen ile işbirliği yapmış olmasıydı. Yapıtın özellikle iki bölümünde; açılış ve sona yaklaşırkenki sekanslarda kullanılan iki heykelsi giysi tasarımı adeta hareketlerin ve koreografinin belirleyicisiydi. Çığır açıcı Bauhaus okulunun kurucularından Oskar Schlemmer’den beridir koreograflar dans pratiği yoluyla bedenin mekanla ilişkisi, bedenin mekanlaşması ve beden hareketlerinin mekanda kapladığı hacimler üzerine düşünüyorlar. Waltz’in “Kreatur”u da, van Herpen’in tasarımları sayesinde bu zincire şimdilik takılan son halka niteliğinde. Waltz her zaman beden ve mekanla uğraştı, ama sanırım bu sefer ilk defa bu kadar vurgulu bir şekilde sarıldığı, örtündüğü veya kuşandığı giysi üzerinden bedene ve etrafında tanımladığı mekana kafa yoruyor ve bu sayede insanlığın -son yıllarda Avrupa’yı da iyice etkileyen ve dramatikleşen- durumunun saklanmak, korunmak ve incitmek gibi farklı hallerini gözler önüne seriyor. Van Herpen’in heykelsi giysi tasarımlarının katkısına ve kalabalık dansçı grubuyla yaratılmış bir kaç etkileyici sekansa rağmen Waltz’in işi biraz dağınık, biraz demode ve fazla gösterişli haliyle son tahlilde eski güçlü yapıtlarının seviyesini tutturamıyordu kanımca.
Beltrao ve Giovanola’nın işleri ise; ilki 10, ikincisi üç erkek dansçıdan kurulu kastlarıyla sokak danslarının olduğu kadar rekabet, güç ve dayanışma gibi temaların ve karanlık tekinsiz atmosferlerin de alttan alta sadece erkekler dünyasının tekelinde olduğunu imler gibiydiler. Stüdyo sahnede seyircinin yere oturarak veya ayakta izlediği, dansçıların seyirciyle hemzemin mekanda başta sürüngenler gibi yerde ilerledikleri, zamanla ayaklarının üzerine kalkarak ve birkaç sekansta seyirciyle göz göze direkt ilişki kurdukları, Dj Franko Mento’nun canlı club müziğiyle sadece dansçıların değil seyircilerin de ritimlendiği  “Momentum”; kutu sahnede sokak hayatını komplike ışık tasarımı, tribal club müziği, şık video görüntüleri ve üstü çıplak dansçı bedenleriyle adeta “paketleyen” “Inoah”a nazaran, karanlık atmosferi ve tekinsizlik etkisi bana daha çok geçen bir işti.

Festivalin ortasına rastlayan günlerin öne çıkan iki işi ise sahne mekanını değil, mevcut mekanları kullanan; canlı (veya koreografik) enstalasyon olarak adlandırılan iki yapıttı. İkisi de 2015’ten beridir dolaşımda olan bu işler Claudia Bosse’nin theatercombinat topluluğu ile çalıştığı “IDEAL PARADISE” (IDEAL CENNET) dizisinin sonuncusu “the last IDEAL PARADISE” (son IDEAL CENNET)’i ve İdans festivalleri sayesinde işlerini iki kere İstanbul’da da izleme şansına erdiğim Xavier Le Roy’un “Temporary Title 2015” (Geçici Başlık 2015)’i idi.
“the last IDEAL PARADISE” 150 dakikalık süresine, 20 kişilik kadrosuna, farklı odalarda hazırlanmış mekansal düzenlemelere ve Zolleverein Maden Ocağı yapılarından etkileyici Salzlager’i kullanmasına rağmen biteviyelik ve yavanlıktan kurtulamayan bir işti. Çağımız dünyasının gidişatını; şiddeti, empatiyi, sınırlar üzerinden inşa edilen iktidar ilişkilerini ve katliamları enstalasyonlar, hareketli oyuncu/koro kullanımı ve seyircinin interaktifleştirilmesi yoluyla anlatmaya çalışan “the last IDEAL PARADISE”, benzer temaları daha vurucu düzenlemelerle işleyen Tino Seghal, Dries Verhoeven gibi sanatçıların işleri yanında oldukça bildik ve sönük kaldı.
Xavier Le Roy ise “Temporary Title 2015”te, Bosse gibi seyirciyi işin içine katıyordu ancak çok daha güçlü kavramsal bir temel üzerine inşa ettiği dramaturjiyle. Beş saatlik performansa seyirci istediği saatte girip çıkabiliyordu; bütünüyle çırılçıplak 13 performansçı (toplamda 18 kişiydiler ancak münavebeyle performansa dahil oluyorlardı) elleri yumruk şeklinde, dört ayak üzerinde ve bedenlerini kıvırışlarından kaplanlara benzettiğim şekilde mekanda serbestçe geziyor, arada sürü gibi ortada toplanıp birbirlerine tosluyor, dayanıyor, sırt üstü yuvarlanıyor, uyuyor, sonra tekrar mekana dağılıp göz kontağı kurdukları kişilere önce kendi adlarını söyleyip “sana bir soru sorabilir miyim?” diye devam ederek iletişim kurup, eğer kişi kabul ederse onunla ve etrafındakilerle sohbet ediyorlardı. Xavier Le Roy’un “Temporary Title 2015”i; insanın ve bedeninin hayvanlar alemiyle ilişkisini, doğallığını, masumiyetini, kırılganlığını ama aynı zamanda düşünen, soru soran, sorgulayan bir varlık olduğunu ortaya koyan oldukça etkileyici bir işti.

Festivalin son iki gününün öne çıkan işleri ise, diğerleriyle zıt kutuba yerleşen; insanı hayvansı taraflarıyla değil birebir insan nitelikleriyle, özellikle de tiyatralliğiyle ele alan yapıtlardı: Eszter Salamon’un “Monument 0.5: The Valeska Gert Monument” (Anıt 0.5: Valeska Gert Anıtı) ve Boris Charmatz’ın (Musee de la danse) “10000 Gesten” (10000 Jest).
İdans’ın 2007’deki 1. ve 2010’daki 4. festivallerine olmak üzere iki kere İstanbul’a konuk olan Salamon’un işi Nazi zamanını da yaşamış olan Yahudi dansçı Valeska Gert’e odaklanarak cinsellik, ırkçılık ve tiyatrallik temalarını acı bir mizah, çapaklı bir dramaturji ve bilinçli olarak kaba hatta kitsch olmasının tercih edildiğini düşündüğüm bir estetikle ele alıyordu. İlginç sekansları olmasına rağmen 100 dakikalık süresi sarkmaları beraberinde getirdi ve son tahlilde işin etkisi azaldı.
Boris Charmatz ise 24 dansçıya hiç birini tekrarlatmadığı 10.000 jestten kurguladığı, geniş ve büyük sahne alanını en arka duvarına kadarki derinliğiyle kullandığı, kah ironik kah gülünç kah cesaretli kah ürkütücü ama her daim enerjik ve eğlenceli işiyle festivalin en başarılı sahne yapıtlarından birine imza attı kanımca. Bazısı sadece mayo, bazısı sadece kafasını açıkta bırakan siyah tulum, bazısı ise fırfırlı kıyafetler giymiş 24 dansçı, festivaldeki işler arasında en konvansiyonel müzik seçimiyle Mozart’ın Requiem’i eşliğinde göz açıp kapayınca geçmiş gibi hissettiren 60 dakika boyunca tekli, ikili, üçlü, küçük gruplar ve tüm topluluk olarak sahnede ve bir sekansta seyircilerin arasında onları da dahil ederek 10.000 jesti icra ettiler. Charmatz’ın dahiyane kurgusunu büyülenmiş olarak ve hayranlıkla seyrettim.


Tanzplattform in Deutschland 2018’e dair genel izlenimim koreografların insanın zamanımızdaki durumunu; kendi bedeninin hareketlerinden ziyade hayvansılığıyla, derin vurgulu ve atmosferik ritimli tribal club müzikleri eşliğinde ve yaşam politikalarını ortaya koyarak sorguladıklarıydı. Hareket kompozisyonunda ve müzik seçiminde çemberin dışına cesaret ve başarıyla çıkan çok az iş vardı. Bakalım 2020’deki edisyonu Münih’te yapılacak Tanzplattform nasıl bir tablo çıkaracak karşımıza..

Beni derinden etkileyen işler hakkında zaman buldukça daha detaylı yazmayı umuyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder