romeo
castellucci'nin işlerinde şifreleri çözmek kolay değil. zaten kendisi de bir
söyleşide, johann christian friedrich hölderlin'in “empedokles’in ölümü” adlı
oyunundaki empedokles ve nathaniel hawthorne'un "the minister's black
veil" adlı öyküsündeki papaz hooper adlı protagonistlerden (ilki suretini
ortadan kaldırmak için kendini etna dağına atar, diğeri yüzünü siyah bir bez
ile örter) yola çıkarak sanatçıların eklemek yerine bir şeyleri ortadan
kaldırdıklarına veya azalttıklarına inandığını söylemiş. aynı söyleşide castellucci
hawthorne için dahi tabirini kullanıyor ve nedenini, hiç bir şey anlatmıyor,
yarattığı karakterlerin hareketlerinin nedenlerini gizliyor olmasıyla
açıklıyor; hawthorne'nun anlatısındaki belirsizliği övüyor.
benzer şekilde; castellucci’nin işleri de kendini kolay ele vermiyor; biraz gizli, örtük, örtülü kalıyorlar. hâl böyle olunca, seyirci olarak bir castellucci yapıtını izlerken sahnedeki simgelere takılarak onları çözmeye çalışmak yerine, kendimi yapıtın genel atmosferine bırakıp, sürüklenmeyi tercih ettim.
benzer şekilde; castellucci’nin işleri de kendini kolay ele vermiyor; biraz gizli, örtük, örtülü kalıyorlar. hâl böyle olunca, seyirci olarak bir castellucci yapıtını izlerken sahnedeki simgelere takılarak onları çözmeye çalışmak yerine, kendimi yapıtın genel atmosferine bırakıp, sürüklenmeyi tercih ettim.
castellucci, kendi topluluğu societas raffaello sanzio yapımı olarak sahnelediği "go down, moses" adlı son çalışmasında ışıktan,
sahne tasarımına, sahnelerin arka arkaya geliş sırasından müziğe had safhada
gizemli bir atmosfer yaratmış.
“go down, moses” bazen çok bariz bir
şekilde, bazense neden ve nasıl olduğunu anlamadan ama yapıtın 80 dakikası
boyunca koltuğumda rahatsız ve tedirgin oturttu beni.
kanama geçiren hamile genç kadının kapısı kilitli ve daracık bir umumi tuvalette kendini ve mekânı kana bulayarak dakikalarca çırpındığı doğum sahnesi bariz bir şekilde ne kadar rahatsız edicidiyse; 1950-60’lardan şık kıyafetler içindeki kadın ve erkeklerin yumuşak bir ışık altındaki açık gri mekânda nedensizce dolaşırken birbirlerinin her türlü (kafatası, kalça, torso, dirsek, omuz) ölçülerini alır gibi el kol hareketleri yapmaları, arada sırada da hepsinin aralarından birini merkeze alarak ölçüp biçtikten sonra, bir kişinin ellerini birleştirip seçilmiş olanın karnına doğru bastırması ve bütün vücuduyla ona doğru abanması, ama bastırılanın değil de bastıranın o sırada duyulan bir çatırdama sesiyle iki büklüm yere çömelmesi nedeni belirsiz bir tedirginliğin hükmettiği tanımsız ve tekinsiz bir atmosfer yarattı.
kanama geçiren hamile genç kadının kapısı kilitli ve daracık bir umumi tuvalette kendini ve mekânı kana bulayarak dakikalarca çırpındığı doğum sahnesi bariz bir şekilde ne kadar rahatsız edicidiyse; 1950-60’lardan şık kıyafetler içindeki kadın ve erkeklerin yumuşak bir ışık altındaki açık gri mekânda nedensizce dolaşırken birbirlerinin her türlü (kafatası, kalça, torso, dirsek, omuz) ölçülerini alır gibi el kol hareketleri yapmaları, arada sırada da hepsinin aralarından birini merkeze alarak ölçüp biçtikten sonra, bir kişinin ellerini birleştirip seçilmiş olanın karnına doğru bastırması ve bütün vücuduyla ona doğru abanması, ama bastırılanın değil de bastıranın o sırada duyulan bir çatırdama sesiyle iki büklüm yere çömelmesi nedeni belirsiz bir tedirginliğin hükmettiği tanımsız ve tekinsiz bir atmosfer yarattı.
.
castellucci, musa peygamberin doğum hikayesinden yola çıkmış, ancak -rahatlıkla tahmin edileceği üzere- hikayeyi alışılmış bir şekilde anlatmamış.
castellucci kendisiyle 2014 yılında paris’te theatre de la ville’de yapılan söyleşide musa’yı bir peygamber olarak değil, bir insan olarak ele aldığını; musa’nın hayatının etaplarının, günümüz toplumunun da haşır neşir olduğu sürgün, ötekilik ve her an yolda oluyor olmak gibi konuları içerdiğini söylemiş.
castelluci musa’dan yola çıkmış ama anlatısının odağına musa'yı değil, annesini almış. castellucci ayrıca anlatısını zaman
olarak iki farklı döneme yerleştirmiş; bunlardan ilki günümüz, ikincisi ise
ilk(el) çağ. ayrıca; yapıtın başına 1950-60'larda geçtiğini kostüm tasarımından
tahmin ettiğim bir prolog var.
prologda;
yukarıda anlattığım gibi, bir takım kişilerin telaşsızca sergi mekânı gibi bir yerde dolanarak birbirlerini ölçme
mizanseni devam ederken, aralarında biri yerden bir afiş kaldırır ve onu duvara
asar: albrecht dürer’in “tavşan” resmidir bu.
prologdan
sonra sahnenin en önünde upuzun ve kalın bir çelik merdane görürüz; iki
ucundaki motorlar yoluyla çalışmaya başlar; gittikçe hızlanarak dönmektedir.
yukarıdan kadın perukları iner ve dönen silindir makinaya müthiş bir ses
eşliğinde (etkileyici ses ve müzik tasarımı castellucci’nin uzun süredir
beraber çalıştığı scott gibbons’a ait) kapılarak dönerler. insan boyutlarının
ölçümü ile perukların makinaya kapılmaları arasında yolu faşizme çıkan bir
paralellik bulmak yanlış olmaz sanırım.
tekrar
sahne kararır ve bu sefer yukarıda anlattığım umumi tuvalette kanama geçiren
hamile kadının uzun sahnesi gelir.
tekrar
sahne kararıp aydınlandığında bomboş sahnede ağzına dolu bir çöp konteynerini
görürüz; bir yandan da, otoyolda son sürat giden arabaların sesleri gelmektedir; zamanla fark
ederiz ki çöp torbalarından biri belli belirsiz hareket ediyordur ve araba
seslerinin arasından bir bebek ağlaması sesi duyuyoruzdur.
sahne
tekrar kararıp aydınlandığında hamile kadının bir karakolda sorguya
çekildiğini, bebeğinin nerede olduğunun sorulduğunu; onun ise tevrat’tan
alıntılarla yeni bir dönemin kapıda olduğunu ve bebeğinin bu dönemin kurtarıcısı
olacağını, daha bir halk olduğunun farkında olmayan halkı özgürleştireceğini
söylediğini dinleriz.
kadın
fenalaşır; beyninde bir sorun vardır; bir sonraki sahnede emar makinasına
sokulur.
tekrar
çelik merdane sahnede belirir ve tekrar yukarıdan inen perukları kapışını
izleriz.
bunun
ardından sahne alacakaranlık bir ışıkla tekrar aydınlandığında; ilk çağda bir
mağaranın içinden dışarıya doğru baktığımızı fark etmemiz uzun zaman alır. yeryüzünün
derinliklerine gidiyor oluşuyla mağara ilk çağdan günümüze insanlığın kolektif
kültür tarihinde dişilikle özdeşletirilen bir mekân olagelmiştir. dağ, ağaç,
direk, menhir eril figürlerken, mağara, su gibi öğeler dişildir.
castellucci’nin merkeze kadını aldığı bir anlatıda mekân olarak mağarayı ve
hatta mağarayı içeriden dışarıya doğru bakarak kullanması anlam katmanlarını
zenginleştirir.
ilk
insanlar yemek yemektedirler; aralarından kadın olanı, bebeğini kucağına alır.
bu kadın insanlığın anası, ilk-ana mıdır?.. bebeğin
kolları ve başı aşağıya düşer. ilk-ana, bebeğin öldüğünü anlar; mağaranın
bir kenarında toprağı kazar, bebeği gömer, üzerine bir taş koyar. sonra
mağaranın başka bir köşesine gider ve yere sırtüstü uzanarak bir erkekle
çiftleşir.
bu
sahnenin ardından ilk-ana öne doğru gelir; elini çamura batırarak sahne ile
seyirciyi ayıran şeffaf perdeye elinin baskısını çıkarır; gittikçe şiddetlenen
bir hızda şeffaf perdeye her vuruşunda kulakları sağır eden bir ses mekânı
kaplar. bunu defalarca tekrarladıktan sonra elleriyle “S O S” yazar ve
diğerleriyle birlikte mağaradan çıkarak kaybolur.
ilk
insanların mağara duvarlarına yaptıkları çizimlerin dekoratif olmadıkları,
inanç -ile alakalı kurban, bereket, hasat- içerikli olduklarını
hatırladığımızda; çağlar öncesinden, bizlerin günümüzden bakınca “ilkel” olarak
tanımladığımız bir varlık, bütün insanlık adına yardım çağrısında bulunmakta,
bizleri uyarmaktadır. castellucci bu sahnede iki şekilde seyirciyi şaşırtır ve
sarsar: ilk-ana’nın eliyle sahne ile seyirci arasındaki şeffaf duvara şiddetle
vurması, onun çoçukları olan bizlerin yüzlerine inen şamarlar gibidir. bu bir yandan da sahne ile seyirciyi
ayıran “dördüncü duvar”ın cisimleşmesidir. artık koltuklarımızda rahat bir
şekilde oturamayız; sahne bizleri fiziksel ve zihinsel olarak taciz etmiştir.
bir
sonraki sahnede mağaranın ortasında emar makinasını görürüz; içinden genç kadın
çıkar; mağarayı dolaşır; mezar taşını görür. ilk-anne’nin sırtüstü uzandığı yere
uzanır; aynı az önceki ilk-anne gibi ama üstünde bir erkek olmadan çiftleşiyormuş
gibi kollarını hareket ettirir.
ışıklar yavaşça söner..
ışıklar yavaşça söner..
.
yapıt
hakkında seyretmeden önce bir bilginiz yoksa, başlığından yapıtın belki musa ile alakalı
olabileceğini çıkarabilirsiniz; ama hiç kuşkusuz ki yapıt bundan
daha fazlasıdır.
prolog
sırasında çalan ve başlıkla aynı isimdeki “go down, moses” adlı şarkı, müzikten
ve icra edenlerden hemen anladığımız üzere afrikalı amerikalıların ünlü bir
spritüelidir; ancak, “go down, moses”ın afrikalı amerikalılarla görünürdeki tek
bağlantısı budur.
oyun
sonrasında araştırma yapıp da, afrikalı amerikalıların kölelikten ve ikinci
sınıf vatandaş olma durumlarından kurtulma ve özgürleşme sürecinde musa’yı
özgürlük simgesi bir figür olarak görmüş olmalarını ve bu spititüelin de afrikalı amerikalıların özgürlük mücadelesinin alevlendiği 1950’li yıllarda louis armstrong’un yorumuyla ünlenmiş olmasını öğrenirseniz, 1950-60'lı yıllardan kıyafetler içindeki kişilerin dolaştığı prolog anlam kazanır; yapıtın katmanları çoğalmaya başlar.
araştırmanızı
derinleştirip; 1963 yılı yapımı, her bölümünde bağımsız bir hikaye anlatılan
“the great adventures” adlı amerikan dizisini keşfederseniz ve dizinin “go down
moses” adlı bölümünde afrikalı amerikalıları özgürlüğe yani kuzeye götürmek
için gönüllü rehber (dizide “conductor” olarak geçiyor) olan siyahi kadının kod
adının “moses” olduğunu ve dizide ayrıca hamile bir kadının olduğunu ve doğum
yaptığını eklenerseniz; castellucci’nin işinden aldığınız keyif iyice katmerlenir.
tabii bu ancak post-alımlama sürecinde yaşantılayacağınız bir keyiftir.
“go
down, moses”ın alımlama süreci bittikten sonra aklımda kalan ve işi seyrederken
çözemediğim imgelerden bir diğeri ise; yapıt boyunca iki kere tekrarlanan,
ikincisinde kilit bir rolü de olan albrecht dürer'in "tavşan"
tablosuydu. ilk seferde, yukarıda anlattığım gibi prologda çıkan "tavşan" tablosunun reprodüksiyonu yapıtta ikinci defa hamile genç kadın, komiser tarafından sorguya çekilirken çantasından çıkarır ve bebeğinin insanlığa özgürlük getireceğini söylerken açar ve gösterir.
tavşan
neyi simgelemektedir? castellucci neden dürer'in çizimini kullanmıştı? tablonun
yapılış tarihi mi önemliydi; yoksa ressamı mı; yoksa direkt konunun kendisi
mi?. bu sorular izlerken değil ama sonrasında zihnimi kurcaladı.
bir
yandan “tavşan”ın neleri simgelediğini, diğer yandan dürer'i araştırıp
öğrenince; sanırım taşlar biraz da olsa yerine oturdu.
tavşan,
üstün biraz düşününce, ilk akla geldiği üzere, doğurganlık, üretkenlik ve verimlilik ile özdeşleşiyor; üretkenliğiyle bağlantılı olarak ta bahar ile, yeniden doğum ile, yeni başlangıçlar ile..
albrecht
dürer’in ise bu tek tavşan çizimi dışında başka bir tavşanlı çizimi de var ki;
dürer orada adem ile havva’yı beraber resmetmiş ve havva’nın ayaklarının altına bir
tavşan yerleştirmiş. dolayısıyla dürer’in de tavşan’ı dişilikle, ve hatta havva ile
özdeşleştirdiğini düşünebiliriz. castellucci’nin hınzırlığı ise; kullandığı dürer
referansını direkt bu çizim üzerinden değil ama aynı ressamın başka bir çizimi
üzerinden, örtülü olarak veriyor olması.
.
"go
down, moses" romeo castellucci'nin canlı olarak izlediğim üçüncü işi.
diğerleri "orpheus et eurydice" ve "le sacre du printemps"
idi. tesadüf şu ki, bu üç işin çıkış zamanları aynı döneme rastlıyor:
"orpheus et eurydice" viyana'da mayıs 2014'te, "le sacre du
printemps" duisburg'da ağustos 2014'te ve "go down, moses"
lozan'da ekim 2014'te ilk defa sahnelendi.
prömiyerleri
arasında bu kadar yakın zaman olan, dolayısıyla üretim aşamasında birbirlerinin
içine geçmiş olma olasılıkları güçlü olan bu üç iş arasında, aynı yaratıcının
elinden çıkmaları bağlamında paralelliklerin olması çok doğal. tabii ki bu
paralellikleri, önceki işlerini de biliyor ve seyretmiş olsam daha sağlam bir
şekilde castellucci’nin dünyasının karakteristikleri arasına katabilirim.
örneğin; castellucci’nin uzun zamandır yapıtlarında musa peygamberin hikayesini
işliyor olduğunu bilmek “go down, moses”a farklı bakmamı sağlayabilirdi.
izlediğim üç iş arasındaki iki bariz parallelikten söz edersem:
bunlardan ilki “le sacre du printemps” (bahar ayini)’nde müziğin keskin vuruşlarla iyice çığrından çıktığı bir bölümünde tozların sahne ile seyirci arasına gerilmiş şeffaf perdeye şiddetle vurması ile “go down, moses”da ilk-ana’nın elleriyle sahne ile seyirciyi ayıran şeffaf perdeye, etkisi ses tasarımıyla da kuvvetlendirilmiş bir şekilde vurması idi.
ikincisi ise, “orfeus et eurydice”de bütün operanın çağdaş, soyut ve minimal bir mekan tasarımında ve gerçek mekanlardan canlı video görüntüleri ile sahnelenmesinin ardından, bitmesine çok az kala, sahnenin ön tarafındaki perdenin yukarı kalkıp ardından ortaya çıkan 17. yüzyıl tabloları tarzında son detayına kadar betimlenmiş, figüratif ve gerçekçi cennet sahnesi ile “go down, moses”da bütün diğer sahnelerin minimal ve soyut tasarımına zıt teşkil eden, en küçük detayın bile gerçeğe uygun olmaya çalışıldığı, betimlemeci tarzdaki mağara sahnesi arasındaydı.
geçen
yıl "go down, moses" bir çok diğer avrupa şehri ve festivali dışında,
dünyanın önemli ve prestijli tiyatro festivallerinden biri olan wiener festwochen'a da
konuk oldu. bu vesileyle avusturya bazlı, “dans ve ötesi”ni kapsayan internet
sitesi www.tanz.at'de çıkan yazı şöyle başlıyordu:
"önemli bir festival artık yönetmen, yazar, sahne ve kostüm tasarımcısı romeo castellucci'siz düşünülemez."
aynen öyle! 1986'dan beri işler üreten, 2000'lerin başından itibaren sahne sanatları alanında önemli bir isim olmaya başlayan, 2001'de avrupa tiyatro ödülünü, 2013'te venedik tiyatro bienali altın aslan ödülü alan ve üretimini “görüntüleri, onları aşmak; esas ilgimi çeken o görünmeyen görüntüye ulaşmak için ortaya koyuyorum” sözleriyle açıklayan romeo castellucci'siz bir istanbul tiyatro festivali de düşünmek istemiyoruz!
"önemli bir festival artık yönetmen, yazar, sahne ve kostüm tasarımcısı romeo castellucci'siz düşünülemez."
aynen öyle! 1986'dan beri işler üreten, 2000'lerin başından itibaren sahne sanatları alanında önemli bir isim olmaya başlayan, 2001'de avrupa tiyatro ödülünü, 2013'te venedik tiyatro bienali altın aslan ödülü alan ve üretimini “görüntüleri, onları aşmak; esas ilgimi çeken o görünmeyen görüntüye ulaşmak için ortaya koyuyorum” sözleriyle açıklayan romeo castellucci'siz bir istanbul tiyatro festivali de düşünmek istemiyoruz!
geçmişinde
pina bausch, robert wilson, peter brook, giorgio strehler, tadashi suzuki,
heiner goebbels, eimuntas nekrosius, la fura dels baus, stephane braunschweig,
sasha waltz, anne teresa de keersmaeker, the wooster group, jan fabre, william
forstyhe, hotel pro forma, johann kresnik, heiner müller, richard eyre, edward
hall, theodoros terzopoulos, dimitris papaioannou, bartabas gibi isimler
bulunan ve önümüzdeki yıl 20. kere düzenlenecek istanbul tiyatro festivali daha
da geç kalmadan istanbullu tiyatroseverleri ve tiyatrocuları romeo castellucci
ile buluşturmalı..
----------------------------------------------------------------
yazıda bahsi geçen bazı kaynaklar:
louis armstrong'un "go down, moses" şarkısı için tıklayın.
Questions of Practice with Romeo Castellucci (Full Interview) from Pew Center for Arts & Heritage on Vimeo.
oma porno
YanıtlaSilMicaela Schäfer Porno
porno